26 Temmuz 2024 Cuma

DÜŞMAN AŞIKLAR 38 - SERAP'ın İNTİKAMI :)


Çiğdem kahkaha atarken, Nil, kapıyı çarpıp çıktı. Taksi çağırma düğmesine bastı. Beklerken, çantasından telefonunu çıkarttı. Bir numara tuşlayınca, çok uzaklarda bir yerde, kahverengi, maun çalışma masasının üzerindeki siyah cep telefonu zangırdayarak çalmaya başladı. Bir el, ortadaki küçük yuvarlağa bastı, elin sahibi, cezaevi müdürüydü. Siyah saçları kırlaşmış, seyrelmiş, alnında çizgiler oluşmuş ama yeşil gözleri berraklığını kaybetmemişti. Tanıdığı bir numara değildi. Nil, gencecik kızken, hapse girdiğinde cep telefonu alacak kadar zengin değildi ama adamın numarasını ezberlemişti ve İstanbul'a gidip, kütüphanede çalışmaya başlayınca, kendisine en ucuzundan bir telefon alıp; kurtarıcısını 'Kuğu Gölü' olarak kaydetmişti. Titreyen bir sesle

"Kuğu Gölü balesine bilet aldım."

dedi ve adamın yıllar önce tembih ettiği üzere hemen kapattı.

Tarık, şifreyi duyunca irkildi, alnında bir damar kabardı, yanağı seğirdi. Cemil'in ailesinin her şeyi öğrendiğini sandı. Öyle olmadığını öğrenince rahatladı. Koca bir aileyle uğraşmaktansa, sadece şantajı yapan kadına engel olması gerekecekti. Yirmi altı yıl önce başarmıştı. Yine halledecekti.

"Panik yok Nil. Sakın korkma arkanda ben varım. Şimdilik o kadını oyala yeter. Foçalı ile evleneceğini sanarak rahat davransın. Korkarsa bilgileri internete verebilir. İşim zorlaşır. Anladın değil mi?"

"Anladım. Merak etmeyin. Sağolun, çok sağolun....ayağınıza taş değmesin sizin de, ailenizin de."

"Sen de sağol Nil. Numaranı kaydettim. İçin rahat olsun. Benden haber bekle."

Böylece, kadıncağız rahat bir nefes aldı. Müdüre güveniyordu. Ancak sosyetiği nasıl ikna edecek, nasıl halledecek bilemiyordu. Dualar ede ede evin yolunu tuttu.

Küçük müttefiki sayesinde Mehmet'in felç numarası yaptığını öğrenen Serap, ertesi sabah gazeteye gelince, Asuman ve Fadıl'la baş başa verip; fısır fısır konuşmaya başladı.

"Tamam, beni ve annemi korumak için yapmış ama çok kızdım. Şimdi sıra bende. İNTİKAM ÇANLARI ÇALSIN.

"Çalsın ablacığım. Hi, hi, hi."

Fadıl sordu:

"Ne yapıyoruz?"

"Önce Fezü'nün telefonunu bulun bana çocuklar. Sonrası kolay."

"Güvenlikte vardır Serap abla, hemen alıp geleyim. Tüm ziyaretçilerin telefonunu kaydediyorlar."

Az sonra Asu numarayı getirdi ve çakma olmayan sarışınımız konuşmaya başladı:

"Fezü bey, merhaba. Ben Serap Arda, bir şey soracaktım, hani siz şu meşhur mor takımın, pembe takımın parasını alabildiniz mi? Hmm, o zaman annem adına ben ödeyeceğim. Hem de faiziyle. Sonuçta kumpası annemle birlikte kurmuşlar. Yalnız minik bir yardıma ihtiyacım var. Bakın şimdi dinleyin ..."

Güneş battı, evlerin ışıkları peş peşe yandı. Mehmet, eli çenesinde bu durumdan nasıl çıkacağını düşünüyordu. Annesi ve babası, vapura binip; yeni doğan bebekleri için bir akrabalarına gözaydınına gitmişti ki, yan bahçeden müzik sesleri geldi. Kendi kendine söylendi:

"N'oluyor? Bir yerde düğün mü var?"

Tam o sırada, Eylül, bahçeden geldi.

"Babişko! Nil teyzelerin bahçesinde parti var. Biz de davetliyiz."

"NE? Ben felçliyken, parti mi veriyorlar? YUH!"

"Felç diilsin ki, numara yapıyorsun."

"Ama onlar bilmiyor ki."

"Evet ama babişko bu şürpriiiizzz. Özgür abi de orada."

"Kankam da mı orada. E, gidelim o zaman. Davete icap etmemek olmaz. Ben kolumun askısını takayım, sen de tekerlekli sandalyemi getir kuzucuk."

Mehmet, sahte kol askısını evvelsi akşam sağ koluna taktığını unuttuğundan, bu sefer sol koluna taktı. Eylül mahsus bir şey demedi. Sonuçta, o Serap'ın takımındandı.

Renk renk ampuller ve Japon fenerleri bahçeye bir masal havası vermişti.

Anne- kızın misafirleri de yabancı değildi: Asuman, annesi, babası 'Dünya Para İhsan', küçük kardeşi Mıstık, Fadıl, Özgür, Madam Angela ve Fezü.

Mehmet, tekerlekli sandalyeyle bahçeye gelince, ekip hep bir ağızdan

"GEÇMİŞ OLSUNNNN!" diye bağırdı.

Elindeki birayı kaldıran Özgür:

"Sana MORAL GECESİ düzenledik. İyileşeceğin güne abicim."

"Teşekkür ederim, e...eksik olmayın. Sağolun hepiniz."

Serap, Asu ve Fadıl'ın intikam planından habersiz olan kankası fısıldadı:

"Gördün mü abicim? Numaramızı yemişler."

"Gördüm ama içim içimi yiyor, sevdiğimin gözüne baka baka yalan söylüyorum. Burnum uzayacak. "

"Abicim hepsi Serap ve annesi için. Zaman kazandık, ileride bir çözüm buluruz merak etme. Gün doğmadan neler doğar derler."

"İnşallah kanka...."

Fadıl, "Tekrar geçmiş olsun Mehmet abi, ben müziğin sesini açayım; parti başlasın." derken,

Serap geldi.

"Hoş geldiniz Mehmet bey."

"Bey mi?" 😟

"E, herhalde. Bir başkasıyla evleneceksiniz. Siz de bana 'siz' diye hitap ederseniz sevinirim. Bu arada sağ kolunuz alçıda değil miydi?"

"Assesllssss! Dün beni öyle görünce şoke oldun ya, aklında yanlış kalmıştır. Sol kolum alçıdaydı."

"Tabii canım, öyledir. Ben size tabak getireyim, sağ elinizin alçıda olmaması iyi oldu. Çok güzel şeyler yaptık hatta pastanın üstünü Eylülcüğüm süsledi. Değil mi canım?"

diyerek masaya gitti. Eylül

"Evet babişko. Çilekleri ben dizdim. Biz, Çıldırgan ve Limon'la oynayacağız." diyerek, kedileri seven Mıstık'ın yanına koşarken, elinde bir tane yaprak sarma, şapur-şupur yiyerek Fezü geldi.

" Mehmet Bey, geçmişler olsun efendim. Allah'tan ümit kesilmez belki bir mucize olur. Tıp her gün ilerliyor."

" Senin ne işin var burada? Yediğin yumruklar yetmedi mi? "

"Ne işim olacak? Siz Çiğdem hanımla evleniyormuşsunuz; bu durumda ben de artık Serap hanıma rahat rahat kur yapabilirim. Hatta ilan-ı aşk edebilirim."

"Grrrrrr..."👿 Ölümüne mi susadın salak? Bak valla 20 yıl yatarım demem seni..."

"İlahi Mehmet bey, madem başkasıyla evleniyorsunuz, bırakın biz de Serap hanımla mutlu olalım. Ben masaya döneyim sıcacık ıspanaklı börekte gözüm kalmıştı. Size de getireyim mi? "

"Çiğ çiğ yerim lan seni börek niyetine, kaçma gel!"

Serap, tabak hazırlarken, diğerleri yiyip, içip, sohbet ediyordu. Mehmet, kaşlarını çattı, Fezü'nün arkası ona dönüktü, son hızla arkadan gelip adama çarptı. Zavallının iki diz kapağı, seramik zemine ÇATIRR diye çarptı. Herkes başına üşüştü.

"Ah! Dizim! Gitti dizim!"

"Aa, çok pardooon!"

"N'oldu burada? O çatırtı neydi?"

"Mehmet bey,  tekerlekli arabasıyla Fezü'ye çarptı!"

" Daha yeni felç olduğum için kullanmasını öğrenemedim. Kusura bakma Fezü. Kaza."

Serap, Mehmet'in sırıtkan suratına bakar bakmaz durumu anladı.

"Tabii canım! Kaza! Ona ne şüphe? Hadi afiyet olsun." diyerek tepsiyi yakışıklı adamın kucağına bıraktı ve dizleri sızlayan zavallıya döndü:

"Fezü Bey, öpiim de geçsin."

Çay servisi yapan Asuman, kızın kulağına fısıldadı:

"Hiii! Füze atsaydın ablacağım, öyle ölmez."


"Grrrrr!"

" Müstehak Asucuğum." diyen Serap Mehmet'e döndü:

Bir şey mi dediniz Mehmet bey? Yoksa guruldadınız mı? Duyamadım. Neyse, buz torbası getireyim."

"Sağolun Serap hanım, öyle dediniz ya, geçti bile şimdiden."

"Ama önce Mehmet beye çay ikram edelim."

diyerek Asuman'ın elindeki tepsiden ince belli bardaktaki, dumanı üstünde kıpkırmızı çayı aldı ve kaynar kaynar adamın dizine boca etti.

"Aahhhhhhh! Yandım!"

"Ay, pardon kaza oldu. Ne sakarım, kusura bakmayın ama siz niye bağırdınız ki? Hissetmemeniz lâzım?"

Mehmet, sağ eliyle pantolonunun diz kısmını teninden uzak tutmaya çalışırken,

"Şey, şey, psikolojik olarak bağırdım! Yani otomatik olarak yani...sanki hissedeceğimi sandım! Yoksa hissetmedim tabii."

dedi.

