3 Şubat 2025 Pazartesi

YEŞİM 9 (ROMAN)

Ertesi gün, Zerrin ve Cem,  bir AVM'nin sinemasında buluştular. Koltukları yan yanaydı ama birbirlerini tanımıyormuş gibi yaptılar. Cem, kızdan daha önce gelmişti. On beş dakika sonra kapüşonlu ceketiyle Zerrin de adamın yanına oturdu. Kimse şüphelenmesin diye elinde patlamış mısır paketi vardı. Film, arabaların havaya uçtuğu, helikopterlerin binalara çarptığı  bir aksiyon filmiydi. Dolby stereo ses sistemi ile kimi sahneler insanın kulak zarını delecek Desibel'de ses çıkartıyordu.


Cem, elindeki bir avuç patlamış mısırı ağzına atan Zerrin'e göz ucuyla baktı ve fısıltıyla,

"E, versene hadi kolyeyi." deyince, kız;

"Bekliyorum." diye cevap verdi.

"Neyi bekliyorsun?"

"En gürültülü sahneyi."

Cem, 

"Allah! Allah! Niye?"

diye sorarken, beyaz perdede film gereği yakıt tankları peş peşe infilak etmeye başladı. Ses, kulakları sağır edecek kadar yüksekti ve o yüzden, kimse, Zerrin'in elindeki susturuculu silahtan çıkan boğuk sesi duymadı. Hemen yakın mesafeden ateş etmişti. Cem'in başı öne düştü. Filmi beğenmemiş de uyuyor gibiydi.

Zerrin, babasının odasından aldığı silahı, tekrar çantasına koydu. Kapişonunu gözlerine kadar çekti, karanlıkta salondan çıktı. Yüzü sürekli öne eğikti. Caddeye çıktı ve kalabalığa karıştı. Sonra eve gitti, silahtaki parmak izlerini iyice sildi ve babasının çekmecesine geri koydu. Çok zengin bir aileye sahip olmanın faydası diye düşündü. Hırsızlara karşı evde tabanca olduğunu biliyordu. Siyah gözlük ve kapişonlu ceketiyle kim olduğunu kimse anlamayacaktı. Film bittikten sonra herkes çıktı. Elinde fener, yer gösterici genç, hâlâ koltuğunda başı önünde oturan adama baktı:

" La bu kadar gürültülü filmde uyuyanı da ilk kez görüyorum."

diye mırıldanarak Cem'in yanına geldi ve omuzundan dürttü.

"Beyefendi, film bitti..."

Adamın başı önüne düştü, çocuk ayağının altında kaygan bir şeyler hissedip el fenerini tutunca yerdeki kan gölünü gördü.

"Aaaahh! İmdaaat!"

Zeminde kanlı ayakkabı izleri bırakarak; koşa koşa dışarı çıktı. Güvenliğe seslendi.

"İmdat! Koşun! İçeride bir adam var, öldürmüşler!"

Güvenlik koşarak salona giderken. Sonraki seansı bekleyenler "Aaa! diyerek şaşırdı. Herkes şoke olmuştu. Biletleri iade etmeye başladılar. Kimse salona girmek istemiyordu.

Sıradan suçlular aptal ama sosyopatlar, psikopatlar zeki olurlar. Bu zekâya bir de maden sahibi bir babanın kızı olmanın şımarıklığı ve aşk kıskançlığı eklenince ölümcül bir karışım ortaya çıkmıştı. Böylelerine tarihte, siyasette sık rastlanır. Kendini üstün hissetme, her istediğini elde edebilme, yoluna çıkanları bertaraf edebilme ve bu uğurda cinayet işlemek pişmanlık duyulmayan bir alışkanlık olur. Bakalım Zerrin'in yoluna daha kimler çıkacaktı?

"Yapmak zorundaydım, yapmasaydım ömür boyu şantaj yapacaktı, verecek kolye, molye kalmayınca, polise verecekti" diyordu Zerrin kendi kendine.

Sinirlerini boşaltmaya, ağlayacak bir omuza ihtiyacı vardı. Bir cinayet işlemişti. Sırtına bağlı koca bir kaya var gibiydi. Annesine kolyesini kaybettiğini söyleyecek sonra da "buldum" diyecekti. Eve girince salya sümük ağlamaya başladı. Annesi ve yardımcı kadın başına koştular.

"Zerrin! Kızım! N'oldu? Biri bir şey mi yaptı?"

"Kolyemi kaybettim. 18. Yaş günümde hediye ettiğinizi."

"Aaa! Canın sağolsun! Valla biri bir şey yaptı sandım. Yenisini alırız kızım."

Yardımcıları Zerrin'e kolonya, su getirdi. Kız, annesine sarıldı, "Ben birini öldürdüm anne!" demek için tutuşuyordu aslında. Bir dese işte o zaman sırtındaki kayadan kurtulacaktı. Sinirlerini yatıştırmak için banyoya yapmaya gitti. Bir taraftan da ddam ya ölmezse diye ödü patlıyordu.

"Ölmeyi hak etmişti. Haklıyım ben. Haklıyım. Haklıyım. Haklıyım. Haklıyım."

Sonraki günlerde çalınan her kapı zilinde yüreği hop etti, sokakta yürürken kazara yanına polis gelse veya arabayla giderken aynadan ekip arabasını görse eli, ayağı titriyordu. Ama en önemlisi Cem'in ölüp ölmediğinden emin olmamasıydı. Bir şekilde öğrenip içini rahatlatması gerekiyordu. Ya ölmediyse? Hastanede filansa? Komadaysa? Ayılıp "Beni Zerrin vurdu." derse? İnternette haberleri aramayı akıl etti.

"Sinemada infaz" başlığını gördü. Tıkladı. Bingo! Cem Çınar isimli bir erkeğin sinemada vurularak infaz edildiğini ve adamın kurtulamadığını yazıyordu. Derin bir "Oh!" çekti. Haberi Binnur okursa ne olacaktı bilmiyordu. Korktuğu olmadı. Binnur,  kim rüküş olmuş, kim şık olmuş haberleri dışındaki manşetlere bakmazdı. Dolayısıyla, polis bu cinayetin Binnur'un videosuyla bağlantısını kuramadı. Hapçı ve kumarbaz olduğundan alacaklı biri tarafından infaz edildiğini düşündüler.


