25 Mart 2025 Salı

HABER AKTİF VİDEOSU

 

 


Atatürk, cumhuriyeti boşuna gençlere emanet etmedi. Gençler, kayyum atanan Şişli belediyesinin önüne gelmişler. Adam, seçimle alamadığı belediyeyi kayyumla, iftirayla alıyor! Tabii ki protesto edeceğiz. Susup oturacak mıyız? Niye düşman gibi davranıyorlar? Yazıklar olsun. 

Evlerin pencerelerinden gençlere su uzatmış vatandaşlar, tencere çalarak protestoya katılmışlar, Koç Market, gençlere su vermiş ve para almamış. Helal olsun ee Koç, cumhuriyet markasıdır. Bugünlere de cumhuriyet sayesinde gelmiştir. Gezi'de de gençlerden yana olmuştu. Fenerbahçeli bir grup da katılmış. 


23 Mart 2025 Pazar

GİZLİ TANIK REZALETİ


AKP, Ankara, İstanbul gibi büyük şehir belediyelerini kaybetti ya; seçimi iptal ettirdi. Yine kazanamadı ya. Şimdi, kaybettiği belediyeleri belediye başkanlarını hapse attırarak alıyor. Bunu yaparken de tıpkı TSK'ya Balyoz / Ergenekon kumpasındaki yöntemi kullanıyor. O yöntemin adı: Gizli tanık. Yani, benim yaşım müsait, hatırlıyorum bu filmi daha önce de gördüm. Filmin adı: Gizli Tanık Rezaleti.

Gizli tanık, adı üstünde "gizli" olur. Adı - soyadı verilmez. Kim olduğunu bilmeyiz.

Ancak, AKP + Fetö birlikte askerlerimize kumpas kurduğunda, gizli tanıklardan ikisinin kim olduğu belli bir süreden sonra ortaya çıkmıştı.

Koca koca generalleri, gencecik teğmenleri, koskoca genel kurmay başkanını, amiralleri içeri tıktıran gizli tanıklardan biri pkaka - evet yanlış duymadınız - pkaka teröristi Şemdin Sakık'tı! 33 askerimizin şehit edilmesindeki baş aktördü!

Askerlerimiz, pkaka'lı teröristin sözleriyle "terörist" "darbeci" oluyordu!

Öteki gizli tanığın ismi Osman Yıldırım' dı. Balyoz/Ergenekon kumpası mahkemelerinde AKP-Fetöcü (Fetö ile AKP et-tırnaktı biliyorsunuz)savcıların, hakimlerin bu adama

"Osmanım" diye hitap ettiklerini o zaman basından okumuştum.

Gelelim bu Osman Yıldırım'ın kim olduğuna:

2006 yılında Cumhuriyet gazetesine bombalı saldırısından yakalandı ve müebbet hapse çarptırıldı.



Kaynak: İnternet - Gizli tanık Osman Yıldırım

"Osmanım" ın basında yer alan bazı suçlamalarını hiç unutmadım; çünkü yüz kızartıcı suçlardı bunlar.

14 Temmuz 1998 tarihinde, Erzurum 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 1998/ 391 sayılı dosyasında öz yeğenini pazalamaktan, fuhuşa sürüklemek suçundan hüküm giymiştir.

Ablasını öldürmekten de 20 yıl ceza almış.

Buna rağmen nasıl tahliye edildi? Nasıl elini kolunu sallayarak ülkeden gittiğini inanın bilmiyorum. Aklım bu kadar rezaleti almıyor.

Öz ablasını öldüren, öz yeğeninini erkeklere pazarlayan, Cumhuriyet gazetesine bomba atan ve daha pek çok suç işleyen bu ahlaksız adam Atatürk'e düşman olduğunu her fırsatta söylüyormuş. (Aç parantez Atatürk'e düşman olup da, ahlaklı olan birini tanımadım hayatta.)

İşte bu "Osmanım" önce Bulgaristan'a oradan da Fransa'nın başkenti Paris'e gitmiş. Her masrafını Fetöcüler karşılamış. Orada bu öz ablasını öldüren, ablasının kızını fuhuşa sürükleyen, bombacı, gizli tanığa ev tutmuşlar.

Yani, hâlâ anlamayan AKP'liler varsa, öz ablasını öldüren, öz yeğenini fuhuşa sürükleyen, şeriatçı, Atatürk düşmanı bir katil ve 33 askerimizin katili pkakalı Şemdin Sakık' ın gizli tanıklığı ile Türk ordusunun şerefli, suçsuz askerlerine "darbeci" diyerek hapse attırmıştı bu AKP. Bunları lütfen unutmayın. Bizim toplumumuz biraz balık hafızalıdır. Her şeyi unutur. Unutmayın. Gerekirse yazın bir deftere. Gelecek nesiller de okusun. Son söz: Askerine düşmanlık eden; düşmana askerlik eder.

Gelelim günümüze:

Şimdi de Ekrem İmamoğlu'nu karalamak için yine "gizli tanık" lar çıkmış ortaya. Bunlar kim bilmiyoruz. Yıllar sonra ortaya çıkar nasıl insanlar oldukları. Şu kadarını biliyorum sadece. Bu gizli tanık ifadesinde

"Söylendiğine göre...."

demiş yani somut bir şeyler bilmiyor. Söylentilerle, dedikodularla, duyumlarla hareket ediyor. İftiracı kocakarılar böyledir.

"Günahı boynuna kulağım şöyle geldi..... duydum ki... söylendiğine göre...."

diye başlayıp konu komşuya iftira atarlar; çünkü içleri fesattır.

Son sözüm: Bu protestoları, AKP (Fettoş ve ABD ile birlikte) TSK'ya Balyoz kumpası kurup, Atatürkçü askerleri içeri attıklarında yapsalardı, şimdi AKP ve Fetö yoktu. 15 Temmuz yoktu, Atatürkçü teğmenlerimiz ihraç edilmemişti, sığınmacılar ülkeye sokulmamıştı. 