"Hmm, anladım. Zaten Fezücüğüme buz getiriyordum size de getireyim. Siz hissetmeseniz de bacağınız yanmasın."

"Fezücüğüm mü?"

derken gözlerinden yaş gelmek üzereydi.

Asuman,

"Ay, ablacığım! Senden korkulur. Hi,hi,hi.."

diyerek bıyık altından gülüyordu.

"Eee, müstahak. Yaptıkları yetmiyormuş gibi bir de misafirime kötü davranıyor."

Az sonra güzel feminist, buz torbalarını hem Mehmet'e, hem Fezü'ye verdikten sonra müzik setinin sesi açtı.

"Haydi Asu, Fadıl, Madam Angela, oturmayın öyle."

deyince hepsi kalktılar ve şıkır şıkır oynamaya başladılar. Güzel kız

" Aman desinler desinler
Şeker yesinler; bu kız bu oğlana yanmış desinler"

şarkısının "Bu oğlana" kısmında, eliyle Fezü'yü işaret ediyor, adamın ağzı kulaklarına varırken, Mehmet dişlerini sıkıp, parmaklarını tekerlekli sandalyenin koluna geçiriyordu. Burnundan ve kulaklarından neredeyse dumanlar çıkacaktı.

Fadıl ve Asuman

"Adamcağıza gerçekten inme inecek!"

diye gülüyorlardı.

"İnsin çocuklar, hak etti. Ay, tövbe tövbe, inmesin."

"Gördün mü Özgür? Şu kız şu oğlana yanmış derken Fezü'yü gösterdi! Öleyim ben yahu!"

"Abiciğim, misilleme yapıyor, üzülme."

"Öyle mi dersin?"

"Öyledir kanka, sonuçta Çiğdem'le evleneceksin, o kadarcık intikam almasın mı?"

"Haklısın galiba ah biz iyi yapmadık galiba."

"Başka çaremiz mi vardı abiciğim? Daha iyisini bulana kadar oyalarız Çiğdem'i."

"O da doğru. Şşt, pinti İhsan bey geliyor. Duymasın."

Dünya Para İhsan:

"Mehmet bey oğlum, bu kol askısına dünya para vermişsinizdir. Bana deseydiniz evdeki eski çaputlarla bir güzel yapardım. İsraf."

"Ah! İhsan! Bana fenalık getirtme n'olur bari bir gün para konuşma."

"Tamam karıcığım, masaya gideyim bedava bir sürü güzel yiyecek var. Bol bol yiyeyim. Akşam yemeğinden tasarruf yapmış oluruz. Siz de bol bol yiyin, sabah kahvaltıya bile acıkmayız belki.

"Ah, ah, Asuman'a kısmet çıkınca, tüm bakkala, manava, konu, komşuya, askerlik arkadaşlarına kadar soracağım, cimri olmasın diye."

"Ben cimri değilim karıcığım, tutumluyum."

"Sus! Hâlâ konuşuyor."

Nil, yorulup oturan kızına döndü:

"Kızım, sen Sinatra, caz filan dinlersin, bu kıro müziklerden hazzetmesin nereden çıktı?"

"Mecburen anne, şarkının sözleri intikamıma çok uyduğu için özellikle seçtim."

"Ah! İki deli aşık! Allah'ım ben bunlarla ne yapacağım?" derken,

Mehmet, Özgür'e

" Ben, Çiğdem'le evlenince, Serap da inadına bu ibişle evlenirse, yüksek bir binadan atlarım".

dedi.

" Abicim, dur bakalım. Belki aklımıza başka bir çözüm gelir. Sonuçta vakit kazandık. "

Çözüm diye bulduklarına pişman olan Mehmet, Fezü'ye tatlı tatlı gülümseyen Serap'a acıklı gözlerle bakıyor; iki ufaklık, kedilerle koşmaca oynuyor, havaya zıplayıp, Japon fenerlerini sallayarak harika vakit geçiriyorlardı.

DÜŞMAN AŞIKLAR 37- SÖYLEMOOR, UTANOOR:)

Serap'ın dikişleri alınmıştı. Ana, kız hastaneden çıktılar ve eve gittiler. Annesinin ve anneannesinin seslerini duyan kedicik patileriyle kapıyı tırmaladı ve miyavladı. Açılır açılmaz da bahçeye koştu.

"Hoş bulduk Çıldırgan! Yani yüzümüze bakmadan bahçeye koş! Bravo!"

"Kızım, kediler öyledir. Severler ama belli etmezler."

"Biliyorum anne, şaka yaptım. A, Mehmet'ten mesaj geldi."

"Aaaah! Ah! Feminist kızım bir maçoya varacak. Komşular imdat diye bağırasım var."

"Ya annee...."

"Tamam, tamam, ben mutfağa gidiyorum."

Serap mesaja baktı:

"Sevgilim, aşkım, aniden görev çıktı, Afganistan'a gidiyorum. Hoşça kal demeye vaktim olmadı kusura bakma."

Yirmi tane öpücük ve yirmi tane de kırmızı kalp vardı.

Serap, hemen cevap yazdı:

"Güle güle git, güle güle gel bir tanem, kendine çok dikkat et."

ve öpücük selfisi yolladı.

*****

Akşam oldu, ertesi sabah oldu, sonraki gün, ondan sonraki gün, Mehmet'ten hiç haber gelmiyordu. Ne mesaj, ne arama. Serap dokunsalar ağlayacak haldeydi. Dayanamadı, gazeteyi aradı. Patronu

"Kızım, Afganistan'a gittiğinden beri benim de haberim yok. Üzülme, biliyorsun cep telefonu kullanmak yasak öyle yerlerde. İyi düşün, iyi olsun."

dedi. Serap telefonu kapatırken, patronun Özgür'le "çak" yaptığını tabii ki görmedi.

Tam bir hafta geçti.

"Anne delireceğim! Kimse bir şey bilmiyor! Nerede bu adam? Günde 40 kere mesaj atardı. Öldü mü? Yaralandı mı? Dincilere esir mi düştü? Kafasını mı kes...."

"Ay! Kızım! Allah korusun! Niye aklına hep kötü kötü şeyler geliyor? Savaş muhabiri olmak kolay mı? Patronu demiş ya, belki telefon etmesi yasak bir bölgededir. Askerlerimiz korur onu merak etme, kendi de maşallah kendisini savunamayacak biri değil. Dur sana yavru kedi videoları bulayım da moralin düzelsin."

diyen Nil, telefonuna bakınca, gözleri yuvalarından fırladı.

"AAAAAAAAAAA!"

"Ne? Ölmüş mü? Mehmet öldü mü?"

"Ne ölmesi? PUUUU! Keşke geberseymiş oralarda!"

"N'oldu anne?" diyen Serap, koltuğundan fırlarken kucağındaki Çıldırgan neye uğradığını şaşırdı ki, ilk kez kedisini düşünmeden ayağa kalkıyordu. Telefonu annesinin elinden kaptı. Ekrana baktı:

"Ünlü köşe yazarı Mehmet Foçalı'dan şaşırtan karar: Cesur savaş muhabiri, İnstagram fenomeni Çiğdem ile evleniyor."

"OLMAZ! İNANMAM! YALAN!"

Serap, elinde telefon kapıya yöneldi.

"Nereye? Kızım kendi telefonunu al o benimki."

"Ay, ssghgsss! Mehmet'lerin evine. Annesi, babası biliyordur ne olduğunu."

"Of...git bakalım...Ah! Ah! Şeytan diyor git bir silah al, nikâhı bas, tak - tak - tak- tüm şarjörü boşalt! Sen misin kızımı üzen diye..yapar mıyım, yaparım."

Serap, bitişik villanın zilini çaldı. İçinden

"Kesin yalan, doğru olamaz, yalan..."

diyordu. Kapıyı, Özgür açınca şaşırdı.

"Özgür?"

"Ah, Serap hanım. Bence içeri girmeyin."

"Niye? Siz ne işler çeviriyorsunuz? Duyduğum doğru mu? Mehmet, Çiğdem'le mi evleniyor?"

"Şey....maalesef doğru. Ama durum bildiğiniz gibi değ...."

Güzel kız içeri girmek için hamle yapınca, Özgür,

"Hayır, n'olur Serap! Girme...."

"Allah! Allah! Karışma!"

"Hayır, izin veremem, kankam tembih etti."

"Gireceğim, mani olamazsın!"

"Hayır!"

Serap içeri girmeye çalışıyor, Özgür kapıyı kapatmaya çalışıyordu. Sonunda kız, "Çekil yolumdan" diyerek sertçe genci itti ve hızla salona girince, tekerlekli sandalyede oturan, kolu alçılı Mehmet'le göz göze geldi.

" MEHMET?"

"Serap, beni bu halde görmeni istemezdim canım. "

İçeride Mehmet'in annesi, babası ve Madam Angela da vardı. Eylül ortalıkta gözükmüyordu.

" AMAN ALLAH'ım! SEN....SEN....."

" Afganistan'dayken bir şarapnel parçası omuriliğime saplandı. Felç oldum."

"NE? Peki bu evlilik hikayesi ne? Kafan da mı felç oldu? Niye aniden Çiğdem'le evlenmeye karar verdin?"

"Ha- hayatım. Şimdi şöyle.....eee, ayaklarım tutmuyor ya, benim gibi bir sakatla evlenmeni istemedim. Gençsin, çok güzelsin. Ömür boyu...."

"Sen delirdin mi? Umurumda mı sanıyorsun?"

"Şey...sa..sa....sadece...sadece...sadece..."

"Sadece ne?"

Madam Angela söze girdi

"Sana sölemoor...utanoor. Sadece bacakları değil söylemesi ayıp başka yerleri de tutmoor imis...

Mehmet içinden

"Allah seni kahretmesin Özgür!"

dedi ve

"Evet canım, ben artık kocalık yapamam yani seni mutsuz etmeye hakkım yok. "

"Madem öyle, Çiğdem'le niye evleneceksin?"

"Şey, ona ceza olsun diye."

"PARDON?"