O sırada Yeşim ve en iyi arkadaşı Elif, teneffüste sınıfta oturuyorlardı. İkisinin de elinde kağıt bardaklarda çay vardı. Bir simidi ikiye bölüp, paylaştılar.

"Mmm...simit ve çay en sevdiğim ikili."

"Aynen....bir de kuru fasulye - pilav."

" Kısır ve turşu!"

"Lahmacun ve ayran!"

"Oofff... Bu arada annem diye demiyorum şahane kısır yapar. İçine bilmediğin otlar koyuyor. Oy, oy, oy."

"Ay! Canım çekti Yeşim yaa!"

"Şu ÖSS bir bitsin, bir gün bize gidelim. Annem kısır yapsın. "

"Ayyy! Tamam."

Elif, ağzı dolu, aniden aklına gelmiş gibi telaşla, elini sırt çantasına attı ve İngilizce bir ders kitabı çıkarttı. Kızın hayali İngilizce öğretmeni olmaktı. Lokmasını bitirip Yeşim'e kitabı gösterdi:

"Sahi unutuyordum, bak sana ne göstereceğim? Görür görmez Yeşim bunu mutlaka görmeli dedim."

dedi ve kız merakla beklerken, sayfaları karıştırıp, belli bir yere gelince Yeşim'e verdi.

"Hah! Bak, bakalım burada ne var?"

Sayfaya bakınca, Yeşim'in zümrüt gözleri kocaman açıldı:

"Aaa!"

Sarışın, gözlüklü bir genç kadın, başında madenci bareti, üzerinde mavi işçi tulumuyla, maden ocağında kameraya poz vermişti. Arkasında sarı iş makinaları duruyordu. Cansın, gülerek atıldı:

"İlgini çekeceğini biliyordum. Kadın maden işçileri."

"Çekmez olur mu? Ay, hangi ülke bu Elif? Bana çevirsene, İngilizcem iyi değil."

"Avustralya. Ama yazdığına göre, Rusya, Amerika ve daha birçok ülkede kadınlar da maden işçisi oluyormuş. Gayet normalmiş onlarda."

"Ne de hoş kadın. Helal olsun valla..."

Elif, kitabı tekrar kendisine uzatan Yeşim'e

"Sende kalabilir. Okuduk bitti. Şimdi ikinci kitaba geçeceğiz." dedi.

"Emin misin? Sonra tekrar lâzım olmasın? İstersen bu sayfanın fotokopisini çektireyim."

"Gerek yok canım, işledik, bitti, yeni kitaba geçtik."

deyince, Yeşim sevinerek kitabı aldı. Kadınların da babası gibi yerin yüzlerce metre altında çalışmasına hayran kalmıştı. 

O esnada, Fatma, evde tek başına sıkılmıştı. Eşi madende, Yeşim dershanede, küçük oğlu da kumanyasını almayı unutan babasına kumanya götürmek için madene gitmişti ama asıl amacı başkaydı.

"Babamı bir kez madende çalışırken görmek istiyorum anne, usta izin verirse aşağı inip ocağı göreceğim. Çok merak ediyorum nasıl bir şey yerin 600 metre altında olmak"

diyordu. Çocukların madene inmesine izin verilmiyordu ama Hüseyin'i çok seven usta başına çok dil dökerse, ikna edeceğine emindi. Fatma, can sıkıntısını gidermek için mantı açmaya karar verdi. Eşi de, çocukları da mantıya bayılırdı. Yere kareli, beyaz sofra örtüsünü serdi, üstüne hamur tahtasını koydu, kollarını sıvadı. Bismillah dedi ve başladı. Hem kocasına, hem çocuklara sürpriz olacaktı. Üzerine sarımsaklı yoğurt, nane, sumak ve pul biberli kızgın tereyağı da dökünce parmaklarını yiyeceklerdi. 

Öğleden sonra mantı bitti, biraz dinlendi; makineden çamaşırları alıp, bahçeye çamaşır asmaya çıkarken, kızı ve diğer öğrenciler, sınıfta pür dikkat tahtaya bakıyor ve hocayı dinliyorlardı:

" Alüvyal topraklar akarsuların taşıyıp biriktirdiği sulardan oluşur. Mineral ve organik maddeler bakımından çok zengindirler. Ülkemizde alüvyal topr...."

derken kulakları sağır edici bir siren sesi kasabada yankılandı ve öğretmen cümlesini bitiremedi. Siren,  madende kaza ya da göçük olunca çalardı. Yeşim'in hemen aklına babası geldi ve elindeki kalemi düşürdü. Bahçede çamaşır asan Fatma'nın yüzü bembeyaz oldu; elindeki mandallar bir yana, nevresim bir yana gitti. 

Devam edecek....

Yazan: Müjde Dural
Bu romanımdaki kişi ve kurumların gerçek kişilerle ilgisi yoktur, hayalidir.

2 Şubat 2025 Pazar

İNGİLİZLER NEDEN KURŞUN ATMADAN İSTANBUL'dan GİTTİ?

Arkadaşlar, yeni yazım hayli uzun olacak. O yüzden, bu yazıma sık sık eklemeler yapacağım. Uzun olduğu için okumaktan sıkılırsanız, sonradan, boş vaktinizde tabii isterseniz yine göz atabilirsiniz.

Şimdi, Atatürk'ü karalamak için dinciler (dindarlar değil) Atatürk'ün İngilizlerle gizlice anlaştığı iftirası atarlar. Güya, İngilizler


"Biz, gidelim, kurşun atmayalım ama sen de halifeliği kaldır" demiş.