Faydalanılan kaynaklar:

Gizli tanık "Osmanım"


Gizli tanık "Osmanım" Paris'te

RAKİBİNİ ELEMEK




Herhangi bir konudaki rakibini elemek için kumpas kurmak her yerde, her ülkede duyduğumuz olaylardır.

Rahmetli Zeki Müren, bir röportajında

" Yeni şöhret olduğum yıllardı. Sesim bozulsun diye içkimin içine asit koymuşlar. Neyse ki fark ettim" demişti. Kendisi de rakip şarkıcılarla az uğraşmamış. Mesela, Nesrin Sipahi'nin afişlerinin üstüne kendi afişlerini astırmış. Yine, ünlü biri olan Adnan Şenses'le çok uğraşmış, "Zeki Müren'i çok severdim ama gaddardı, acımasızdı. Beni adamlarına dövdürttü" diye anlattığı hatıralarında buraya yazmaya utandığım başka korkunç şeyler de var. Ne kadarı doğru bilemem ikisi de rahmetli olmuş insanlar ama şarkıcılar, dünyaca ünlü sinema oyuncularının bazen rakiplerini elemek için olmadık kötülükler yaptıkları sır değil.

Macbeth kral olmak istiyordu ama bunun için kral Duncan'ı öldürtmesi gerekiyordu ki, kral akrabasıydı! Karısının gazına gelerek kuzenini öldürdü. Bu tür güç için işlenmiş cinayetler Hamlet'te de vardır.

Gençler bilmez 70'li yıllarda Dallas diye bir dizi vardı. O dizide JR denilen kötü bir adam vardı. Bildiğiniz "villain"! Çok zengindi, petrol kralıydı ama yine de bazen bir konuda rakiplerini elemesi gerekirdi. Rakibinin açığını arardı. Adam çok dürüst, hırsız filan değilse, çapkınsa özel dedektif tutar, çapkınlığını bir güzel videoya aldırır ve şantaj yaparak rakibini öyle elerdi. Hiçbir şey bulamasa iftira atardı.

Polisiye filmlerde bazen kötüler ya da "kötü polisler", elemek istedikleri kişinin evine, arabasına uyuşturucu yerleştirirler.

Olmadı, aslında kendi adamı olan birini iyi adamın çevresine yerleştirirler, o adam içten içe bir takım hırsızlıklar, uygunsuzluklar, yolsuzluklar, usülsüzlükler yapar, günü gelince de hepsinin suçu elenmek istenen rakibe atılır.

Kısacası, bir insan, rakibini elemek isterse, eler. Çok yolları vardır. Hele siyasette en kolay şey rakibini elemektir. Deniz Baykal'ı seks kasetiyle elediler. Hâlâ da doğru muydu, gerçek miydi, yapay zekayla mı yapılmıştı bilmiyoruz; çünkü görüntüler çok karanlıktı; doğru dürüst bir şey görünmüyordu. Ben de izlemiştim valla. Bakayım gerçekten Baykal mı diye ama ona benzeyen biri de olabilir.

Yakın zamanda Fetö ile AKP, bir olup koskoca Türk ordusuna Balyoz / Ergenekon diye bir kumpas kurmuştu. Fetöcüler sahte belgeler, sahte CD'ler hazırladılar, Fetöcü savcılar (mesela şu an yurt dışına kaçmış olan Zekeriya Öz.) "Bu askerler darbeci" diye karar verdiler ve koskoca genel kurmay başkanı bile "terörist" denilerek Silivri'ye atıldı. Beş yıl, altı yıl suçsuz yere yattılar. Elenmişlerdi. Sonra "Ay! Pardon! Fetö bizi kandırdı" denilerek çıkarttılar. O arada ölen öldü, hastalanan hastalandı, kanser olan kanser oldu, beyin kanamasından ölenler, kalp kriziyle ölenler, onuruna dokunup intihar edenler (Ali Tatar gibi), kahrından ölen yakınlar oldu.....bu ahlar bir gün dilerim çıkar. Sonuçta, TSK, elenmişti.

AKP'de büyük bir "Ya seçimi kaybedersek, ya Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanı olursa, hepimizi Balyoz / Ergenekon kumpasından, yargılarlar. "Fetö ne istedi de vermedik" ten yargılarlar, tetikçilerimiz bizi satar, işbirlikçilerimiz bizi satar, 15 Temmuz'un iç yüzü ortaya çıkar! Teğmenleri ihraç etmemizin hesabını sorarlar, 128 Milyar Dolar'ı, MAN Adası olayını, yurt dışı servetlerimizi, deprem paralarını sorarlar, 23 yıl boyunca belediyelerin, örtülü ödeneklerin paralarının o tarikata, bu tarikata, Fettoşlara gönderilmesinin hesabını sorarlar,  Melih Gökçek'in yüzlerce dosyasını hepsini sorarlar, Ekrem İmamoğlu'nun seçimini iptal ettik, mazbatasını geri aldık, seçimde hile yaptın dedik ama adam tekrar seçildi! Bunun hesabını sorarlar. Suçlu bulunuruz ve vaktiyle paşaları attığımız Silivri'ye bizi atarlar." korkusu var.

Tabii biri de 

"Bıbıcım, bıbıcım,  Ekrem İmamoğlu İstanbul belediye başkanı olunca, belediyeden benim vakfıma akan para musluğunu kesmiş. Üüüüüü!" 😢😢😢

diye ağlamıştır.  Ekrem Başkan demişti,  "Tayyip'in oğlunun yok okçuluk vakfı, yok bilmen ne vakfına para gönderiyorlarmış hepsini iptal ettim diye. Adam, oğlunun intikamını alıyor. 

O yüzden bu korkuyla, tüm tuşlara basmaya başladılar.

Dilerim, Mansur Yavaş'ın evine, arabasına, belediye binasına uyuşturucu filan saklayıp; "A! Mansur Başkan kokain baronuymuş!" demezler. Yaparlar mı? Valla her şeyi yapabilirler. Kendisi diplomasız, karşısındakine diplomasız diyor, kendisi hırsız, karşısındakine hırsız diyor. Rahmetli annem derdi ki,


"Kişi herkesi kendi gibi bilirmiş."