Özgür, Mehmet'den önce atıldı. Genç adamın bu kısmı gülmeden söyleyemeyip, her şeyi berbat etmesinden korkuyordu.

"Şey, Çiğdem hanım ikinizi çok kıskanıyordu. Mehmet'in Afganistan'a gideceğini duyunca, beddua etmiş, totem yapmış."

Madam Angela

"Evet sook kıskanoordu. İnsallah ayaklarin felc olur da gelirsin demis."

"Yok artık, sanki paralel evrendeyim. Ben gidiyorum. Sana çok geçmiş olsun. Mutluluklar dilerim!"

"Serap!"

Güzel kız, salondan çıktı. Kapının kapandığını duydular. Herkes birbirine baktı.

Babası,

"Cümleten geçmiş olsun! Bir kevaşe yüzünden şu oyuna ortak olduğum için kendimi affetmeyeceğim."

Annesi

"Allah iyiliğinizi versin. Baban haklı, ne diyeceğimi bilemiyorum. Lanet Çiğdem!"

Mehmet,

"İkiniz de haklısınız ama Çiğdem'le evlenmezsem Serap'ın da annesinin de hayatı tehlikeye girecek. Dosyayı gördünüz."

Annesi,

"Off...evladım of...biliyorum da, ne olacak şimdi?"

"Ben de bilmiyorum. İnandı mı acaba?"

Özgür

"Bence inandı abicim. Sen kendini feda ettin ama Serap yengemin de, Nil hanımın da hayatı kurtuldu."

Madam Angela

"Ah bire Mehmet bey oğlum, o musmula suratli kariyi nasil koynuna alacaksiin?"

"Yok be Madam, sıkıysa yatak odamın eşiğine adımını atsın! Kabul etti zaten. Derdi elaleme hava atmak."

"Ah, çocuğum ah, nazarlara geldik. Başka bir çözüm bulsak keşke..."

"Yok ki anneciğim. Kuzucuk bile çok kızmasına rağmen kabul etti."

"Küstü sana zaten oğlum. Odasından çıkmıyor. Yemek de yemedi."

*****

Onlar bu tuhaf durumu konuşurken, Serap, eve girmiş annesiyle konuşuyordu.

"Bu ikisi yani Mehmet ve Özgür bir şeyler döndürüyorlar gibime geliyor anne."

"Nasıl yani?"

"Felç olduğuna inanmıyorum."

"Numara mı yapıyor yani? İyi de niye? Sana deli gibi aşık değil miydi bu adam? "

"Mehmet, felç de olsa benimle evlenirdi."

"Ama demiş ya kocalık yapamayacak olması bana mantıklı geldi..."

"Hayır anne. Bu işte bir bit yeniği var. Hissediyorum."

"Senin sezgilerin güçlüdür. O sayede Gönül Çınar cinayetini çözdün. Peki ne yapacaksın?"

"Bilmiyorum henüz aklımda bir şey yok anne. Şoku atlatmaya çalışıyorum."

******

Aynı dakikalarda, Eylül, odasının penceresinden sincap gibi ağaca tırmandı. Oradan da aşağı indi ve koşa koşa bitişik evin zilini çaldı. Kapıyı Nil açtı.

"A, Eylülcüğüm?"

"Serap ablayla konuşmam lâzım Nil teyze."

"Gel canım. Yatak odasında ağlıyor."

"Ağlamasın çünkü babam felç filan diiil! Hepsi numara yapıyo!"

"NEEE?"

Az sonra Serap her şeyi öğrenmişti.

"Demek öyle dedi baban. Eminsin değil mi canım?"

"Evet Serap abla, seni ve Nil teyzeyi korumak içinmiş. Ama neden koruyacaklar bilmiyorum. Ben babamın Çiğdem'le evlenmesini istemiyorum. Bizim eve gelirse, evden kaçarım."

"Gel bakiiim...kıyamam...sen babana bir şey söyleme. Anlattığı bu yalana inandık sansın. O arada bir çözüm buluruz elbet."

"Yaşasın!"

Serap küçük kıza sarıldı ve annesine sordu:

"Anne? Bu Çiğdem, Mehmet'i evlenmeye zorlayacak kadar ne biliyor ki? Mehmet, seni, beni kimden koruyacak? Kan davalın filan mı var?"

Nil içinden Allah'a şükretti. Kızının bunu soracağını biliyordu. Ne uydursam diye düşünürken, "Kan davası" imdadına yetişmişti.

"Evet canım, maalesef. Bir köylümüz....yani çok eski hikaye, dedenin dedenin dedesi gibi. Herhalde Çiğdem bir şekilde öğrendi; ağzını yoklar, her şeyi anlarım."

"Allah, Allah! Polise niye gitmiyoruz ki anne?"

"Kızım, bunlar çok manyak bir aile, inan polis bile bir şey yapamaz. Biri peşimizi bıraksa, öteki düşer. Siz oturun, ben Çiğdem şırfıntısına gidiyorum. Buzdolabında çikolatalı puding var."

dedi ve gitti. Bir saat sonra kadının evinin kapısındaydı.

"Ooo, Nil hanım, haberi duydun, beni tebrike mi geldin? Ben de telefondan gelinlik modelleri bakıyordum. Şu nasıl? "

Çiğdem, kabarık etekli, straples bir gelinlik fotoğrafı gösterdi.

"Çek şunu gözümün önünden. Ne yaptın?"

"Anlamadım?"

"Mehmet kızıma deli gibi aşıktı, ne yaptın da aniden evlenmeye mecbur ettin? Vaktiyle ondan çocuk filan mı peydahladın? Bir yerlerde gizli bir kızın, oğlun mu var? "

"Hah,hah, hah! Ay çok fazla dizi izlemişsiniz Nil hanımcığım yoksa Handan Çimen mi desem?"

Nil'in yüzü limon gibi sarardı. Dizleri titredi. Gözleri kadının gözlerine sabitlendi.

"Su ister misin? Evet, sırrını biliyorum gerçi eline sağlık...haklıymışsın kocanı öldürmekte."

Serap'ın annesi bir şey diyemiyordu. Çiğdem, şoke olmuş kadının aklından geçeni anladı.

"İyi bir özel dedektif tuttum."

"Sinsi sürüngen! Eğer kızıma tek kelime edersen seni de öldürmekte tereddüt etmem."

"Merak etme ağzım mühürlü. Niye söyleyeyim ki? Yoksa anlaşma bozulur ve Mehmet benimle evlenmez."

"Zavallı! Bir erkekle ancak şantaj yaparak evlenebileceksin."

"Kim bilecek?"

"İblis! Acıyorum sana."

"Ha,ha,ha, ayol sen değil miydin kapıma gelip, ikisini ayırmak için planlar yapan? "

"O başka, o zaman Mehmet'i iyi tanımıyordum. Kızımı mutsuz edecek diye düşünüyordum ama birbirlerine gerçekten aşık olduklarını anladım. Sen anlamazsın tabii ancak başkalarının yuvasını yıkmayı bilirsin. "

Nil, gitmek üzere kapının kolunu açarken Çiğdem

" Düğüne davetiye yollayayım mı?" diye seslenince, kadın, arkasına döndü:

"O davetiyeyi yediririm sana. Unutma: Son gülen iyi güler."

DÜŞMAN AŞIKLAR 36 - ÇİĞDEM MEHMET'e ŞANTAJ YAPIYOR

Sosyete Çiğdem'in ise aşıkları ayırmak için kaybedecek zamanı yoktu. Hemen gazeteye gitti. Mehmet, yeni köşe yazısını hazırlıyordu; Serap da dikişlerinin alınması için annesiyle hastaneye gitmişti. Özgür ortalıkta değildi. İçeri girip kapıyı arkasından kapattı. Tam karşısındaki odada, Serap'ın asistanı Asuman, uğursuz kadından işkillenip çaktırmamaya çalışarak ikisini gözetlemeye başladı.

Neler konuştuklarını duyamıyordu ama kadının Mehmet'e bir dosya verdiğini ve genç adamın okurken kaşlarını çattığını gördü. Sonra tartışmaya başladılar. Mehmet yumruğunu masaya indirdi. Duymak için can atıyordu. Kulak verebilse şunları işitecekti:

"Bu bilgileri boşuna getirmedin herhalde. Ne istiyorsun Çiğdem? Para olamaz, yeterince zenginsin. Gazetede köşe yazarı filan mı olmak istiyorsun? Önce 'de' leri, 'da' ları ne zaman ayrı, ne zaman bitişik yazacağını öğrenmen lâzım."

" Ha,ha,ha,ha! Ay! Mehmetciğim! Çok hoşsun. Ne yapayım köşe yazarlığını? İnstagram sayfamın 5 milyon takipçisi var. Unuttun herhalde ben koskoca Çiğdem'im."

"E? Ne istiyorsun?"

Paylaşmazsa ölecek budalası, elini Mehmet'in elinin üstüne koydu. Yakışıklı yazar tarantula değmiş gibi çekti elini.

"Ne isteyeceğim hayatım? SENİ İSTİYORUM. Benimle evleneceksin. Yoksa bunları internete yüklerim. 24 saat içinde duymayan kalmaz. Nil hanımı öldü sanan o adamlar da ölmediğini anlayıp hem Nil'i hem de belli mi olur Serap'ı gebertirler."

Mehmet ayağa fırladı. Yüzü pancar gibi olmuştu, yanağı seğiriyordu.

"Manyak mısın sen? Bu kadar mı düştün? "

Kadın da ayağa kalktı.

" Hayır, seven ve kıskanan bir kadınım. Sana bir hafta mühlet. Düşün, taşın. Cevabın 'hayır' olursa, dediğimi yapmakta bir saniye tereddüt etmem."

"Defol git! Alçak!"

"Şştt...duyacaklar hayatım!"

diyen Çiğdem gidince, Mehmet, camı, çerçeveyi indirecekti ama ofiste olay çıkartmak istemedi.

Özgür de o sırada kafeteryadan geldi, Çiğdem'in gittiğini görünce, odaya girdi.

"Abicim? Yüzün mahkeme duvarı gibi.

"Gel benle Özgür, burada konuşmayalım."