Halbuki, halifelik, padişahlık, tek adamlık, krallık gibi modası geçmiş yönetim şekillerine Atatürk, daha Atatürk olmadan, Kurtuluş Savaşı'nı yapmadan çok önce karşıydı. 4000 kitap okumuş, Avrupa görmüş, aydın, çağdaş dünya nasıl olmalı kafa yormuş insanın krallıklarla ne işi olur? Adam ta o zaman H. G. Wells okumuş, altlarını çize çize! Ben gözümle gördüm Anıtkabir'de müzede duruyor. Sayfaları açık olarak! La, ben daha hayatımda H. G. Wells okumadım! Biliyorsunuz Zaman Makinesi isimli çok ünlü hikayesi vardır. Zamanda yolculuk yapar kitabının kahramanı. Atatürk, daha ülkede Uzay Yolu, Yıldız Savaşları gibi filmler, diziler gelmeden çok başka bir dünyayı hayal ediyormuş. Ne yapsın küçük dağları ben yarattım diyen kralları, kraliçeleri, kendi kendine giyinemeyen uşağının giydirdiği şımarık asilleri, padişahları, halifeleri? Zaten Rusya'da devrim başlamıştı, Fransa zaten çok önceden krallığı devirmişti. İmparatorlukların, krallıkların sonunun geldiğini gayet iyi biliyordu. Aklında hep cumhuriyet fikri vardı. Aydınlanma vardı. Devrim vardı. Voltaire, Montesquie, Jean Jacques Rousseau okumuş adamdan söz ediyoruz. Fransız devriminde büyük rolü olan yazar, felsefeci, toplum bilimci! (Hatta Rousseau en sevdiği yazarlardan biriymiş, yine altlarını çize çize, notlar ala ala Fransızca aslından okumuş, okumakla kalmamış TBMM'de vekillere de okumalarını tavsiye etmiş)




Şimdi konuya gelelim:


1) İngilizler kurşun attılar. Sabah saat 05.45'te, bir İngiliz müfrezesi, işgal altındaki İstanbul'da Şehzadebaşı Karakolu'na baskın düzenledi ve yataklarında uyuyan Türk askerlerine kurşun yağdırdılar. Dört Osmanlı askeri şehit oldu, on tanesi yaralandı. Yaralananlardan ölen olup olmadığı da belli değil. Bu, işgale karşı direnen Mustafa Kemal ve arkadaşlarına gözdağı için yapılmıştır. Şehit askerler törensiz olarak Eyüp'te gömüldüler. Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'ndan sonra mezar taşları yapılmıştır. Şehzadebaşı Karakolu Baskını Wikipedia'da ve başka kaynaklardan okuyabilirsiniz.

Bu konuda o günlerde gazetecilerin yazdıkları yazılar:

İstanbul'un işgalinde yazılanlar



Son Osmanlı padişahı, İngiliz savaş gemisine
binip ülkeyi terkederken. (Foto sonradan renklendirilmiş olabilir)


Bu arada dinciler hiç sormaz Osmanlı yani padişah neden tek kurşun atmadan İstanbul'u İngilizlere teslim etti? Devrim olunca niye Müslüman bir ülkeye değil işgalci İngilizlere sığındı? Bunları sorgulamazlar; yıllarca Fethullah Gülen'in neden Müslüman bir ülkede değil de ABD'de koruyup, kollandığını sorgulamadıkları gibi)

2) İngiltere, zaten 1. Dünya Savaşı'ndan yeni çıkmıştı. Savaştan yeni çıkan bir ülke olarak savaş yorgunuydu. Ülkesinde İrlandalılar isyan çıkartıyordu. (Tıpkı bizim pkakalılar gibi) Yani kendi dertleri başlarından aşkındı. İngiliz halkı da bağımsızlığı için ölümü göze alan (Çanakkale'de bunu görmüşlerdi) Türk halkıyla yeniden kapışmak, memleketinin dışında başka ülkelerde şehit olmak istemiyordu. Onların hükümeti bizim şu anki tipler gibi değildir. Malum yalancıktan krallık olsa da dünyanın en köklü demokrasisine sahiptir en ufak skandalda bakanlar istifa eder, en ufak rezillikte hükümler düşer. (Ben ta çocukluğumdan hatırlıyorum. İlkokuldaydım. Açın Google'a İngiltere'de Profumo Skandalı deyin, nasıl bakanlar hemen istifa etmişti, koskoca hükümet devrilmişti.) Yani İngiliz halkı kocalarının, oğullarının zaten yeni bir savaştan çıkmışken, yeniden savaşmasını istemiyor baskı yapıyordu hükümete. Yeni bir savaşa tahammülleri yoktu. Hele de kolay kolay yenilmeyeceğini bildikleri, yiğitlikleri, cesaretleriyle ünlü Türklerle.

3) İngilizler, adam kullanma sanatını iyi bilirler. Kendi ellerini yakmak yerine maşa kullanırlar. Kendi askerlerinin şehit olması ve ülkelerinde olumsuzluklara sebep olmak yerine, maşa olarak Yunan askerlerini kullanmayı akıl ettiler. (Yunanlılarla kapıştıralım, yenilirlerse ne ala dediler; baktılar ki, biz kazandık, o zaman bizim de sonumuz bu" diyerek gittiler. )


Bunu tüm dünya bilir. Mesela Kore savaşında İngilizler sömürge ( O yıllarda sömürge denmez; müstemleke denirdi) (Hint askerleri Gurka, Anzak askerleri vs.) ülkelerinin askerlerini, İngiltere kraliçesine bağlı ülkelerdeki askerlerini kullanmıştır. Kendi askerini feda etmeyi sevmez çünkü İngiliz halkı

"Evlatlarımızın ne işi vardı Kore'de?" "La bize ne Türkiye'den?"

diyecek kadar akıllıdır. "Silivri soğuktur" diyerek "Aman konuşmayalım tutuklanırız" korkusu yok ki, adam gibi demokrasileri var. Londra'da insanlar "Çocuklarımızı geri getirin" diyorlardı. Bu yüzden Çanakkale'ye sarışın, pembe yanaklı, beyaz tenli, mavi gözlü safkan İngilizlerle birlikte, ta Avustralya'dan, Yeni Zelanda'dan Anzakları gönderdiler. O yüzden hâlâ Anzakların torunları her yıl Çanakkale'ye gelip dedelerinin şehitliğini ziyaret ederler.