E, Sedat Peker demedi mi "Binali'nin oğlu kokain işinde. Gemileriyle kokain getiriyor götürüyor!" diye. Oğlu bu işin içinde olacak da, babası bilmeyecek! Olacak iş değil. Bir şey oldu mu? Olmaz. Çünkü güç şu anda onların elinde. Savcı, hakim, bilirkişi, noter, ordu, tv kanallarının çoğu, gazetelerin çoğu ellerinde; o yüzden de rakiplerini elemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Ekrem İmamoğlu seçim kazandığında, "Hile yaptılar" diyerek seçimi iptal ettiler. Mazbatasını geri aldılar.  Tekrar seçim yaptılar.  İmamoğlu, yine kazandı. Bu sefer hırsızlık, terör, diploma buldular. Onları bulmasalardı başka bir şey bulurlardı. Kurt, kuzuyu yemek istemiş bahane arıyormuş. Bir hikaye vardı. Şu an aklımda değil de, kuzuyu yemek isteyen kurt, her türlü bahaneyi bulur.


Görsele gelince, bu sabah, Ekrem İmamoğlu için "gönüllü" olarak oy kullandım. Oy kullananlara bu belge veriliyormuş. (Haberim yoktu; orada gördüm.) Tarihe, kedilere su, kuru mama veren, tedavi ettiren "kedici teyze" olarak geçmem imkânsızdı ama en azından böylece geçmiş oldum. Belgem bile var.😂😂😂😂😂 İsteyen, dileyen arkadaşlarım da paylaşsınlar tarihe geçme belgelerini. Aramızda hoş bir espri olur. Tamam tarihe geçmesek de, doğru bildiğimiz bir işi yaptık. 🌸🙏😽




21 Mart 2025 Cuma

VİRAMİMOZA BU SEFER AĞLATTI AMA OLSUN

 


Kaynak: https://x.com/viramimoza

Hep pamuk gibi oluyorduk ama bu paylaşımını görünce hüngür hüngür ağladım. Yıllar önce de Gökkuşağı hikayesini okuyunca çok ağlamıştım. Kedisini, köpeğini hatta muhabbet kuşunu kaybedenler beni anlayacaktır. Hele hele 16 yıl yanınızda tek o olmuşsa...💔😢 Viramimoza Japon ya çok nazik, dün özürler diledi yok, yok, yok dedim sakın özür dileme bu beni hem ağlattı; hem de mutlu etti, Bücürüğümün videodaki gibi bulutların arasında ışıl ışıl güzel bir yere gittiğini, orada çok mutlu olduğunu ve nasılsa kavuşacağımı düşündüm. 

20 Mart 2025 Perşembe

YEŞİM 15 (ROMAN)



Araba mezarlığı, plâkası sökülmüş, camları yok, farları yok, far yuvası korozyondan paslanmış, tamponları yamuk, kaportası kırık, her yeri pas içinde, kimi 70'li yıllardan kalma, üst üste yığılmış, ölmüş arabalar, kamyonetler, karoserler, eski tekerlekler, demir parçaları, kablolar ve araç hurdalarıyla doluydu.

Az ötede ise bu hurdaları presleyip, dişlilerle sıkıştırıp ezen ve metal parçalarına dönüştüren devasa bir makine - canavar demek daha doğru olur - vardı. Hurda arabanın biri makineye atıldı. Canavarın ağzındaki kocaman dişli çarklar arabayı sıkıştırıp, çatır çutur ezdi ve yürüyen uzun bantlardan metal parçaları olarak tükürüp attı.

Altı tane adam daire şeklinde dizilmişti. Ortalarında, yere diz üstü çökmüş, yüzü, gözü morarmış, burnu kanayan, kaşı açılmış, boks maçından çıkmışa benzeyen bir genç vardı. Adamlardan biri çocuğa döndü:

"Bak, birazdan seni de şu makinenin içine atacağız."

Çocuk, canlı atıldığı makineden, korkunç acılarla, el, parmak, kol, deri, ayak, kulak olarak püskürtüldüğünü hayal etti. Dişlilerden kanlar sızacaktı.

"Affedin abi n'olur affedin! Bir daha yapmam! N'olur yapmayın abi! Şeytana uydum."

"Bunu Çetin reisten çalmadan önce düşünecektin o....... çocuğu!"

İki tanesi çocuğu koltuk altlarından tutup makineye doğru götürdüler.

"Yapmayın! İmdaaat! Acıyın! Yalvarıyorum!"

diye bağırırken, az önce soruyu soran adamın bir işaretiyle durdular.

"Bir dahaki sefere içinde olursun!"

Çocuk

"Tamam abicim, sağol abicim, bir daha yaparsam Allah belamı versin, köpeğin olayım abi..."

derken adamlar, çocuğun karnına bir tekme atıp gittiler. Delikanlı, eli böğründe yere yığıldı. Hayatının kurtulduğuna o kadar seviniyordu ki, midesindeki acı vız geldi.

🌸🌸🌸

Güneş ışığı, suda kırılıp  gözü yanıltsa da, L şeklindeki yüzme havuzunun dibindeki mavi ve lacivert mozaikler neredeyse sayılabiliyordu. Havuzun yanındaki şezlongda oturmuş, elindeki kesme kristal bardakta tam iki parmak doldurulmuş viskisini yudumlayan, kara kaşlı, kara gözlü, esmer ve yanağında uzun bir yara izi olan genç adamın telefonu çaldı. Viskisini bırakıp telefonu açtı. Biraz dinledi ve

"Tamam. Bir daha yaparsa acımayın."

diyerek telefonu tekrar yanındaki cam sehpaya koydu, lacivert, beyaz üniformalı, hizmetli bir genç kadın gelip kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam şaşırarak tek kaşını kaldırdı.

"Gelsin, misafirime Malibu hazırlayın Şebnem hanım."

"Baş üstüne"

diyen kız tekrar gitti. Adam ayağa kalktı; kapıya gözlerini dikti, az sonra kapıdan gireni görünce, gözleri ışıldadı ve göz kenarları kırıştı, gülümserken yanağındaki bıçak yarası izi çukurlaştı. Zerrin, sarı ince askılı Chanel bir mini elbise, kulağında sarı sallantılı küpelerle, havuz kenarına geldi.