*****

Mehmet, Özgür'ü de alıp, arabasına atladığı gibi deniz kıyısına gitti. İnsanlar koşuyor, yürüyüş yapıyor, köpeklerini gezdiriyordu. Büfeden kendisine ve kankasına iki kahve aldı. Kafein beyni açar belki bir çözüm bulurdu. Yakışıklı adam anlattıkça, Özgür, saçını, başını yoldu. Dosyaya da göz attı; kuşkuya yer bırakmayacak kadar gerçekti.

"İşte böyle."

"Yandık! Abicim bu kadın bildiğin Karanlık Taraf*'a geçmiş."

"Aynen, Sith Lord*u olsa bu kadar kötü olur."

"Bir çözüm bulmamız lâzım ama aklıma gelmiyor. Kafam durdu. "

"Koruma tutsanız. İkiniz evlenince, 24 saat nöbet tutarlar. Kimseyi yaklaştırmazlar.."

Mehmet, derin bir nefes verdi

"Ben de düşündüm ama Serap'tan söz ediyoruz, bu kız evde oturup dantel ören, lahana sarması yapan biri değil, belayı mıknatıs gibi çekiyor. Daha yeni kurşunlandı. Sürekli kontrol edemem. Bir punduna getirip kırmızı ışık yandığında arabasını çapraz ateşe tutsalar? Gazetede çekip vursalar?"

"O da doğru."

" Çiğdem'le evleneceğim."

"Yapma kanka gözünü seveyim yapma. Kendine de, Serap'a da yazık etme. Hem kıza ne diyeceksin?"

"İşte seni o yüzden çağırdım bir şey bulmamız lâzım. Öyle bir şey ki, hem üzülmesin, hem de kuşkulanmasın. "

Özgür, eli çenesinde, sol, sağ, yukarı, aşağı gezindi, durdu. Mehmet de kahvesinden bir yudum aldı.

" Buldum: Bir filmde görmüştüm, işe yaramıştı."

"Söyle."

"Ben aslında gayim dersin."

Mehmet, kahveyi püskürttü.

"Özgür şimdi bir çarparım, bir de yer çarpar!"

"Kızma abicim, o filmde adam öyle deyince...:"

"Bak hâlâ konuşuyor, o'lm bu kız salak mı? İnandırıcı bir şey bulmamız lâzım."

" Hah! Buna ne dersin? Çiğdem bir paylaşım yapmış, bugün herkesin dilindeydi, kimonoyla poz vermiş, "Ben Geyşa ruhlu kadınım, erkeğimin ayağını yıkarım, feministleri hiç sevmem. Hepsi erkek düşmanı' demiş. "

"Eee?"

"E'si şu kanka: Senin köşenin adı bile eskiden 'Maço Köşe değil miydi? Düşündüm, taşındım, feminist bir kadınla yapamayacağıma karar verdim, Geyşa ruhlu biri lâzım bana dersin. Ayağımı filan yıkas..."

"Yok deve! Buna da inanmaz! 'Feminist olduğumu yeni mi öğrendin ÖKÜZ?' der, suratıma da bir yumruk atar gider."

"O zaman, gerçeği söyle. Çiğdem, şantaj yapıyor de. Seni ve anneni korumak için mecbu...."

" Düşünmedim mi sanıyorsun? Gidip Çiğdem'i vurur, paşa paşa hapis yatar."

"Offf!"

"Böyle yapmasa bile annesinin bir cinayet işlediğini, babasının öldürüldüğünü öğrenip kahrolur."

"Haklısın yaa..."

diyen Özgür, eli çenesinde düşünmeye başladı. Mehmet de başını ellerinin arasına almış, yerdeki pembe - gri kilit taşlarının desenlerini ezberliyordu. On beş dakika sessizlikten sonra Özgür ayağa fırladı.

"BULDUM! Yeminle, bu sefer BULDUM kanka. Yalnız yardım gerekiyor, ekip işi olacak. Yoksa inanmaz."


DÜŞMAN AŞIKLAR 35- SIRLAR ORTAYA DÖKÜLÜYOR


Pazar günü, Serap ve Mehmet, Eylül'ü de alarak deniz kıyısına gittiler. Ayakkabılarını çıkartıp, pantolonlarının paçalarını sıvadılar ve el ele sıcacık kumların üzerinde yürümeye başladılar. Eylül, ince taneli kumların üzerine oturdu ve kova ve küreğiyle kumdan kaleler yapmaya başladı.

"Bu kale piyensesin kalesi, bu kale de piyensin, şu kale de kötü cadı Çiğdem'in. Dıt- dıt- dıt- dıt - geliyorummm şimdi yıkacağım senin kaleni kötü cadı...."

Arada buz gibi dalgalar ayaklarını ıslatıyordu. Çok uzatmadan evlenmeye karar vermişlerdi.

"Hmm. Madem yakında karı-koca olacağız, elektrik süpürgesiyle aran nasıl sahi? Onu da yumrukların kadar iyi kullanabiliyor musun?"

"Elektrik süpürgesi mi?"

"E, halıları her zaman ben süpürecek değilim herhalde. Kadın - erkek eşitliği diye bir şey var. Şimdi şöyle yaparız: Odalar kaç taneyse ikiye böleriz, iki odayı ben süpürdüm diyelim, iki tanesini sen, ya da sen salonu elektri ...."

Mehmet, sözünü kesti

"Ben kılıbık mıyım?"

"Ben hizmetçi miyim?"

HOOOP! Genç adam bir hamlede Serap'ı omzuna attı.

"Aaay! N'apıyorsun?"

"Denize atacağım, ne yapacağım?"

" Hayır! Köpek balığı olabilir!"

"Yok daha neler? Hem erkek köpek balığıysa yemez seni! Bu kız feminist, hazmedemem der."

"Ay! Çok komik! Evlenmiyorum seninle! Vaz geçtim!"

"Hele bii! Zilli! Şekspir* seni tanısaydı Hırçın Kız'ın ismini Kate değil Serap koyardı."

"Maço! Seni de tanısaydı Petruchio, Mehmet olurdu."

"Hayatım insafsızlık etmiyor musun? Şekspir* okuyan maço var mı şu dünyada? Demek ki değilim."

" İstisnalar olabiliyormuş. İndir! Evlenmiyorum işte!"

Mehmet, göz ucuyla Eylül'e baktı, kumdan kaleleriyle meşguldü. Serap'ı yere bıraktı; kollarına hapsetti ve fısıldadı:

"Nefes almadan nasıl yaşanmazsa, ben de sen olmadan yaşayamam."

"Ben de."

Dudakları birleşti. Tam o sırada Eylül uzaktan seslendi:

"Babişkoooo! Serap ablaaaa! Burada çocuk var herhalde!"

Serap, müstakbel eşine kızdı:

"Hiii! Hep senin yüzünden!"

"Ne yapayım? Sen de böyle güzel olmasaydın."

Eylül, işaret parmağını tehdit eder şekilde salladı:

" Dondurma alacaksınız yoksa babaannişe bunlar öpüştüler derim."

Babası,

"Tamam kuzucuğum, özür dilerim. Sen bakmıyorsun sandım."

Serap

"Aferin! Özrü kabahatinden büyük!"

diye kızdı. Eylül de onaylar anlamda başını salladı.

Mehmet

"Eyvaaah! Kızlara karşı tek kaldım."

"Evet, babişko, ben artık Serap ablanın takımındayım."

"Bak sen, güzel kızı gördü, babasını anında sattı."

"Yaaaa! Babişkooo! "

"Oy, kıyamam, şaka yaptım kuzucuk. Hadi dondurma yemeye gidelim."

"Benimki çilekli ve çikolatalı olacak"

Böylece kovaları, kürekleri toplayıp, ayakkabılarını giyip, arabalarına bindiler ve en yakın pastanede indiler. Ancak, ikisini tanıyan 13 - 14 yaşlarında üç genç kız koşarak yanlarında geldi:

"Aaa! Serap Arda ve Mehmet Foçalı! Ay n'ooolur, bir selfie çektirebilir miyiz?"

Çocukları kırmak istemeyen çift, onlarla selfie çektirdi.

Serap, Mehmet ve Eylül, tatlı tatlı sohbet edip dondurmalarını yer ve hayranlarıyla selfie çektirirken, bir araba, sosyetik Çiğdem'in evinin önüne park etti. İçinden, gri-beyaz saçlı, yuvarlak gözlüklü, 50'sinde ama delikanlı gibi hızlı hızlı yürüyen, entel tipli bir adam çıktı, elinde bir dosya vardı. Nil, ilk paragrafı okudu:

"AAAAAAAAAAA!"

"Nil Arda: Gerçek adı - soyadı: Handan Çimen. 1995 yılında, eşi Cemil Abalıoğlu'nu bıçaklayarak öldürmüş ve taammüden cinayetten 15 yıl hapse mahkum olmuş."

kadın, dedektife döndü:

"Bunlar çok uzun, gazete haberlerinin kopyaları, mahkeme ve karakol ifadeleri.....siz özet geçseniz Hakan bey, sonra okurum hepsini."

" Tamam, şimdi şöyle Çiğdem hanım: Her şey 26 yıl önce Mersin'de başlamış. Nil Arda yani gerçek adıyla Handan Çimen, 19 yaşındayken, Murat Özkan isimli delikanlıyla sözlenmiş. İki aile arasında nişan bohçaları filan gitmiş gelmiş. "

"Hmmm...."

"Meğer, Cemil Abalıoğlu'nun da kızda gözü varmış. 'Seni başkasına yar etmem' deyip duruyormuş. Kızı tehdit etmeye başlamış. 'Yol yakınken vaz geç, yoksa sözlünü öldürtürüm' demiş ama kız 'Havlayan köpek ısırmaz' diyerek umursamamış. Derken, Murat aniden ortadan yok olmuş. Ne ölüsü, ne dirisi bulunmuş. Handan, bunu Cemil'in yaptırdığına eminmiş ama kanıt yok, ceset yok, polis hiçbir şey yapamamış. Kız, Murat'tan hamileymiş ve ortaya çıkmasın diye mecburen Cemil'le evlenmiş.

"Film gibi..."