Senegalli askerler Sultanahmet Meydanı'nda (1919)


Sadece İngilizler değil, Fransızlar da adam kullanmayı, maşa kullanmayı iyi bilirler. Biliyorsunuz vatanımızı yani Osmanlı İmparatorluğunu İngilizler, Yunanlılar, İngilizler, İtalyanlar ve Fransızlar birlikte işgal etmişti. İşte Fransızların İstanbul'a gönderdiği Fransız sömürgesi Senegalli, siyah askerler.  (Bu çoğunluğu Müslüman askerleri, yine Müslüman Türk halkı üstüne salmak da Fransızlar gibi emperyalist bir ülkeye yakışırdı. Atalarını köle olarak kullanmışlar sonra da bunları 'asker' olarak kullanmak akıllarına gelmiş.  Gelibolu'da yani Çanakkale savaşlarında da yine Türk'lere karşı kullanmışlardı. )

Tarihçi Murat Bardakçı, İstanbul'un işgalinde İngilizlere bağlı Hint askerlerinin (Gurka taburları) ve Fransızlara bağlı Senegalli askerlerin girmedikleri ev, yapmadıkları rezalet kalmadı diye yazmıştır. Bak link: 

Murat Bardakçı İstanbul işgali


4) Ünlü yazar ve gazeteci Ernest Hemingway o sıra the Toronto Daily Star muhabiriymiş ve bir haberde şöyle yazmış:

"Bir gece, Anadolu'dan (Küçük Asya demiş Anadolu'ya) karşıya (İstanbul'a) geçmeye çalışan bir tekne dolusu Türk kadını, bir İngiliz destroyeri tarafından durduruldu. Silah taşıyıp taşımadıkları araştırılırken aslında hepsinin erkek olduğu tespit edildi. Hepsi silahlıydı ve İstanbul taarruzu ihtimali için banliyölerdeki Türk nüfusunu örgütlemek üzere gönderilmiş olan Mustafa Kemal paşaya bağlı askerler oldukları ortaya çıktı"

Yani, İngilizler, karşılarında padişah gibi sessiz, sedasız işgale boyun eğecek insanlar değil; gerçek direnişçiler olduğunu anladılar. İş ciddiydi. Çanakkale'de nasıl Türkler boyun eğmediyse , tüm Türk halkını öldürmeden işgale boyun eğmeyeceklerini anladılar.


5) Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk ve İngilizlerin yazışmalarının, tarihi (gerçekliği su götürmez, arşivlenmiş belgelerin, işgalci İngilizlerin İngiliz hükümetine gönderdiği raporların, İngilizlerin yazışmalarının, Atatürk'ün annesine yazdığı mektuplar dahil) olduğu çok iyi akademik bir çalışma buldum ve oradan sizlere kısa alıntılar yapacağım. Çünkü çok uzun PDF dosyası şeklinde. Bu dosyayı Google hesabı bulunan herkes indirebilip okuyabilir. Linki şu:


Akademik çalışma PDF



Bakın mesela burada Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'a 1919' da yazdığı mektuptan bir alıntı:


"Samsun'a ayak basar basmaz İngilizler benden şüphelendiler. (....) İstanbul'a getirilmemi talep ve bunda ısrar ettiler. Hükümet beni aldatarak İstanbul'a getirmek ve İngilizlere teslim etmek istedi....."


Bu da 9 Aralık 1919 tarihli Lord Curzon'a gönderilen bir rapordan alıntı:


"Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. İngiliz kuvvetleri, Kürtleri Mustafa Kemal'e karşı kullanmak için her parayı ödemeye hazırdır."


(Arkadaşlar, Lord Curzon dönemin dışişleri bakanı. Mektubu yazan İstanbul işgalinde İngilizlerin yüksek komiseri, amiral John de Robeck.)





Devam edecek....(diğer sebepleri de madde madde yazacağım)

1 Şubat 2025 Cumartesi

HIRSIZ, EVDEN OLURSA...

"Hırsız, evden olursa, kapı kilit tutmaz" diye bir atasözümüz vardır.

Peki durduk yere bu atasözünü niye yazdım?

Terörist başı pkaka' lı Apo' ya "Gel, seni hapisten çıkartalım, Gazi Meclis'e gel deyip; Harp Okulu birincisi teğmenlerimiz "Mustafa Kemal Atatürk'ün askerleriyiz" dedikleri için ihraç edildiği için yazdım.

Bazıları bu durumda zil takıp oynuyordur. Bunlar

"Ah! Keşke Kurtuluş Savaşı yapmasaydık, ne güzeldi İtalyanlar güneyi, Yunanlılar İzmir'i, İngilizler İstanbul'u işgal etmişti. Tüh ya! Mustafa Kemal diye bir direnişçi çıktı, milleti de kendine uydurdu, İzmir marşındaki gibi düşmanları kovdu. Laikliği getirdi. Keşke Yunan kazansaydı" diyenler.

İşte böylelerine "iç düşman" diyoruz. "Vatan haini" diyoruz.

Dış düşman kolaydır. Topuyla, tüfeğiyle, uçağıyla, savaş gemisiyle gelir. Limanlarını topa tutar, tepeden bombalar atar. Bilirsin ki, düşman kapıya dayanmış ama iç düşmanı tanımak, bilmek zordur. Dost gözükür, vatan sever gözükür. Halbuki kuyunu kazar. "Hırsız evden olursa, kapı kilit tutmaz" atasözü iç düşmanlara çok yakışır. İşte o yüzden yazımın başlığını hırsız evden olursa yaptım.

Şimdi sevgili okurlar ve arkadaşlar, bu ülke, bugüne bir anda gelmedi. Şu anda 20'li yaşların başında olanlar bilmez; yavaş yavaş taşları döşediler. Adım adım plan uyguladılar.

1- Balyoz kumpası

2- Ergenekon kumpası

3- 15 Temmuz kumpası

4- Teğmenler kumpası

Balyoz / Ergenekon kumpasından söz edeyim.

Önce, her kilit kurumu Atatürk düşmanları ve Fetöcülerle doldurdular.

TÜBİTAK'ın başına Fetöcü koydular.

Atatürk düşmanları, pkaka sevicileri, ahlaksız insanlar, çok satılan gazeteleri ele geçirdi.

"TSK, AKP'ye darbe yapacak, planlarını bulduk! Kendi uçağımızı düşürecekler! Camileri bombalayacaklar!" diye dev manşetler attılar. Akıllı olanlar hariç, neredeyse herkes inandı. Ben o günleri gayet iyi hatırlıyorum.