"Hello Çetin!"

" Zerrin! Hoş geldin! Ne hoş sürpriz! Annen benimle görüşmemi yasakladı sanıyordum."

"Evet ama sana bir işim düştü Çetin...bir rica...hem annemin duyması gerekmez di mi?"

"Hımm, hmm..senin rican benim için emirdir güzelim. Çok özlemiştim seni."

"Teşekkürler."

Az önceki kız, elindeki tepside üzerinde minik pembe şemsiye, kiraz ve portakal dilimiyle süslenmiş Malibu kadehiyle geri geldi.

Adam kadehini kaldırdı.

"Güzelliğine..."

"En sevdiğim kokteyli unutmamışsın."

"Unutur muyum hiç?"

Kadehleri tokuşturdular.

"E, peki seni buraya getiren o rica nedir? Dökül bakalım güzellik."

"Sorma Çetin ya, ailemize ait olan her şey tehlike altında. Annemin, babamın yıllarca dişiyle tırnağıyla kazıya kazıya edindikleri servet, her şey..."

Çetin, kaşlarını çattı.

"Nasıl bir tehlike?"

"Babamın aptallığı yüzünden! Gençken.... mmm...çok gençken sanırım çünkü olayın ne olduğunu tam bilmiyorum. İşte bir kıza aşık olmuş filan ve ondan bir çocuğu olmuş. Bir kız."

"Bak sen?"

"Yaa...işte şimdi bu kızı ve anasını tüm mirasımıza ortak etmek istiyor. Allah'ın iki köylüsü geleceklermiş de evlerimize, arabalarımıza, paralarımıza konacaklarmış! Ne demek ya? Bizim olanı korumak hakkımız. Kardeşim de benimle aynı fikirde. Onlar kim oluyor? Zaten kadın yıllar önce başkasıyla evlenmiş. Bize ne! Ne yaparsa yapsın!"

"Anlıyorum güzelim. Bu kızı ayağının altından kaldırayım ister misin?"

"Ah! Evet! İçimden geçenleri okuyorsun Çetin. Yapar mısın? Çok büyük bir şey mi istiyorum yoksa?"

"Senin için her şeyi yaparım. Yalnız sen de, kardeşin de bu konuda ağzınızı sıkı tutun. Bu işler çocuk oyuncağı değil. Öyle gece klüplerinde, barlarda takılırken, içip ağzınızdan kaçırmayın. "

"Tabii ki....biliyorum. Merak etme. "

"Peki ya anası?"

"Onu da sonra düşünürüz...önce şu kızdan kurtulayım hele..."

Zerrin içinden

"Serdar varken ne yapayım şu Mafya'yı, ah Serdar! Soma'dan dön artık, dön bir tanem. Senin haberin yok ama senin için neler yaptım ben! Seni o Binnur salağından ayırdım! Cinayet bile işledim. Serdarcığım, sen benim olmalısın. Ben de senin. Hadi dön artık Soma'dan. Dön gel n'olur. Çok özledim."

diyordu. Çetin içinden geçenleri duysa ona yardım etmek şöyle dursun, bir daha suratına bakmaz hatta topuğundan vururdu. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek zorundaydı.

🌸🌸🌸

Yüreği yaralı Serdar, babasının Bypass ameliyatı için gelmiş; babası iyi olunca evde de annesi, özel hemşire, bir sürü yardımcı olunca hafta sonu tekrar Soma'daki çiftlik evine dönmüştü. Annesi,

"Ah! Oğlan da gelse. Şimdi tek başına ne yapıyor göl kıyısında?" diye sızlanınca,

Babası, "Merak etme hanım, kendini hazır hissedince döner. Hem tek başına değil ki, Nuriye teyze var, eşi var, ikisi onu, o da onları çok sever. E, Luke de var. Sen bana şuradan gazeteyi ver de bulmaca çözeyim. Doktor, alzheimere de iyi gelir dedi. Kalbi kurtardık, beynimize bir şey olmasın."

"Aman dağlara taşlara. Allah korusun" diyerek kulağını çekip, tahtaya vuran karısı, gazeteyi getirmeye gitti.

O sırada Nuriye de mutlu olsun diye Serdar'ın en sevdiği şeyler olan yaprak sarma, cevizli kabak tatlısı, biber dolma yapıyor, baklava açıyordu. Öyle ki, Serdar " Nuriye teyze ya, eve 100 kilo döneceğim!" diyerek gülüyordu.

Delikanlı, yemekten sonra gitarını ve köpeği Luke'u alıp göle gitti. Çam ağacı ormanlarıyla kaplı sıra sıra tepelerin suya yansıması, Karabataklar ve diğer su kuşları hatta ta tepelerde bazen gördüğü kanat çırpmadan süzülen kartal...hepsi dinginlik, sükûnet ve huzur vererek terapi oluyordu delikanlıya.

Luke bayılıyordu bu yürüyüşlere. Yolda bazen kaplumbağa veya Karabatak görüp havlayarak kovalıyor, çiftlik evinin kedilerinden ise ödü kopuyordu. Çoğunlukla anne kedilere rastladığından, zavallıyı doğduğuna pişman ediyordu keratalar. Serdar, kedileri de çok sevdiğinden, sarı gözleri heyecandan ve öfkeden simsiyah olmuş, tüyleri dikleşmiş, kulakları geriye yatmış afacan güzellikleri yatıştırmaya çalışıyordu.

"Şşştt....size zarar vermez pisicikler...Luke kedileri sever valla..."

diyerek tekirleri, minnoşları yatıştırmaya gayret ediyordu. Çiftlik evinin demirbaşı kediler, Luke'u biraz kovalayıp tekrar çiftliğe dönüyorlardı.

"Haydi Luke, gel şöyle oturalım."diyen Serdar, yere oturdu. Gitarını aldı, az ötede genç bir kızın çimenlere oturmuş, elindeki resim defterine resim yaptığını farketti. Kalemi, dişlerinin arasına sıkıştırmış, manzaraya odaklanmıştı, bir manzaraya, bir defterine bakıyor, kıyaslıyordu.