"Evet, evlendikten sonra Cemil, bebek olayını anlamış ve çocuk düşsün diye kızı her gün dövmeye başlamış. Bir gece, eşi uyurken, kız adamı bıçaklayarak öldürmüş. Kocasının akrabaları da kendisini öldürmesin diye en yakın karakola sığınmış. Sonra 15 yıl hapse mahkum olmuş. Bebeğini yani Serap Arda'yı hapiste dünyaya getirmiş. Bir yıl anne sütü alsın diye hapiste büyütmüş sonra annesine, babasına emanet etmiş. Nasıl olduysa ki, hapisteyken güçlü birisinin kendisine yardım ettiğini düşünüyorum, adını soyadını Nil Arda olarak değiştirip, afla çıkmış. Ailesiyle birlikte İstanbul'a gitmiş. Bir kütüphanede emekli olana dek memurluk yapmış."

diyen emekli komiser Hakan, Çiğdem'le el sıkışıp, oradan ayrıldı. Kadın "Sizi tüm arkadaşlarıma tavsiye edeceğim." demeyi ihmal etmedi. Adam, arabasına binerken kapının dışından

"Eninde, sonunda benim olacaksın Mehmet Foçalıııı! Sevgiyi, aşkı bende bulacaksın Mehmet Foçalııı, ha, haayt!" diye sesler geliyordu.

26 YIL ÖNCEKİ BÜYÜK SIR

Özel dedektif yanılmıyordu. Temiz yüzlü, yeşil gözlü, bir ayağı vaktiyle bir suçlunun attığı kurşun yüzünden hafif aksayan hapishane müdürü Tarık Gündüz, Handan'ın hikayesinden çok etkilenmekle kalmamış, güzel kıza aşık olmuştu. Ancak, namuslu ve dürüst bir adamdı. Görücü usulü, aşık olmadan evlendiği karısını ve iki küçük çocuğunu üzmenin yanı sıra, siciline zarar gelmemesi için aşkını kalbine gömmüş ama kıza yardıma da karar vermişti. Çünkü hapisten çıkar çıkmaz, Handan'ı da Murat gibi ortadan kaldıracaklarından emindi. Sözlüsünü de büyük ihtimalle ayağına taş filan bağlayıp denize attıklarını düşünüyordu ki, gerçekten de böyle olmuştu.

Cezaevi müdürü, Adalet Bakanlığı'nda güçlü bir yakını olduğundan, af çıkacağını biliyordu. Kız için kapalı kapılar ardında epey uğraştı. Tanık koruma programlarına benzer bir şeyler planladı. Bir gün Handan'ı yanına çağırttı:

" Kendine yeni bir isim ve soyadı bul. Koğuş arkadaşların bilmeyecek; en samimi oldukların bile. Kimseye söylemeyeceksin. Unutma: Hayatın buna bağlı."

Aradan birkaç gün geçti. Hapishanenin önü ana baba günüydü. Ellerinde bavullarla çıkan kadınlar yakınlarıyla kucaklaşıyorlardı. Bekleyenler arasında Abalıoğlu ailesinin tetikçisi de vardı. Esmer, kara bıyıklı, suratı sirke satan adam, ağzında sigara, elindeki telefona bakıp bakıp, ekrandakine benzeyen sarışın, genç, güzel kadını arıyordu. Öyle biri çıkmayınca danışmaya gitti.

"Ne bileyim dayı? Herkes çıktı. Kalabalıkta görmemişsindir belki. İyice bak."

deyince, el, pençe müdürün yanına çıktı. Tarık, sigara ve ter kokan adamın kim olduğunu ve niye geldiğini hemen anladı ama belli etmedi.

"Bir maruzatım var müdürüm. Handan Çimen acaba tah...."

"Haberiniz yok mu? Hastalandı; vefat etti. Siz yakını değil misiniz? "

"Yaa...? Heye*, ee, uzaktan akrabasıyım....uzak...vah, vah... oldu, sağolun..."

Bu konuşma olurken, tanınmamak için kara çarşaf giymiş, ayağında cizlavet, elinde hasır örme sepetle, Nil, çoktan İstanbul'a doğru yola çıkmıştı. "Koskoca müdür yalan söyleyecek değil ya" diyen aile olayı kapattı. Böylece, Nil'in hayatı kurtuldu. Tarık, ne olur, ne olmaz ileride bir şey olursa, yine sevdiği kadının yardımına koşmak için bir de parola ezberletmişti: 

"Kuğu Gölü balesine bilet aldım."


diyecek ve telefonu pat diye kapatacaktı. Hapishane müdürü Tarık sayesinde Nil, İstanbul'a gittikten sonra yine onun desteğiyle bir kütüphanede işe başladı. Annesi ve babası da yanına geldiler. Ne olur, ne olmaz diyerek onlar da isimlerini değiştirmişlerdi. Nil, sabahtan akşama kadar birine Savaş ve Barış'ı, ötekine Yüzüklerin Efendisi'ni, diğerine İnce Memet'i verirken, bol bol kitap da okuyordu. Üç yaşındaki Serap'a anneanne ve dede baktı. Annesi her gün masallar, resimli çocuk hikayeleri getiriyor, okunup bitince yine kütüphanenin raflarına koyuyordu. Serap, minik yaşta kitap kurdu olunca, annesi, onu feminist olarak yetiştirmeye başladı. "Büyüyünce ne olacak benim kızım?" diye sorunca, aldığı cevap aynıydı: "Feminiş ol'cam". Babasını sorunca ise kanserden öldüğünü söylediler. Aylar, yıllar geçip peşlerine kimse düşmeyince rahatladılar.


.*Heye: Mersin ağzıyla "evet"

DÜŞMAN AŞIKLAR 34 - YILDIZLAR ŞAHİT OLMUŞ BU AŞKA :)

İhsan bey, "Kızım bu Mehmet Foçalı'nın kendi gibi bir abisi yok mu?" deyip "Yok babacığım, bildiğim kadarıyla tek çocuk" cevabını alınca karalar bağladı.

"Adam 'Tüh! Dedi. Kaçırırım ben sevdiğim kızı' diyordu, ne nişan masrafı, ne düğün masrafı, hepsi dünya para. Böyle damat dost başına."

Eşi

"Ah! Ah! Babanızın adı "Dünya para İhsan" olacak böyle böyle. Ayol, kaçırdıktan sonra yine düğün yapar. O yakışıklı adam, o güzel kızla düğünsüz evlenir mi? Aklına şaşayım! Bu arada Serap hanıma bizim de geçmiş olsuna gitmemiz lâzım. Asu'nun patronu sayılır."

"Doğru."

" Ramazan bayramında gelen kolonyayı saklamıştım, onu götürürsünüz."

"Baba çiçek de alınır. Tek kolonya olmaz."

"E, tamam o zaman ben bir kabristana kadar gideyim, rahmetli babama da Yasin okurum."

"İnanmıyorum baba. Serap ablaya mezarlıktan mı çiçek götüreceğiz?"

"Kızım, koyuyorlar oraya; çürüyüp gidiyor, yazık, işe yarasın. Bir buket çiçek dünya para."

"Kızım bakma sen babana. Yarın ikimiz ana kız gideriz, yolda bir çiçekçiden ben çok güzel bir çiçek yaptırırım. Baban gelmesin zaten. Ne işi var? Nil hanımın başında erkek yok. Kız kıza olacağız. Sen otur!"

"Canıma minnet, biz baba - oğul tavla oynarız di mi oğlum? Hem iki kişi daha az dolmuş parası..."

"Ay fenalık geliyor...."

Onlar didişirken, akşam oldu. Saat gece 23.00'te Serap uyandı. Öğleden sonra uykuya dalınca aralıksız 8 saat uyumuş şimdi uykusu kaçmıştı. Omzunun ağrısı ilaçların etkisiyle epey azalmıştı. Bahçeye çıktı. Gece Çuha çiçeklerinin kokusunu içine çekti. Cırcır böcekleri ötüyordu. Mehtabı izlemeye başladı. Şimdi Moonlight Serenade çalsa ne güzel olurdu. Şöyle yavaş yavaş kendi kendine dans etmeye başlamıştı ki, iki güçlü kol beline dolandı. Korkudan ölecekti ki,

"Kavalyesiz dans etmek olur mu?"

diye Mehmet kulağına fısıldadı. Elleri hâlâ belindeydi.

"Ödümü patlattın! Sapık sandım!"

"Özür dilerim, korkutmak istemedim. Seni bahçede kendi kendine dans ederken görünce dayanamadım."

"Yaptığını beğendin mi? İfşaa olduk; tüm ülke bizi konuşuyor."

"Bak ne diyeceğim: Gözlerime bak ve beni sevmediğini söyle. Bir daha peşinden koşmayacağım."

"Söz mü?"

Mehmet içinden "Eyvahlar olsun, 'sevmiyorum' derse ne yapacağım? O gün babama söylediğim gibi ıssız adada saç, sakal birbirine karışana kadar inzivaya mı çekileceğim kendime gelene kadar?"

derken

"Söz."

dedi. Serap, gözlerini karizmatik yakışıklıya dikti ve fısıldadı:

"Çok beklersin."

Bundan sonra olanları magazin muhabiri Çakma 007 görseydi "Öpücük 2" olarak internete koyar ve şarkı olarak da "Gece Karanlık, eller birleşmiş" sözleriyle başlayan İki Yabancı'yı eklerdi.


"Yıldızlar şahit olmuş bu aşka, mehtap demiş ki, gece aşk başka..." şarkısıyla özdeşleşen o akşam, Serap, inadı bırakınca, yaşlı gezegen bile mutlu oldu; çünkü her yeni sevdayla, yaşamın her şeye rağmen ne kadar güzel olduğunu hissediyordu. Milyon ışık yılı uzaktan bir yıldız ikisine göz kırptı.

Sonrası Serap ve Mehmet için masal gibiydi. Annesi, kızının mutluluğunu görerek eski tavırlarını bıraktı. Bunda, kızı vurulduğu gün sosyetik Çiğdem'i zil takıp oynarken yakalamasının da payı vardı. O sürüngenle işbirliği yaptığı için kendisine kızıyordu ama kaşlarını çatarak

" Ah! ah! Bir, maço damadım eksikti, o da oldu."

demeyi de ihmal etmiyordu.