İnternette de hiçbir şey kaybolmaz (kasıtlı olarak tamamen silmezlerse). O günkü Taraf ve diğer AKP yanlısı gazetelerin manşetleri öyleydi. (Bu iftiraları atmak için ülkenin değil dünyanın en ahlaksız insanlarını bir araya toplamak gerekiyordu. Öyle de yaptılar. TSK darbe yapacak, cami bombalayacak, kendi jetini düşürecek, daha neler neler yapacak, diye Türk askerine iftiraları manşet manşet atan herif Ahmet Altan denen ensestçi sapıktı. Adam kendi ağzıyla 80'li yıllarda dönemin çok okunan, çok popüler Kadınca dergisine röportaj vermiş ve

"Ne var yani? İnsan anasıyla da, babasıyla da, bacısıyla da yatıp kalksın, sevişsin, köpekle de sevişebilir, her kadının içinde biraz fahişelik olmalıdır, ben adam öldürebilirim kolayca "

gibi içinin karanlığını, sapıklığını rahatça, utanmadan röportajı yapan kadın gazeteciye anlatmıştı. Bu röportaj o derginin o sayısında hâlâ duruyor. (Alıp yakmaz, imha etmezlerse bir kütüphanede, bir okurun kitaplığında hep duracak.) Ben, Kadınca Dergisi her hafta alırdım, 80'lerde kendi gözlerimle okudum ve "Abov! Ahmet Altan sapıkmış!" diyerek afallamıştım. O gün, bugün kendisinden tiksinirim.

Bu Ahmet Altan'ı o zamanlarda en çok dinciler tutuyordu. Bayılıyorlardı çünkü sapık da olsa adam Atatürk, TSK, asker düşmanıydı. Hatta 2007'li yıllarda İslami Forum sitesinin en sevdiği yazar Ahmet Altan sapığıydı. Sapıklığının kaynağı için en altta linkler verdim. Gazeteci Emin Çölaşan da onun Kadınca dergisindeki sapıklığını anlatan röportajını ilk kez paylaşan kişidir. Velhasıl, askerlerimizi bir sapığın sözüyle harcadılar.

İşte TSK'ya, askerlere kumpasta bu sapık yazarın büyük payı vardır. Sonradan göstermelik içeri attılar, sonra tekrar çıkarttılar.

TÜBİTAK'ın başındaki Fetöcü, sahte planlara, uyduruk CD'lere, kopyala-yapıştır düzmece belgelere "Evet, bunlar gerçek!" raporu verdi.

Böylece, TSK'ya Balyoz ve Ergenekon isimli iki ayrı kumpas kuruldu. Yani iftira atıldı.

Mahkemede, pkakalı Şemdin Sakık gibi terörist katiller, kendi ablasını öldürmekten, kendi yeğenini fuhuşa sürüklemekten hapislerde yatan ahlaksızlar "gizli tanık" yapıldı, dinlendi, sözlerine itibar edildi! pkakalıların tanıklıklarıyla, hapisteki ahlaksızların sözleriyle, ensestçi Ahmet Altan'ın gazetesi Taraf'ın iftira manşetleriyle şerefli, suçsuz askerlerimiz yargılandı!

Sonuçta, yüzlerce asker (rütbesiz erden, koskoca generallere, amirallere hatta genel kurmay başkanına kadar) "Darbeci!" denilerek Silivri'ye zindanlara atıldı. Her insan iftirayı kolay kolay hazmedemez. Onuruna dokunanlardan Ali Tatar, "Ben bu suçlamaların hiçbirini yapmadım." diyerek kafasına sıktı. Kendini öldürdü. (Dilerim hepsinin ahı çıkar)

Yıllar sonra Ali Tatar dahil hepsinin suçsuz olduğu, belgelerin "Sahte" olduğu ortaya çıktı. ( İsmi lâzım değil kişi ve yardakçıları bunların sahte olduğunu biliyordu) Tüm suç iş tuttukları kankalarına atıldı.

"Fetö bizi kandırdı, pardon"

dediler ve askerler zindanlardan çıkabildi! O arada kahrından kanser olanlar, kahrından beyin kanaması geçirenler, eşleri, dostları, abileri üzüntüden kalp krizi geçirip ölenler de Balyoz kurbanları olarak tarihe geçti. (Dilerim hepsinin ahı çıkar)

Sonra, 15 Temmuz oldu! Putin bile ismi lazım değil kişiye telefon açıp

"Senin Fetöcüler darbe yapacak!"

diye uyarmış.

Yani, Fetöcülerin darbe yapacağını ismi lâzım değil kişi bal gibi biliyormuş. Yine Fetö bahanesiyle TSK'ya ikinci kumpas kurulmuş oldu. Askeri hastaneler kapatıldı. Askeri tesislere çöküldü. Askeri hastaneler kapatılınca, pkaka ile çarpışırken yaralanan askerler pkakalı hemşirelerin, doktorların elinde bile bile öldürüldü! Onlar öldürmese savaş yarası, mayın, vs. yarası bilmeyen doktorlar yüzünden şehit oldular. (Savaş cerrahlığı, savaş tecrübeli doktorluk ayrı uzmanlık ve tecrübe gerektirir)

Yani Balyoz kumpası, Ergenekon kumpası, 15 Temmuz kumpası ve sonunda Harp Okulu birincisi, Atatürkçü teğmenlerimizi atanlar, pkakalı Apo'yu çıkartıp Atatürk'ün kurduğu Gazi Meclis'e getirmek istiyorlar

Arkadaşlar, bir kişi

"Ben vatan hainiyim"

demek için daha ne yapsın? Hâlâ anlamıyorsanız - hiç kusura bakmayın - o sizin geri zekâlılığınızdır.

Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi, maalesef gerçekleşmiş durumdadır.




Sonumuz ne olur bilmiyorum. Müneccim değilim; falcı değilim. Tek bildiğim Atatürk düşmanları, laiklik düşmanları boşuna seviniyorlar. Bu dünyada bir zamanlar laik yönetimle idare edilirken, sonradan laikliği dincilere kaptırmış ülkeler var ve hiçbiri mutlu, huzurlu değil. Laikleri yendiler; istedikleri oldu. Mollalar, sarıklı cübbeliler başa geldi ama şimdi koşa koşa laik, Hristiyan batı ülkelerine, Amerika'ya kaçıyorlar.