Serdar'ın ilgisini çekti. Bir süre, farkettirmeden kızı izledi. Kömür karası saçları, uzaktan bile belli olan yeşil gözleri vardı. Kız, kalemi alıp, esintiyle alnına dökülen perçemleri geriye itti. Tekrar çizmeye başladı.

Serdar da ayıp olmasın diye kızı izlemeyi bıraktı ve sözlerinin kendi yazıp, bestelediği bir ayrılık şarkı çalmaya başladı. Binnur'un ihanetini, tam nikâh masasında telefonuna gelen o görüntüyü aklından silmek zor oluyordu.

Gitarın sesi rüzgârla Yeşim'in kulağına kadar geldi. Kız, müzik sesi nereden geliyor diye soluna bakınca, Serdar'ı gördü. Alnına düşen kumral perçemleri rüzgarla uçuşuyor, kederli kederli çalıyordu. Yanında da köpeği oturmuş dinliyordu.

"Ben bu ikisini daha önce nerede gördüm?..."

deyince, o yağmurlu günü hatırladı. Bu ikinci karşılaşmalarıydı. Delikanlının yıllar önce göle attığı çocukluk aşkı Serdar olduğunu tahmin bile edemezdi. Serdar da resim yapan güzel kızın vaktiyle yatak döşek yatmasına sebep olan yaramaz Yeşim olduğunu bilemezdi.

Arada göz ucuyla birbirlerine baktılar, sonra önce Yeşim defterini aldı ve annesi merak etmesin diye yola koyuldu. Serdar bir süre daha gitar çaldı ve kız gidince sanki manzaranın tadı kaçmış gibi o da gitti. Yine aksi yönlere gitmişlerdi. Kader ne zaman yollarını kesiştirecekti bakalım.

BİRKAÇ GÜN SONRA



Salı günü Yeşim, sınava çalışıyordu. Madenden ayrılmıştı ve annesi başına bir şey gelmeden işi bıraktığı için çok mutlu olmuştu. Kahvaltıda annesinin deyimiyle "pambık" gibi sıcacık pişi, peynir, zeytin, çilek reçeli ve ince belli bardaklarda, kaynar kaynar çaydan oluşan güzel bir kahvaltı yapmışlardı. Ama Hüseyin'in ve Burakcan'ın yokluğu boğazlarının düğüm düğüm olmasına neden oluyordu. Ana - kız, birbirlerini üzmemek için mutlu taklidi yapıyor, dayanmaya çalışıyorlardı. En zoru mezarlık ziyaretleriydi. Şirket, baba ve oğul için mermer mezar yaptırdığı için minnettardılar. Birlikte gidip suluyor, çiçek dikiyor, onlarla konuşuyor, ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerle dönüyorlardı. Çok zordu kabullenmek.

Kahvaltı sonrası, saat 09.30 olduğunda, Sarman, test çözen kızın kucağında uyuyordu.

" Aşağıdaki cümlelerin hangisinde düzeltme işareti yanlış kullanılmıştır? Hmmm...a değil, b değil, c! Bu da tamam. Anne, Sarman'a baksana nasıl da mışıl mışıl uyuyor".

"Böyle güzel annem olsa ben de uyurum kucağında."

"Ya anne, ben güzel değilim ki..."

"He kızım, he, çirkinsin. Kimseler almaz seni evde kalırsın."

"Yaaa...."

"E, kızım ne diyeyim? Aaa!"

O sırada kapı çaldı. Yeşim'in yüzüne öfkeyle karışık bir gölge yerleşti.

"Kim ki bu saatte? Yoksa yine.....?"

Annesi, kızının içinden geçeni anlamıştı.

"Gelmez kızım, niye gelsin? Ne yüzle gelecek?"

diyen annesi kapıyı açtı. Karşısında başında kasket, çarpık gülümsemeli ve omzunda kocaman bir televizyon kamerası tutan bir gençle burun buruna geldi. Evlerinin önünde beyaz bir minibüs vardı. Şoför koltuğunda da yine bir adam oturuyordu.

"Merhaba hanımefendi. Biz Yeşim hanımla röportaj yapmak için geldik. Evde mi kendisi?"

"E...evde ama....?"

Yeşim konuşmaları duymuştu. Sarman'ı uyandırmadan, yavaşça sedire koyup annesinin yanına geldi. Adam, kızı görünce yine çarpık çarpık sırıttı.

"Merhaba Yeşim hanım, nasılsınız? Sizinle röportaj yapmak istiyorduk. Bu arada röportaj için kanalımız size 10.000 lira ödeyecek. Ne dersiniz?"

"10.000 lira mı?"

"Evet."

Kız, annesine döndü. Gözleri gülüyordu. Hayatında 10.000 lirayı bir arada görmemişlerdi.

"Anne? Harika bu! Değil mi?" diyen Yeşim, adama döndü:

"Şey,  yalnız ben artık madende çalışmıyorum. Ayrıldım. Bir sürü iş teklifi geldi. Annem zaten çok korkuyordu. Onlardan birini kabul edeceğim."

" Hayırlı olsun Yeşim Hanım, bizim için fark etmez. Sonuçta şu güne kadar madende çalıştınız hem de gencecik bir kız olarak. Bu müthiş bir şey. Herkes sizi konuşuyor. Kanalımızda da röportajınız yayınlanınca iyice ünlü olacaksınız."

"Anne! Evet de lütfen..."

"Bilmem ki kızım...?"

Fatma' nın gözü adamı hiç tutmamıştı. Kamerayı tutan kolunda engerek dövmesi vardı, kolunu hareket ettirdikçe, engerek de sahici gibi kımıldıyordu, ürperdi, tüyleri diken diken oldu, içinde tuhaf bir şey vardı.

"Anne ya, bilmeyecek ne var?"

Annesi de istemeye istemeye

"Peki kızım, madem çok istiyorsun."

deyince, Yeşim de, adam da çok sevindi. Kız, 

"Biraz bekleyin üstümü değişip geliyorum." diyerek içeri gitti.