Tahmin edeceğiniz üzere sosyal medyada ikisinin takipçileri hem şaşkın, hem de mutluydular. Romantizmi kim sevmez ki? İkisine "SerMeh" diye isim taktılar. Bir takipçi ise

"Tamam, SerMeh iki yıldır can düşmanıydı ama birbirlerine çok yakıştılar. Yine de itiraf etmeliyim ki, bu ikisi evlenince epey didişme olacak. Serap hanım iki elini beline koyup, Mehmet beye 'Camlar silinecek hayatım, al şu bezi, kadın - erkek eşitliği var herhalde!' deyince ne olacağını kestiremiyorum. Bir gülmedir geliyor. "

diye yazmıştı.

Onlar aşıklar hakkında yorumlar yaparken, ikisi bulutların üzerindeydi.

Bu işe Mehmet'in annesi, babası, Asuman, Fadıl, Özgür de çok sevinmişti. Tabii Eylül de.

"Okul açıkken, başka öğrencileri anneleri almaya geliyordu, benim annem melek ya, bulutlarda yaşadığı için gelemiyordu, hep babaanniş veya babam alıyordu. Kıskanıyordum arkadaşlarımı. Artık benim de annem olacak."

diyordu.

Sosyetik Çiğdem ise karalar bağlamıştı. Özel dedektifin getireceği dosyayı bekliyordu.

"Ya Nil denen cadaloz beni korkutmak için öyle söylediyse? Ya kimseyi öldürmediyse? Ya dedektif 'Anlaşılan Nil Arda, size yalan söylemiş. Geçmişini didik didik ettim. Kimseyi öldürmemiş. Bildiğiniz ev kadınıymış. Sıradan bir hayatı olmuş.' derse ne yaparım? Bu ikisini nasıl ayırırım? Param da boşa gider ona yanarım."

diyor ve elma şekeri kırmızısı ojeli tırnaklarını kemiriyordu.

"Kahretsin! Gitti ojeler! Bu ikisi can düşmanıydı, niye öyle kalmadılar? Niye?"

diye bağırıp, kendine gelmek için önce SPA'ya sonra kuaföre gitti. Dudaklarını büzüp, kâh üzerinde havluyla, kâh ojelerini gösterirken, kâh şemsiyeli, kirazlı kokteylini yudumlarken, seksî resimler çekip instagram'a "N'aber, pis fakirler" fotoğrafları attı.


DÜŞMAN AŞIKLAR 33- ÇİĞDEM, NİL'İN SIRRININ PEŞİNE DÜŞÜYOR

Nihayet Serap, polise ifadesini verdi. Mehmet, Nil hanım ayılınca, kendisini görüp yine bayılmasın diye gazeteye gitti. Hiçbirinin henüz haberi yoktu ama internet dünyası ve tv kanalları "Öpücük" ile çalkalanıyordu. Çiğdem, görüntüleri görür görmez, 20.000 liralık telefonunu yere atıp kırdı, yetmedi; 10 santimlik topuğuyla üstünde tepindi.


"Al sana öpücük! Al! Al! Al!"

Kolay değil; peşinden koştuğu cesur, ünlü ve yakışıklı erkeği başkasına kaptırmıştı ama Nil, ağzından daha önce adam öldürdüğünü kaçırmıştı. Bunu unutamıyordu, Serap'ın annesi bunu uydurmuş muydu yoksa gerçekten adam öldürmüş müydü? Gerçeği öğrenmek zorundaydı. Eğer gerçekse, eline büyük bir koz geçebilirdi. Ne yapsam diye düşünürken, internette araştırdı, konu komşusuna telefonla sordu ve paranın satın alabileceği en iyi özel dedektifi tuttu. Bir adam öldürdüğünü ağzından kaçıran Nil Arda'nın geçmişini araştırmasını istedi. Serap ile Mehmet'i ayıracak bir şantaj yapmaya yetecek kadar büyük bir sır bulmayı umuyordu. Bulacaktı da.

Serap ve annesi, Asuman, Fadıl, Madam Angela ile birlikte evlerine gitti. Villaya gelince, korkusuz feministimizi kanepeye yatırıp, etrafında pervane oldular. Annesi ve Madam, mutfağa yemek yapmaya gitti. Fadıl, kadınların arasında tek erkek olarak sıkılıp evine döndü. Asuman da yalnız kalmasın diye kızın karşısındaki koltuğa oturdu ama parmaklarını dudaklarına değdirerek kendi kendine gülümsemesinin sebebini anlaması için annesinden gelecek mesajdaki videoyu izlemesi gerekiyordu ve "ding" mesaj geldi:

"Annem arıyor. ABOOOVVVV!"

"N'oldu Asucuğum? Kötü bir haber mi?"

"Ablam bu NEEE! Ay! Ne romantiiiikkkk! Demek o yüzden biz geldiğimizde annen bayılmıştı. Sizi gidi çifte kumrular siziiii."

"Ne? Ne kumrusu? Ne diyorsun?"

"Bunu diyorum, hi,hi,hi,hi..."

diyerek Asu, telefonu kıza verdi.

"Hiiiiiiiiiiiiiii!"

Videonun altındaki ilk iki yorum şöyleydi:

Bunun gibi yüz binlerce yorum gelmişti. Serap ve Mehmet'in takipçileri ikisinin aşık olmasına kızmamış aksine "Demek en büyük aşklar gerçekten de en büyük kavgalardan doğuyormuş" demişlerdi. Az da olsa

"Hayır, Serap, nasıl yaparsın? Sana neler demişti? Kıllı bacaklı, kız kurusu, bıyıklı, kimseler almamış...unuttun mu?"

diyen yorumlar da vardı. O sırada telefonu çaldı. Arayan gazetenin patronuydu.

"Ercüment Bey arıyor. Kovulduk!"

"Ay, ablacığım üzülme, seni başka gazeteler havada kapar. Kitabın da yok satıyor. Ben de kıytırık bir iş bulurum, beni de düşünme."

Ancak, korktukları olmadı.

" Serap kızım! MUHTEŞEM! Herkes gazetemizi konuşuyor. Tıklanma rekoru kırdık. Siz ikiniz düşmanken de olay oluyor, aşık olunca da. Fransızların dediği gibi O - la - la. O - la - la."

Adam her zamanki gibi gazetenin tirajını, tıklanma rekorunu düşünüyordu ama sonuçta kovulmamışlardı. Asuman, güzel kızın yanına oturdu ve Serap'ın ayağını yerden kesen öpücükle ilgili kızsal bir sohbete daldılar. Annesi duymasın diye fısır fısır konuşuyorlardı.

Sansasyonel haberi bitişik villada ilk duyan Eylül'ün "babanniş"i oldu.

"Amanın! ÖPÜŞMÜŞLER!"

"Kim Şehnaz? 80'lik Ajda yeni koca bulup öpüşmüş mü?"

" Millet, oğlumuzun Serap'a olan aşkını konuşuyor. Kalpler uçuşuyor. Sen bulmaca çöz. Hem nedir bu Ajda? Yoksa sen Ajda'ya mı aşıksın?"

"Tövbe karıcığım. Senin üstüne gül koklar mıyım?"

"Hele bii..."

Adamcağız, elinde arkası silgili kurşun kalem "Afrika'da bir ırmak" düşünürken, bu haberle şaşırdı. O anda odaya giren Eylül her şeyi duydu:

" Babişkom Serap ablaya aşık mı olmuuuş?"

"Kuzucuk? Sen ne duydun ki? Bahçede değil miydin? "

"Duydum işte. Babişkom aşıııkkk! Yaşasın! Çiğdem cadısıyla evlenirler diye çok korkuyordum."

"Sevindin mi?"

"Tabii sevindim babaanniş. Serap ablayı çok seviyorum, kedişi de var. Adı da Çıldırgan."

"Peki, rahmetli annenin yerine yeni anne gelsin istemezsen?"

"Annemi hiç hatırlamıyorum ama yerini almayacak ki, melek çünkü o, melek annem olarak yine kalacak. Hatırlasaydım belki istemezdim."

"E, o zaman oldu bu iş. ÇAK!"

Eylül ve babaannesi, ağızları kulaklarında çak yaptılar.

"Kuzucuğumuzun da rızası olduğuna göre, bak, ne diyorum bey? Kızcağız vurulmuş, ölümlerden dönmüş. Az önce pencereden gördüm, geldiler hastaneden. Hemen geçmiş olsuna gidelim."

"Gidelim, gidelim de. Eli boş gidilmez ki...çiçek alalım."

"Haklısın, kolonya da. Müstakbel gelinimize hoş geldine gidemeden geçmiş olsuna gidiyoruz. A, ev hediyesi de alalım. Sonuçta yeni taşındılar. Adettir."

"E, ne duruyoruz? Hadi benim Uyuz Küheylan'a binelim gidelim bir AVM'ye hem çiçek alalım, hem ev hediyesi. Ben anlamam, kadın işi. Sen seçersin. Müstakbel gelinimizi yakından görelim."

Uyuz Küheylan, emekli Osman beyin 80'li yıllardan kalma, beyaz Şahin'iydi.

"Eski de olsa yürüyor" diyordu. Arada bahçe hortumuyla eski bir dostu gibi sevdiği arabasını bir güzel yıkardı.

"İyi fikir. Ay, çok güzel kız. Ne iyi yapmışız çöpçatanlık yapıp bitişiğimize taşınmasını sağlamakla."

"NE? Bizim evin yanına tesadüfen taşınmadılar mı?"

"Ayol öyle tesadüfler ancak filmlerde olur. Emlakçının eşinden duydum ev aradığını. Sonra da Madam Angela'yla plan yaptık. Gerisi adamcağızın ikna gücüne kalmıştı ki, Allah yardım etti. Hi,hi,hi."

"Bak sen şu işe. Ev hanımı değil FBI ajanı mübarek. "

"E, iyi olmadı mı?"

" Oldu, oldu. Olmaz mı? Ben de sevindim. Kız, hem güzel, hem akıllı, hem iyi bir mesleği var. En önemlisi oğlan sırılsıklam aşık. Torun da seviyor. E, daha ne olsun? Allah mesut etsin inşallah."