Yani kendi bindikleri dalı kestiler. Dincilerin (dindarların değil) IQ'leri azdır, cahildirler. Din kitaplarından başka kitap okumak istemezler ve çoğunun zeka düzeyi akraba evliliği yüzünden kıttır. Dincilerin yönettiği ülkelerde ahlak, ateist İsveç'le, Finlandiya'yla kıyaslanmayacak kadar düşüktür. Dikkat edin en ahlaksız, en rüşvetçi, en tecavüzcü, en şiddete meyilli toplumlar, en dinci toplumlardan çıkıyor.


İspatı için anneannelerinize, annelerinize 23 yıl önceki Türkiye'de ahlâk nasıldı, şiddet nasıldı, adalet nasıldı, hatta diziler nasıldı diye sorun.


TOPLUMSAL / AHLAKİ ÇÜRÜME
23 yıl önce laik yöneticiler tarafından yönetilirken, AKP yokken, Fetö yokken izlediğimiz diziler Perihan Abla, İkinci Bahar, Kaynanalar, Bizimkiler gibi dizilerdi. Bu dizilerde çarpık/ sapık ilişkiler yoktu en fazla karısını aldatanlar, çapkın kocalar olurdu. (Aşk-ı Memnu'yu istisna kabul ediyorum çünkü Osmanlı döneminde 1890-1901 yıllarında yayınlandı, edebi bir eserdi ve insanların çarpık ilişkilerinin nasıl bir ailenin mahvolmasına yol açtığını anlatmak yani ibret-i alem olması için kaleme alınmıştı. Kitaba sadık kalındığı için de birkaç bölümde final yapmıştı.)

23 yıl önce, AKP yokken, dinciler (dindarlar değil) iktidarı ele geçirmemişken, boşanan insanlar boşanırdı o kadar. Şimdi boşanan erkek hatta daha boşanmadan karısını öldürüyor, boşanma aşamasında 40 yerinden bıçaklıyor. Neden böyle çürüdü bu insanlar dincilerin gelmesiyle?

23 yıldır dinci, dindar nesil yetiştireceğim diyenlerin yönettiği ülkede dizilerde işlenen konuları yazarken yüzüm kızarıyor: 

- Sandık Kokusu'nda üvey babasıyla evlenen kız!

- Uzak Şehir'de kayınbiraderiyle evlenen kadın ve kuzenlerine aşık iki karakter var! Üstelik bir tanesi başkasıyla evli!

- Yalı Çapkı'nında baldızla yatan adam!

- Kızılcık Şerbeti' nde üvey annesiyle yatan oğul!

- Şakir Paşa Ailesinde gelini - kayınpeder ilişkisi var!

- Annem Ankara' da  eniştesinden çocuk peydahlamış baldız! 

Diğer dizileri bilmiyorum. Senaryo yazarları mı sapık? Toplum mu sapık? Yapımcılar mı sapık? Başka ülkeler şu Türk'lerin iyice ahlakını bozun diye emir mi veriyor? Ülkeye Bilemiyorum hangisi.

Bunları da sosyal medyada okuduğum için yazdım. İzlediğim için değil.

Rüşvet, yolsuzluk, riyakarlık, sınav soruları çalma, akraba kayırma gırla. İntiharlar, cinnetler, cinayetler gırla. Daha bugün okudum, bu yazıyı yazarken okudum ki, 17 yaşındaki çocuk, altın sayarken çıkan tartışma sonucu annesini, babasını, anneannesini ve kız kardeşini silahla öldürdü! Tıklayın Google'da bugünün (01, 02. 2025) haberini kendiniz okuyun. Bugün de (3 Şubat 2024 ) üç kızına da tecavüz eden, bir kızından çocuğu olan! imam haberi vardı. Evet adam imam ve bu beni hiç şaşırtmadı. Kızı çamaşır suyu içip intahara kalkmış ama ölmemiş. Bu nasıl bir çürüme? Ana olacak kadın bunca rezilliği bile bile nasıl polisleri çağırmamış?


İnsanlar 23 yıl önceki insanlar değil; korkunç bir yozlaşma, korkunç bir ahlaki çöküş var. Kediler, köpekler bile payını alıyor. Yeni doğan bebek çetesi, Narin olayı! Öz çocuklarına tecavüzler, çöpe atılan bebek haberleri çoğaldı! Avrupa ülkelerinde bu kadar korkunç olaylar her gün her gün görülmez. Nadirdir. Avusturya'da sapığın biri kızına tecavüz etmişti. Ne kadar nadir görülüyor ki, olay olmuştu. Belki 10 yıl, belki 15 yıl oldu. Bizde her gün bir sapıklık! Her gün çöpe atılan bir bebek! Hastanelerde her gün bir rezalet! Her gün bir cinayet! TV dizileri bile sapık, çarpık ilişkilerle dolu. Niye böyle ahlâken çürüdük? Hani 23 yıldır dinciler yönetiyor işte!


BİR LABORANTIN SOSYAL MEDYADA YAZDIĞI:


"30 yıllık laborantım. Bir devlet hastanesinin acilinde çalışıyorum. Geçen seneye kadar bir, iki uyuşturucu taraması geliyordu. Artık gecede on geliyor. Gündüz 30, 40 baktığımız oluyor. Hemen hepsi pozitif Methamfetamin (Meth). Gelenler, kuaför, oto tamircisi, evinize gelen kargocu, öğrenci, her meslekten insanlar. Bu dertlerimizi bile arayacağımız günler olacak!"


Laborantın yazdığını buraya aktardım. O, bahsetmemiş ama Afganistan gibi dünyanın eroin, uyuşturucu cehennemi bir ülkeden, Pakistan, İran, Irak, Libya, Afrika'nın keşlerini, bağımlılarını milyon milyon ülkeye alırsanız başka ne olur ki? Bunları ülkeye doluşturan kim? AKP!