"Bekliyoruz Yeşim hanım."

Az sonra Yeşim, baretini taktı, çizmelerini ve tulumunu giydi. Adamla birlikte beyaz minibüse bindiler. Heyecandan cep telefonunu kedinin yanında bırakmıştı.

"Hadi anne, görüşürüz."

"Şey, ne kadar sürer bu çekim evladım?"

"En fazla bir saate biter hanımefendi."

" İyi, çok değilmiş. Haydi selametle kızım."

Yeşim sevinçle annesine el salladı. Beyaz minibüs, toprak yolda arkasında büyük bir toz bulutu bırakıp giderken, Fatma çok tedirgindi. İçinde sebebini bilmediği bir sıkıntı vardı. Araç gözden kaybolana kadar yola baktı.

Araçta giderken, adam Yeşim'e döndü:

"Sahi Yeşim hanım, sizin çalıştığınız madene uğradık ama bize bir sürü formalite çıkardılar, şunu imzala, bunu imzala, giysilerinizi değişin, uğraşmak istemedik çünkü vaktimiz az, uçağa yetişeceğiz yine İstanbul'a dönmemiz gerekiyor. O yüzden sorduk soruşturduk kullanılmayan eski bir madende çekim yapacağız sizinle."

"Anladım."

"Zaten seyirciler başka madencileri değil sizi görmek isteyeceklerdir. Birkaç poz çekeceğiz, ben size birkaç soru soracağım, işte gününüz nasıl geçiyor, çok yoruluyor musunuz filan? Gelecekle ilgili planlarınız nedir? Zor sorular değil, merak etmeyin...."

"Tamam..."

Yirmi dakika sonra, yıllardır kullanılmayan eski bir maden ocağına geldiler.

"Yeşim hanım, şöyle ilerleyelim, karanlık olsun ki, madende olduğumuz belli olsun."

Yeşim'in ayağı bir şeye takıldı. Bu bir kazmaydı. Eğilip kazmayı aldı.

"Aa! Kazmaymış! Kim bilir kaç yıl önce burada unutulmuş? İyi oldu, Bu da elimde dursun, daha inandırıcı olur. Dikkat edin; rahmetli babam söylemişti böyle eski madenlerde açık kuyular olabilir. Bakın bir tane burada var. Bakın hemen şurada."

" Sahi mi? Bakabilir miyiz?"

"Tabii ama çok yaklaşmayın. Bayağı derin! Bakın şurada."

Yeşim, adamlara kuyuyu gösterirken, arkasından iki el tüm gücüyle kızı itti. Kız, zifir karanlık kuyuya düşerken sadece

"Aaaaahhhh!"

diyebildi, gövdesinin, elindeki kazmanın ve baretin yere çarpma seslerinden sonra çıt çıkmadı. Tam bir sessizlik vardı.

Yılan dövmeli adam güldü.

"Sesi çıkmıyor öldü herhalde."

Ölmese de buradan çıkamaz, tırmanması imkânsız. Bağırsa kimse duymaz. Kimsenin onu burada aramak aklına gelmez. Annesi her zamanki çalıştığı madene gittiğimizi sanıyor."

"Haklısın. Hadi tüyelim."

Son hızla oradan uzaklaştılar. Otobana vardılar. Arkadaşı, direksiyonda oturana seslendi.

"Yav, şu dövmeni sildir yahu! Kıpraştıkça, ödüm kopuyor!"

Direksiyondaki sırıttı. İnadına sağ kolundaki dövmeyi adama doğru tuttu. Bir yandan da gözünü yoldan ayırmamaya çalışıyordu.

"Tıssssss!"

"Yav git ya! Valla Çetin reise söyleyeceğim, bir dahaki sefere başkasını bulsunlar yerime. Ya da uzun kollu bir şey giy. Görmeyeyim şu lanet dövmeyi."

"Hahahahahaha!..."

"Tısssss!..."

"Ya! S.....tir! Benim fobim var oğlum."

"Hahahahaha. Tamam, tamam. Kızma."

Biri ofidiyofobiden muzdarip, iki tetikçi, hızla oradan uzaklaşırken, Fatma, saate bakıyor ve "Nerede kaldı bu televizyoncular? Bir saate geleceklerdi hani? Çekim mi uzadı acaba? Allah'ım hayırlara nasip eyle....offf... " diyor, yerinde oturamıyor, kalkıyor, avluya, bahçeye çıkıyor, yolu gözlüyor, her motor sesinde yerinden fırlıyordu.

Devam edecek...

Yazan: Müjde Dural
Not: Hikayedeki isimlerin, kişilerin, kurumların gerçek kişilerle ilgisi yoktur. İsim benzerliğidir. Kurgudur.

(Arkadaşlar çok ayrıntılı düzeltme yapmadan paylaştım kusura bakmayın, isim karışıklığı (önceki isimleri değiştirdiğim için), vs. hatalar olursa söyleyin. Benim gözümden kaçabiliyor.

KORKU VE KISKANÇLIK

Bugün korku ve kıskançlıktan söz etmek istiyorum. Bu iki duygu güçlü ve tehlikelidir. İkisiyle de mücadele etmek zordur.

Kıskançlıktan başlıyorum: Dünyanın en ünlü yazarı W. Shakespeare, Othello ve Macbeth isimli iki büyük eserini boşuna yazmadı. Kıskançlık, o kadar güçlü bir duygudur ki, insana cinayet bile işlettirir. Bu yüzden kıskanç insan her zaman tehlikelidir. Othello, bir iftira yüzünden eşini kıskanıp öldürmüştü. Macbeth de kral Duncan'ı kıskanıp öldürmüştü.

Hadi bunlar edebiyat yani kurgu. Basına da yansıyan ve epey meşgul eden gerçek bir "Kıskançlık" olayı vardı ki, hiç unutmuyorum. İsmini şu an hatırlamadığım, kelli felli, iyi bir işi olan (iyi bir firmada müdür mü neydi hatta) bir adam, beş (5) yaşındaki yeğeni, kendi çocuklarından daha fazla seviliyor diye kıskançlıktan çocuğun yüzüne asit atmış ve tutuklanarak hapse atılmıştı. Şu an ne durumda bilmiyorum. Üstelik bunu çocuğun yaş günü kutlaması sırasında yapmıştı.