"Aminnnn. Hadi kuzucuk gel sen de. Hemen en yakın AVM'ye gidelim. Öğlen yemeği de orada yeriz."

"Yaşasınnn. Ben patates kızartması ile hamburger yiyicem babaanniş.

dedi ve Mehmet'i de arayıp planlarını anlattılar. Yakışıklı genç adam.

"Çok iyi düşünmüşsünüz anne, yalnız kırılacak bir hediye seçmeyin Nil hanım kafanıza atarsa en azından yaralanmazsınız."

diyerek uyardı.

Eylül, hoplaya, zıplaya babaannesi ve dedesiyle birlikte çıktığında, Özgür de, Mehmet'e haberi yetiştirmişti. Mehmet, videoyu izlerken hem kalbi o andaki gibi çarpıyor, hem de Nil hanımın

"İmdaaat! Güvenlik! Polis! Yetişin!"

diye ciyaklamasına gülüyordu. Özgür gülümseyerek

"Bu kadın ölür de kızını sana vermez kanka."

"Vermesin, kaçırırım."

"Yaparsın abicim. He,he, he."

*****

Öğleden sonra Mehmet'in annesi Şehnaz, babası Osman, yanlarına minik Eylül'ü de alarak Serap'ların kapısının zilini çaldılar. Madam Angela ve Asuman hâlâ oradaydı. Bu, yaşlı karı koca için iyi oldu. Yoksa, Nil hanım ikisini de geldiğine geleceklerine pişman edebilirdi. Kızının, Asuman'ın, Madamın ve küçük Eylül'ün hatırına bir şey diyemiyordu. Hal, hatır sormalar, geçmiş olsun dilekleri, hediyeye - çok şık bir kanepe şalıydı - teşekkürden sonra bir sessizlik oldu. Karı-koca, Serap'ın utanacağını düşünerek öpücük videosundan söz etmediler ama çocuktan al haberi sözünü unutmuşlardı.

"Serap abla, iyileşince babişkomla evlenecek misiniz?"

Karı, koca

"Öhöm, öhöm, öhöm..."

diye öksürdüler, birbirlerine baktılar.

"Neeee? Evlenmek mi? Ayol ne diyor bu küçük?"

Eylül, Nil'e baktı

"Ben küçük diilim bi kere Nil teyze, büyüdüm. on yaşındayım."

"Kızım kimseyle evlenmeyecek."

Serap daha fazla dayanamadı:

"Anneciğim, turşumu mu kuracaksın?"

Eylül, kikir kikir kikirdedi.

"Serap abla...insanların turşusu kurulmaz ki....Hihihihi"

"Anneme kalırsa kuracak kuzucuk..."

diye göz kırptı.

Osman bey,

"Valla efendim hayırlısı neyse o olsun, biz kızınızı çok seviyoruz. Evlenirlerse çok mutlu oluruz. Maşallah mükemmel bir evlat yetiştirmişsiniz. Hem de cesur, yani Gönül Çınar cinayetini bile kızınız aydınlattı. Yoksa polis intihar deyip dosyayı kapatmıştı. Değil mi hanım?"

deyince eşi

"Beyim doğru söylüyor, valla Serap hanım Maşallah, hem cesur, hem hanım hanımcık, çok da güzel yani bu kadar özellik tek bir kişide kolay kolay bir arada bulunmaz. Size çekmiş hanımefendi aynı mavi gözler, aynı sarı saçlar..."

Kadıncağız belki biraz iltifat edersem anneyi yumuşatırım diye düşünüyordu.

O sırada Çıldırgan odaya girdi ve Eylül koşarak onunla oynamaya, koşturmaya başladı.

"Babaanniş biz Çıldırgan'la bahçede oynayabilir miyiz?"

"Tamam kuzucuk...yola çıkma sakın. Bahçe içinde oynayın."

Asuman da elinde tepsiyle geldi.

"Çaylarımız geldiiii..."

Çaylar içilirken, Serap, insiyatifi ele aldı.

"Bence şimdilik çayımızı içelim, her şeyi akışına bırakalım olur mu anneciğim?"

dedi. Bu, Mehmet'in anne ve babasını da rahatlattı. Ağızda dağılan kurabiyeleri yiyip, çaylarını içtiler ve izin isteyip, tekrar çok geçmiş olsun diyerek ayrıldılar. Asuman da

"Hadi ablacığım sen de uyu biraz."

deyince, Serap, öpücüğü düşünerek gözlerini kapattı ve uykuya daldı. Sevimli asistanı da otobüse binip evine gitti.

DÜŞMAN AŞIKLAR 32- ÖPÜCÜK ! ! !

O sırada gazetede, Asuman ile Fadıl aralarında konuşuyorlardı:

"Ya, Fadıl çok mu paranoyağım? Serap ablayı arıyorum, arıyorum açmıyor. Mesajlarımı da görmemiş."

Fadıl bir cevap verecekti ki, telefonu çaldı.

"Mehmet Foçalı arıyor!"

" A! Bir şey mi oldu acaba? Aç hadi."

"Mehmet abi?....a? Siz de mi? Biz de epeydir arıyoruz ama açmıyor. Asuman da telaşlandı çünkü Serap hanım, şu Gönül Çınar olayının cinayet olmasından şüpheleniyordu. Adamın evine gittiydi."

"Cinayet mi?"

"Evet. Dediğine göre kadıncağızın kocası....."

"Bırak şimdi kocasını Fadıl. Bu evin adresi var mı sizde?"

"Asuman'da vardır. Bir saniye...."

Az sonra Mehmet, Cherokee jipine binmiş, hızla verilen adrese gidiyordu. Şantajcı kaptanın Şivava cinsi köpeği Şila, tüm koruyu dolaşmış, kaplumbağaları kovalamış, kediler tarafından dayak yiyip eve gelmişti. Köpek kapısından içeri girip de sahibini kanlar içinde görünce ulumaya başladı. Ama nasıl? Tüm malikâneyi inletiyordu.

Çalışanlar koştular. Zili çaldılar ama açan olmayınca, yedek anahtarla girdiler. Manzarayı görünce güvenliği ve 155'i aradılar. Korumalardan biri ilk yardım eğitimi almıştı. Kaptan, çoktan ölmüştü ancak kızın nabzı yavaş da olsa atıyordu. Mermi, omzuna isabet etmişti. Hemen tampon yaptı.

Mehmet, evin kapısına geldiğinde, iki ambulans da bahçe kapısına geliyordu. Yakışıklı adam, aracından inip güvenliktekilere Serap Arda'yı aradığını söyleyince, aldığı cevapla beyninden vurulmuşa döndü. Hemen ambulansların peşine takıldı. En yakın hastanede indiler. Sedyeden Serap'ın uzun, sarı saçları sarkıyordu. Genç adam koşarak yanına gitti.

"Serap! Nasıl durumu? Kurtulacak değil mi?"

"Omzundan vurulmuş. Epey kan kaybetmiş. Acil ameliyata alacaklar. Burada bekleyin lütfen."

Kim demiş erkekler ağlamaz diye? Dışarıdan maço görünen, vurdu mu deviren Mehmet Foçalı'nın gözleri bulut olmuş yağıyordu. İçinden

"Bu aşk böyle bitemez. Hayır!"

diyordu. Koridordaki koltuğa çöktü, başını iki elinin arasına aldı, yolda Asuman'a haber vermiş ve kızın annesini aramasını tembih etmişti. Ancak, Nil hanım, hijyen takıntısıyla telefonuna bir kese-lif yapmadığı kalmışken, sesini yanlışlıkla sonuna kadar kısmıştı. O yüzden kızının başına gelenden habersiz, yeni bir plan yapmak üzere, bir taksiye binmiş, Çiğdem'in tek katlı villasına doğru gidiyordu.

Sosyetik boya küpü, yemek programı izlerken,

"Ünlü feminist köşe yazarı Serap Arda silahlı saldırıya uğradı."

diye alt yazı geçti.

Çiğdem, bunu görünce

"Oh! Canıma değsin. Ay geberir inşallah."

diye sevinirken, Fezü, kadını aradı:

"Ne olacak benim pembe takımım? Mor takımım Çiğdem hanım? İki de şapka yaptırdım özel olarak. 3000 lira hangisine yetti? Bir de dayak yedim. Eğer takımların parasını vermezseniz yaptığınız kumpası herkese anlatacağım."

"Yaptırmasaydın. Ben mi dedim mor takım, pembe takım diktir diye? Mahmutpaşa'da diktirmişsindir 200 liraya. Beni yolacak. Aa, fenalık geldi. Kapatıyorum."

Sosyetik kadın telefonu kapatınca, şıkır şıkır oynamaya başladı. Fezü ise televizyonda alt yazıyı okuyunca,

"Sen görürsün şimdi." dedi. Aklına çılgın bir fikir gelmişti.

Nil, taksiden indi. Villanın kapısına geldi. Yaz sıcağı olduğundan pencere açıktı. Şıkır şıkır oynayan Çiğdem'i gördü:

"Su gelir güldür, güldür, gel biraz beni güldür. Oh! Oh! Serap vurulmuş. Ay! N'olur, öl artık Serap. Tan tiririti tiriri nam tiri tiri nam."

Kadıncağız, elini zile bastı ve çekmedi. Çiğdem

"N'oluyor ayol? Kim o? Alacaklı gibi?"

diyerek kapıyı açınca, Serap'ın annesiyle burun buruna geldi.

"A! Nil hanım? Niye zile basıp duruyorsunuz?"

Nil, kadını saçlarından kavrayıp içeri itti.

"Aaaayyyy! N'apıyorsunuz? Delirdiniz mi? "

"Delirdim pislik! Çabuk söyle kızıma n'olmuş? Kim vurmuş? Sen mi bir şey yaptın yoksa?"

"Ne ayol? Ben hiçbir şey yapmadım."

"İblis! Zil takıp oynuyordun az önce! Hepsini duydum! Parça pinçik ederim seni, çabuk söyle."

"Valla televizyonda alt yazı geçti. Kızınız vurulmuş diye. Hepsi bu."

" Kızım ölse böyle zil takıp oynayacaksın demek? Şu andan itibaren düşmanımsın benim. Eğer bu olayla ilgin varsa seni öldürürüm. Yapamam sanma daha önce de adam öldürdüm."