Bakın, bana paranoyak diyeceksiniz ama şu son yangın trajedisinden bile şüphelendim.
Koltuğu için beş kumpas kuranlar, 15 Temmuz'a göz yumanlar, kaybettikleri herhangi bir belediyeyi yeniden ele geçirmek için neler yapmazlar? Kayyumla. E, kayyum için bir sebep bulmak lâzım. Ne kadar bol ölümlü olursa o sebep o kadar iyi! Bir kötülüğü, bir kumpası, bir cinayeti planlayan, başka kötülükleri de kolayca planlayabilir; çünkü ruhunu şeytana satmıştır. Ruhunu şeytana satanların yüzleri, bakışları, gözleri de bir tuhaf oluyor. Nasıl desem böyle nefret saçan, kin dolu bakışları oluyor, acımasızlıkları yüzlerine işliyor. İnanın, İstanbul belediyesine de kayyum atamak için tutup Marmaray'a sabotaj yapacak, bombalayacak, onca yolcu denizin dibini boylayacak diye ödüm kopuyor! Tarihte böyle kötülüklerin örnekleri çok. İlk aklıma gelen Reichstag Yangını. (Google'da okuyun)

Yani dinciler, teğmenler atıldı diye sevinmeyin; tüm Atatürkçüleri hapse atsalar da, ülke tümüyle size kalsa, herkes cübbeli, sarıklı gezecek kanun çıksa, Anıtkabir kapatılsa da mutlu olamayacaksınız. Yıktığınız laikliği mumla arayacaksınız; çünkü dinle yönetilmek dünyanın en aptalca işidir.

Çok eski bir türkü vardır:

"Kara kaş gözlerin elmas,
Bu güzellik sende de kalmaz,
Pişman olursun, kimseler almaz
Annene bak gör halini."

Türküyü yazan, genç güzel bir kızdan söz ediyor. Herhalde kız, nazlanıyor, adamla evlenmek istemiyor. "Çok güzelim; sana kalmadım" filan diyor. Adam da "Şimdi güzelsin ama annene bak, gör halini. Yaşlanınca sen de annen gibi çirkin, buruş buruş olacaksın, bu güzelliğin sende kalmayacak." diyor.

Türküdeki gibi, ben de dincilere, İran'a, Afganistan'a, Irak'a, Yemen'e, Pakistan'a, Libya'ya bak gör halini diyorum.

Son olarak; elbette ben de

Mustafa Kemal Atatürk' ün askeriyim; acaba iç düşmanlarımız kimin askeri?

Yararlanılan kaynaklar:

Ahmet Altan'ın sapıklığı

Her sapıklığı onaylarım


27 Ocak 2025 Pazartesi

YEŞİM 8 (ROMAN)

Sırtında yeni aldığı gitarıyla, Serdar, patili dostu Luke'u alıp, her gün göl kıyısına gidiyor, vaktiyle Fatma'nın kendini atmaya teşebbüs ettiği iskeleye oturup gitar çalıyordu.  Köpeğine bu ismi verme sebebi çok sevdiği Yıldız Savaşları filmiydi. Filmin kahramanlarından Luke Skywalker'ın isminden esinlenmişti. Annesi her gün arıyor, oğlunun sesi iyi gelince ki, anneler bunu anlar, içi rahatlıyordu. Binnur'u asla affetmeyecek, telefonuna koyduğu engeli kaldırmayacaktı. Kız, düğün gününü cenazeye çevirmişti. Affedemezdi. Kalbi bir yapbozun parçalarına dönüşmüştü. Bir araya getirmesi için Aşk Perisi ya da karma ya da kader ona yardım edecekti ama henüz bunu bilmiyordu:

Ruh haline en yakın şarkı olduğundan sürekli Timur Selçuk'un Ayrılanlar İçin isimli şarkısını çalıyordu.

Yollarımız burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız
Ne kadar acı olsa
Ne kadar güç olsa
Her şeyi, evet her şeyi unutmalıyız
Hiç yaşanmamışçasına, hiç sevmemişçesine....


Binnur ise eve kapanmış, annesine, babasına tuzağa düştüğünü anlatmaya çalışıyordu. Babası, eliyle salondaki masanın üzerine öyle bir vurdu ki, karısının da kızının da yüreği ağızlarına geldi. Adamın elinin ayası kıpkırmızı olmuştu. 

"Düşmeseydin tuzağa o zaman! Ne işin var düğünden bir gün önce eski sevgilinin evinde? Polise gitsem elimde kanıt yok! Ayağınla gitmişsin! Kimse inanmaz uyku ilacına filan! Yeşilçam filmi mi bu? Hem polise gidersek, basının kulağına gider, iyice rezil oluruz! O videoyu internete filan koymadıklarına dua et! Salak! Herkese rezil olduk. "

diyordu.

Zerrin ise ballandıra ballandıra kardeşi Aslan'a Serdar ve Binnur'un düğününü nasıl sabote ettiğini anlatıyordu:

"Anlatıyorum küçük kardeşim; şimdi önce bunun eski sevgilisi Cem'i buldum. Paragöz, beş kuruşa beş takla atan karaktersizin tekidir. Eski laptobumu, kulaklığımı iyi paraya sattım. Bak dedim, tiyatro yapacaksın, evlenmeden önce son kez görüşmek isteyeceksin, veda niyetine. Ağzından gir, burnundan çık gelmesini sağla. Yoksa parayı unut dedim. Sonracığıma, Yeşilçam filmlerindeki gibi içkisine - bilirsin Binnur içkiye dayanamaz- uyutacak bir şey atacaksın dedim. Giysisini filan da hallet ki, görenler ikinizi aynı yatakta görünce akıllarında kuşku kalmasın. Kıza bir şey yapma sakın diye tembih de ettim tabii. Sapık değildir zaten, sadece paragözdür. İşte böyle. Gerisi hikaye."

"Vay! Ya, uyanınca ' Niye buradayım? Sen bana ne içirdin?" filan diye bağırsaydı?"

" Düşünmez miyim sence? Tam gözünü açtığında video: THE END."

"Zavallı Serdar."

" Soma'ya gitmiş. Annesi, anneme anlatırken duydum. İyiymiş ama çok öfkelenmiş. O gün çok sevdiği gitarını parçalamış. "

"Deme ya! Yazık valla. Senden korkulur abla!"