Düşünün, kıskançlık nasıl güçlü ve tehlikeli bir duygu.

Bir insan düşünün ki, üniversite diplomasını gören yok. Üniversitede arkadaşlarıyla çekilmiş tek fotoğrafı yok. İsrailli Rafael Sadi isimli rahmetli olmuş kişi dışında " Tayyip, benim üniversitede arkadaşımdı" diyen kimse yok. Dahası, kurcalanınca diploma diye gösterdiği şeyin sahte olduğu ortaya çıkmış. Bu alttaki linkte okuyabilirsiniz.



Tayyip'in bu yüzden büyük bir kıskançlık krizine girdiğini tahmin ediyorum. Kendi diploması olmadığı için diploması olan, üniversite bitiren, İngilizce konuşabilen ve halk tarafından sevilen, umut olarak görülen, kendisinden genç ve yakışıklı olan, anketlerde de kendisinden daha yüksek oy alan Ekrem İmamoğlu'nu bu yüzden patalojik düzeyde kıskanmaya ve ondan korkmaya başladı.


İşte bu patalojik kıskançlık ve korku ona hata yaptırıyor.


Kendi belediye başkanı Melih Gökçek hakkında, yine AKP'li Bülent Arınç, "Ankara'yı parsel parsel sattı" demişti. Bu baba-oğul Gökçek'lere açılan davaların sayısını inanın bilmiyorum. Sadece Ankara Mimarlar Odası' nın açtığı dava sayısı 600! Aynı Ankara Mimarlar Odası, Gökçek hakkında tam 35 kez suç duyurusunda bulunmuş. Sonuç: Sıfır (0)


Daha önce biliyorsunuz ayakkabı kutularında milyon Dolarlar çıkmıştı. "sıfırladım bıbıcım" sözü unutuldu ama ben unutmadım.128 Milyon Dolar nerede diye soruyorduk. Kimi bankada dedi, kimi bilmem şuraya harcadık dedi, kimi başka bir yeri gösterdi; gerçeği bilen yok! MAN Adası kara para aklamalar? Reza Zarrab, açık açık, dobra dobra 

 "Türkiye'de 800 Milyon Dolar rüşvet dağıttım"

(Bizim paramızla kaç milyar bilmiyorum hesaplamadım" diye ABD mahkemelerinde söyledi. Savcı, hakim, adalet hepsi AKP'li olunca


Çok affedersiniz "Anamı  s..ken kadı, kadıyı kime şikayet edeyim?" e döndü ülke.


Daha birkaç gün önce Japonya'dan ve ABD'den 6 Şubat depremi için Kızılay'a giden 34 Milyon Türk Lirası'nın akıbetini soruyordu CHP. İmamoğlu'na operasyon yapılınca, bu unutuldu. Alttaki linkte okuyabilirsiniz.



AKP hakkındaki yolsuzluklar, 5- 10 yerden "huzur hakkı" diyerek maaşlar alanlar, ilkokul mezunu yandaşlara bonkörce dağıtılan makamlar, altlarına verilen jeepler (!) AKP sayesinde trilyoner olanları biliyoruz. Ta Unakıtan'ın yumurta yolsuzluğuna kadar gider saysak. Ülkeyi o kadar soyup talan ettiler ki, bir de sığınmacılara paralar harcayınca, patatesi 30 liraya almaya başladık.


1) Amacım, yolsuzlukları, hırsızlıkları yarıştırmak değil.
2) Ekrem İmamoğlu'nun avukatı da değilim.


Gerçekten Ekrem İmamoğlu, hırsızlık yaptıysa çıkartsınlar ortaya ama ben bunun sadece seçimde koltuğunu kaybetmek korkusu ve kıskançlıktan olduğuna inanıyorum. Kaldı ki, Ekrem İmamoğlu dededen, babadan çok zengin bir insan. Varlıklı bir ailede doğmuş. Yoksulluk çekmemiş, büyük inşaat şirketleri var. İmamoğlu İnşaat isminde. Tıklayıp baktım. Ta 1950'ye dayanıyor inşaat firmalarının tarihçesi. Yani, ben doğmadan sekiz yıl önce. Buyurun siz de tıklayıp okuyabilirsiniz:




(Tıklayıp zoom yapınca okunaklı oluyor bakınca
tam üç nesil inşaat işi yaptıkları koca koca gökdelenler
konutlar yaptıkları ortaya çıkıyor)

(Zengin bir ailede doğup büyüdüğünü şunun için yazdım. Genellikle yoksulluktan çıkanlar makam sahibi olunca hırsızlığa tenezzül ederler. Tabii her yoksul öyle olacak diye kaide yok. Dürüst, namuslu yoksul insan makam sahibi de olsa hırsızlığa tenezzül etmez. Bazı çok yoksul insanlar ise makam sahibi olunca hırsızlığa başlarlar. Adeta yoksulluklarının intikamını alırlar)


Sonuç olarak kendisini boğazına kadar yolsuzluğa, hırsızlığa batmış ve bulaşmış AKP' nin, Ekrem İmamoğlu'nu sırf kıskançlıktan ve korkudan tutuklattığına inanıyorum. Allah vere de, belediye veya şirketinin içine kendi adamlarını yerleştirip, filmlerdeki gibi oraya, buraya ( - İngilizce'de buna "ekmek" (plant) diyorlar (kendisi önceden para koyar, uyuşturucu koyar, deliller koyar; sonra polis eliyle koymuş gibi "A! Bakın burada ne buldum?" derler.) para koymuş olmasınlar.