"Manyak! Saçlarımı yoldun."

"Pislik!"

diyen Nil, evden çıktı. Telefonuna baktı. Asuman 15 kez aramıştı. Yanlışlıkla sesi kıstığını farketti. Hemen genç kızı aradı. Az sonra taksiye binmiş, sessiz gözyaşları akıtarak hastaneye gidiyordu. Hastanenin kapısına geldiğinde, eli ayağına dolaşarak cüzdanından para çıkartırken onu başka bir sürpriz bekliyordu. Fezü, bir elinde pembe takımı, öteki elinde mor takımı, gazetecileri etrafına toplamış;

"Evet, gazeteci arkadaşlar. Aynen öyle. Serap hanımı – Allah şifa versin - sevdiğinden ayırmam için annesi ile Çiğdem hanım kumpas kurdular. Şimdi de bu takımların parasını vermiyorlar. Bir de kim olduğunu bilmediğim birinden dayak yedim. Mağdurum da mağdurum. 3000 liranın çoğu da kırmızı güllere gitti."

Nil, içinden hapisteyken öğrendiği tüm küfürleri ederek, koşa koşa hastanenin danışma bölümüne gitti. Neyse ki, gazeteciler kadını tanımıyorlardı. Her zaman arka planda kalmakla iyi yapmıştı.

Muhabirler Fezü'yü soru yağmuruna tutuyorlardı:

"Serap Arda'nın sevdiği kimmiş peki Fezü bey?"

"Söylemediler ki. Aşık olduğu biri var, kıza ilgi göster, kırmızı güller gönder dediler ben de yaptım yalnız yakışıklı, iri yarı genç bir adam gelip beni dövdü. Kesin oydu sevgilisi ama adını bilmiyorum. Katır tepmişe döndüm. Mor takımımın, pembe takımımın parasını da vermiyorlar. Mağdur oldum."

Çiğdem olanları televizyonda izleyince

"Hay senin mor takımına! Pembe takımına! Ah! Tanrı'm! Rezil oldum. Kumpasçı Çiğdem diyecekler."

İKİ GÜN SONRA

Ameliyat başarılı geçmiş, Serap'ın omzundaki kurşun çıkartılmış ve yoğun bakımdan normal odaya alınmıştı. Müştemilatın kamerasındaki görüntülerden sonra polis, Gönül Çınar'ın yurt dışına çıkacak olan kocasını mücevher ve para dolu çantasıyla yakalamış; adam her şeyi itiraf etmişti. Sosyal medyada ise bu cinayet kadar, Serap'a aşık gizemli adam konuşuluyor ve garibim Fezü ile dalga geçiliyordu. Bunun gibi:

Hastanenin kapısında hâlâ gizemli aşığı bulmak isteyen gazeteciler vardı. Bir muhabir elinde çiçekle gelen Mehmet'i görür görmez mikrofonu uzattı. Yakışıklı adam üzüntüden iki gün traş olmamış, sakallı ama mutluydu.

"Sevgili seyirciler, Serap Arda'nın aşık olduğu gizemli genç adam hakkında spekülasyonlar dolaşırken, köşe yazarının deyim yerindeyse kanlı bıçaklı düşmanı Mehmet Foçalı da hastaneye geldi. Mehmet Bey, Serap Arda'nın silahlı saldırıya uğraması hakkında ne diyorsunuz?"

"Arkadaşlar, biz artık düşman değiliz. Bildiğiniz gibi aynı gazetede karşılıklı odalarda çalışan meslekdaşlarız. Serap hanımın iyileşmesine de çok sevindim çünkü....."

"Çünkü kendisine sırılsıklam aşığım. Evet! Duysun bütün dünya!" diyecekti ama kendisini tuttu. Tek başına böyle bir açıklama yaparsa, güzel kızı çok kızdıracağını biliyordu. Ayrıca gizemli aşığın bir başkası olabileceğinden ödü kopuyor ve olmaması için dua ediyordu. Yoksa fena bozulurdu.

"Şimdi izninizle kendisine geçmiş olsun demeye gidiyorum."

diyerek döner kapıdan içeri girdi ve asansörün düğmesine bastı. İçeri girdi, aynada saçlarını düzeltti. Asansörden çıkıp kızın odasına doğru yürümeye başladığında, olayın tek görgü tanığı olarak kızın ifadesi almak için bir polis, elinde vişne suyuyla annesi; bahçesinden eliyle topladığı çiçeklerle Madam Angela da kızın odasına doğru gidiyorlardı. Çakma 007 paparazzi, rüşvet verip, diğer gazeteciler sokulmazken, doktor önlüğüyle hastaneye girmişti. Asuman ve Fadıl da çiçeklerle zemin katta asansörün düğmesine basıyordu. Odaya ilk giren Mehmet Foçalı oldu.

"Sözlüm! Gözlerini açmışsın. Çok şükür."

"Bana bak bir daha bana sözlüm dersen...."

" İyi de, sözlüyüm diye ilan eden sendin. Unuttun mu? İlla ne yapıp ettin başını yine kötü adamlarla belaya soktun. Yaran nasıl? Dur öpeyim de geçsin."

diyerek, sırtını yastığa dayamış güzel kıza doğru eğildi. Serap, bandajlı omzundan öpecek sanarak, heyecandan tir tir titrerken, dudakları omzuna değil dudaklarına değdi. İstese kaçınabilirdi ama hipnotize olmuştu; kendini bıraktı. Gözlerini yumdu, gökyüzünden pembe kalpler yağıyordu, çöl sıcağı sardı vücudunu, hep duyduğu kelebekler midesinde kanat çırpıyordu ve Mehmet'le özdeşleşmiş Victor &Rolf baharat ve amberle karışık maskülen koku başını döndürüyordu.

"Kurşunla ölmedim ama kalpten gidiyorum galiba! Wuhuuuuuuuu! "

diyordu ki,

Nil hanım, "Hiaaaa!" diyerek, karton bardaklardaki vişne suyunu yerlere döktü. Koridorda polisle karşılaştığını hatırladı.

" İmdaaat! Güvenlik! Polis! Yetişin!"

"Anne!"

Mehmet ve Serap, şaşkın Nil'e bakarken, Çakma 007, ikisini çoktan videoya alıp, kaçmıştı. Polis silahı elinde koşarak gelirken, bir yandan da telsizden bağırıyordu:

" Gönül Çinar cinayetinin görgü tanığına suikast yapılıyor! Destek istiyorum!"

Odaya giren polis parmağı tabancasının tetiğinde Nil'e sordu:

"Yettim! Nerede suikastçı?"

"İşte şu adam! Tutuklayın! Kızımı öptü!"

"NEY?"

Mehmet, bir kazaya kurban gitmemek için iki elini kaldırdı. Gülmekten gözlerinden yaş gelmek üzereydi.

"Tamam, teslim oluyorum."

"Ayol tutuklasana, kızımı öptü diyorum."

"Han'fendi öptü diye nasıl tutuklayayım? İkisi de yetişkin....demek ki, seviyorlar birbirlerini."

Madam Angela

"Ayol Nil hanımciim? Birbirlerine ne kadar da yakısooorlar. Kızı öpmeyecek de beni mi öpecek idii?"

derken, zavallı polis tekrar telsizi aldı: "Şey! Yanlışlık olmuş amirim. Desteğe gerek yok. Kusura bakmayın." diyordu.

"Ah! Madam Angela! Ah! Siz bilmiyorsunuz. Bu adam kızımın kanlı bıçaklı düşmanı."

"Ah, keskem benim de böyle bi düşmanım olsa idi."

"Valla müstakbel kayınvalideceğim seviyorum kızınızı. Aşığım."

"Aaahh! Müstakbel kayınvalide mi? "

Nil, bayılarak yere düşecekken, güçlü kollarıyla Mehmet tam zamanında tuttu ve koltuğa oturturken

"Murphy kuralları! Neyin olmasından korkarsan o başına gelirmiş."

dedi.

" Annemi bayılttın!"

"İstemeden oldu aşkım özür dilerim."

"Ner'den aşkın oluyorum senin? "

"Çok naz aşık usandırır derler ama ben usanmam güzelim bilesin. Tamam kız evi, naz evi ama sonunda sırtıma atıp kaçıracağım seni haberin olsun."

"NEEEE? Maço! İlk insan! Homo Sapiens! Homo erectus! Memur bey zabıt tutun beni kaçırmakla tehdit ediyor."

" Maalesef vazifem arasında aşıkların arasına girmek yok."

"Duydun değil mi?"

Mehmet, Nil'i koltuğa oturttu ve gür sesiyle seslendi.

"Hemşire hanım? Koşun müstakbel kayınvalidem bayıldı. Antropoloji dersi bittiyse polis arkadaş ifade için bekliyor. Bu arada homo habilis, homo rudolfensis'i saymayı unuttun. Ne sandın ben de gazetecilik okurken ek ders olarak antropoloji almıştım."

"Sahi Serap hanım, ifadenizi alacaktım. Cinayetin tek görgü tanığı sizsiniz."

"Müstakbel kayınvalidesiymiş! Daha neler?"

"Valla şimdi omzuma atacağım dua et yaralısın!"

Tam o sırada Asuman ve Fadıl da ellerinde çiçeklerle içeri girdiler. Polis,

"Yav, valla kovulacağım. Serap hanım şu ifade......?"

"Dünyanın en feminist ablası şükür iyisin. !"

Fadıl, da

"Serap! Çok geçmiş olsun. Burada baygın biri var?"

Mehmet, hemşire çağırmak için giderken, eliyle öpücük gönderince, kız, yastığı fırlattı ama içinden

"Seni Beklerim Öptüğün Yerde" şarkısı çalıyordu.

diyordu. Madam Anjelika ise Nil hanımın ellerini kolonyayla ovalıyordu. Polis,

"Tımarhaneye düştüm de haberim yok."

dedi ve başka zaman gelmek üzere kafeteryaya indi. İnternet ise yıkılıyordu:

"ŞOK – ŞOK – ŞOK. Serap Arda'nın gizemli aşığı, can düşmanı Mehmet Foçalı çıktı!"