Korkuya gelince, hepsi Fetöcülükten, hırsızlıktan, yolsuzluklardan, Balyoz, Ergenekon kumpaslarından, 15 Temmuz şaibeli olayından, Boğaz Köprüsü'nde kafası kesilen gencecik askerlerden, ihraç edilen teğmenlerden, terörist bebek katilini TBMM'ye getirmek istemekten, açılım yapıp Sur'da 532 şehit verilmesinden, Ekrem İmamoğlu'nun kazandığı seçimi İPTAL ettirmekten, Ümit Özdağ ve muhalif gazetecileri hapse attırmaktan, ülkeyi mülteci, sığınmacı ÇÖPLÜĞÜ yapmaktan, ekonomiyi çökertmekten, yüzlerce sınav sorusunu Fetö'ye vermekten, Gezi'de orantısız güç kullanıp sivil ölümlere sebep olmaktan, Atatürk'ün Andımız'ını kaldırmaktan, düşman gibi, ulusal bayramlara düşmanlıklarından mesela Cumhuriyet Bayramı'nda halka biber gazı sıkmaktan (o gün ben Ulus'taydım hiç unutamam)

29 Ekim 2012
Ankara Ulus Meydanı, Cumhuriyet Bayramı
kutlamalarında AKP, vatandaşa tazyikli su,
biber gazı, copla müdahale etmesi.

 ve şu an aklıma gelmeyen pek çok suçtan YARGILANMAKTAN korkuyorlar. Tayyip, bence Macbethleşme yolunda. Güç, zehirlenmesine uğramış. Kıskançlık ve hırs, gözünü kör etmiş. Kendisi gibi pek çok servet sahibi haramzede yaratmış. Dokunulmazlığı kalkarsa, seçimi İmamoğlu'na kaybederse hepsinin hesabı sorulacak.

Şimdi yargılanmaktan korkuyor çünkü yargılanması gerektiğini kendisi de biliyor.

19 Mart 2025 Çarşamba

SARI ÖKÜZÜ VERMEYECEKTİK

Sarı Öküz hikayesini bilir misiniz?

Bilmiyorsanız internette Sarı Öküz Hikayesi yazıp tıklayın.

Yaşayarak öğreniyorsunuz.

Oysa, 28 Şubat kararlarını alan akıllı komutanlar bugünleri görmüştü.

"Ah! Başörtüm/takkem/Fethullahçı oluşum/namazım/niyazım yüzünden bana zulmediyorlar. Ah! bana üniversite okumuyorlar!"

diyene acırsın, "Ah! Tabii ya, gel takkeli Ahmet, gir üniversiteye. Yazılımcı ol, türbanlı Ayşe sen TÜBİTAK'a müdür ol, takkeli Veysel sen savcı ol, türbanlı Fatma sen Hakim ol, doktor ol, savcı ol, başbakan ol, cumhurbaşkanı ol" dersin.

Takkeli, Fetöcü Ahmet, okur, bitirir. Yazılımcı olur. Kopyala- yapıştır bir dolu sahte darbe planı hazırlar.

Türbanlı Ayşe,TÜBİTAK'ın başına geçer. Takkeli Ahmet'in düzenlediği sahte Balyoz ve sahte Ergenekon CD'lerine

"Hmm...okudum hepsi gerçek!"

diye rapor verir.

Takkeli Veysel savcı olup, türbanlı Ayşe'nin raporuna bakıp "Bunlar darbe yapacakmış!" der.

Türbanlı Fatma hakim olup takkeli savcı Veysel'i onaylar " Darbecilikten hepsini 5 yıl hapse mahkum ettim" der.

Halk çekirdek çitleyerek izler. 

Ben, Kızılay meydanında gözümle gördüm. Balyoz kumpası mağduru asker eşleri protesto yapıyordu. Bir avuç kişiydiler. Halkın umurunda değildi. Şöyle bakıp geçiyorlardı. Ülkenin genel kurmay başkanı, koca koca paşalar, amiraller kumpasla suçsuz yere hapsedilmişlerdi ve sadece bir avuç asker eşi ses çıkartıyordu.

Sonra yıllar geçer. Fetöcülerle, takkeliler, türbanlılar birbirine girdi. "Ay! Pardon! Balyoz sahteymiş boşu boşuna yattılar" dediler. Kimse "E, Fetöcünün kankasıydın sen" deyip; hesap sormadı. O arada ölenler ölür, kanser olanlar olur, kahrından kalp krizi geçirenler kalp krizi geçirir, akrabaları dayanamaz ölürler, gururuna, onuruna dokunanlar Ali Tatar gibi kafasına sıkar. Balyoz kumpası yetmez 15 Temmuz kumpası yaparlar! Yüzlerce insan ölür.

Ders alındı mı? Alınmadı.

Yıllar geçti.

"CHP'ye oy atarsanız, pkaka' lılar gelip su sayaçlarınızı okuyacak" diyenler üç gün sonra  oldular!

Sosyal medyada mizah ustası kalemler

" CHP'ye oy atarsanız artık pkaka'lılar gelip su sayaçlarınızı okumayacak; bu sefer LGBT'liler gelip su sayaçlarınızı okuyacak"

diye dalga geçti.

Yani, bunlar her yıl farklı "düşmanlar" yaratırlar. Dün "düşman" dedikleriyle ertesi yıl sarmaş dolaş olurlar. Tıpkı Fetö ile bir zamanlar kanka oldukları gibi. Şimdi muhalefetten başka düşman (!) kalmadı. 

Size "Ey! Amerika! Gazze'de şöyle oluyor, böyle oluyor!" der, arkadan aynı Amerika ile el sıkışır, cilveleşir. İsrail'e gemi gemi erzak gönderir. Dün, "Ey! Tayyip! Sen Kandil'in şususun, bususun" der sonra aynı Tayyip ile kanka olur, canciğer kuzu sarması olur ve "Gelsin Apo mecliste konuşsun" der.

Sonuç:

Dincilere ülke emanet edilmez.

Bir ülkeyi asker kurtarır; öğretmenler eğitir, dinciler batırır. 

Dünyada dincilerin yönettiği huzurlu tek ülke o yüzden yoktur ve o yüzden İslam şeriatı ile yönetilen ülkelerden koşa koşa laik, Hristiyan, Noel kutlanan, LGBT ülkelere kaçıyorlar.