"Hadi kutlamaya gidelim abi - kardeş. Şöyle kafaları dağıtalım, dans edelim. Serdar sonunda benim olacak. Soma'dan dönsün, bir geçmiş olsuna giderim. E yani sonuçta kötü bir olay yaşadı ve geçmiş olsun demek lâzım."

"Müstakbel eniştem diyebilirim yani?"

"Diyebilirsin. Hi,hi,hi,hi. Ben inşallah Serdar'la evleneyim. Sana da güzel bir kız bulalım."

"Di mi abla ya? Benim başım kel mi?"

Zerrin ve kardeşi o gün akşam tıklım tıkış gece kulübünde, hoparlörlerden kulakları sağır eden şarkılar çalarken, elleri, kolları havada, kafalarını sallayarak, saçlarını savurarak bol bol dans ettiler.



Ertesi gün, Soma'da öğleden sonra gri bulutlar yukarıda toplaştılar, uzaktan gök gürlemeye başladı, arkasından ani bir yaz yağmuru bastırdı. Sular çarşıdaki dükkânların tentelerini  makineli tüfek gibi dövüyordu. Hazırlıksız yağmura yakalananlar, dükkanların, tentelerin altına sığınıp, yağmurun biraz azalmasını beklemeye başladılar. Asfalt yola adım atmaya kalkanlar paçalarına kadar ıslandığından tekrar kaldırıma kaçıyordu. Yeşim de bir dükkanın tentesi altına sığınanlardandı. Elinde test kitapları, sabırla yağmurun dinmesini bekliyordu. Yanında 70 yaşlarında, bastonlu bir adamcağız, tişörtünün kenarıyla gözlük camındaki yağmur tanelerini siliyordu.

Birden, sırtında gitarı,  üstünde kapüşonlu sarı yağmurluyla bir genç, tasmasını tuttuğu, ıslanmış köpeğiyle, koşa koşa tentenin altına geldi. Bu, Serdar'dan başkası değildi. Gelmesiyle, köpek silkelenerek tüylerindeki yağmur sularını Yeşim'in üstüne başına sıçrattı. Serdar, sıçrayarak geriye adım atan Yeşim'e

"Özür dilerim. Kusura bakmayın."

deyince, evlerinin bahçesinde bir dolu kediye bakan kız,

"Önemli değil." diyerek gülümsedi.

Yeşim, internette resmini görse de, kapüşondan ötürü Serdar'ı tanımadı, delikanlı da konuştuğu yeşil gözlü güzel kızın çocukken kendisini göle atan Yeşim olduğunun farkında değildi. İkisi yan yana, aynı tentenin altında birbirlerinin kim olduğundan habersiz beklediler. Nihayet yağmur azaldı. Yeşim başka yöne, Serdar ve Luke başka yöne gittiler. 

Düğündeki skandalın üstünden bir hafta geçmişti. Binnur, hâlâ sinir krizleri geçiriyordu. Dünya para verip, uzman bir psikoloğu terapi için özel arabayla evinden alıp, yine evine bırakıyorlardı. Yine böyle bir gündü. Binnur, üst katta terapideydi. Kapı kapalıydı. Annesi ve iki ablası aşağıda salonda oturuyorlardı. Kadın, ikide bir kolonyayla ferahlamaya çalışıyordu. Kolay değil kızı nikâh masasında terkedilmişti. Hazmedemiyordu. Daha kötüsü kabahatin kızında oluşuydu.

"Serdar'ın anasını, babasını fırçaladık bir de. Çocuğun yerinde kim olsa öyle yapardı! Kafasız kız! Geri zekalı!"

Büyük ablası

"Ya anne, psikolog başına kakmayın demedi mi?"

"Kapıları kapalı, ne duyacaklar? Onun yanında demiyorum ki."

"Olsun, sus. İçime fenalık geldi. Ben eve gidiyorum anne." diyen genç kadın ayağa kalktı, çantasını aldı. Tatsız olay tüm ailenin psikolojisini bozmuştu.

Tam o anda kapı çaldı. Kız, kapıyı açınca Zerrin'in otuz iki dişiyle karşılaştı. Her katil cinayet mahalline geri döner derler. Zavallı aile, kızlarının başına gelen kumpasın bir numaralı tertipçisinin bu gencecik kız olduğunu bilseler oracıkta saçını başını yolarlardı ama bilmiyorlardı. 

"Merhaba Sinem abla. Koşuya çıkacaktım ama önce Binnur'a geçmiş olsun demek istedim. Sen gidiyor muydun?"

" Hoşgeldin Zerrinciğim, evet gidiyorum. Binnur, psikoloğuyla terapide ama birazdan biter. Sen gir canım, kapıda durma; görüşürüz."

"Görüşürüz Sinem abla."

Zerrin, Binnur'un annesi ve ortanca ablasıyla çay içip, tarçınlı elmalı kurabiyeleri atıştırdı. Onlara ne kadar üzgün olduğunu anlattı. Psikopatlarda pişmanlık duygusu bulunmazmış. Başkalarının ne hissedeceği umurlarında olmazmış. Zerrin de öyleydi ve tüm zeki psikopatlar gibi Oscar'lık rol yapıyordu. Az sonra psikolog ve Binnur, aşağı indiler. Annesi, kadını geçirmek üzere onunla birlikte kapıya yöneldi. Zerrin, ayağa kalktı, yedi gün önce ipini çektiği kızı kucakladı, kurban da bilmeden celladına sarıldı.

"Binnurcuğum, çok geçmiş olsun hayatım. Gel, otur. Nasıl faydalı oluyor mu psikolog?"

"Sağol canım, oluyor tabii..."

" Serdar'la ne geçti aranızda bilmiyorum; sormuyorum da; o sizin özeliniz ama eminim barışırsınız. Üzülme canımcım yaa..."

Binnur, ofladı.

"Yok Zerrinciğim, ne barışması? Her yerden engellemiş. Telefonumu bile."

Kız, "Aaa? Hay Allah!" derken içinden zil takıp oynuyordu.

Üç kız bir süre sohbet ettiler. Sonra Zerrin koşuya gitmek üzere çıktı. Koru tenhaydı, solu, sağı yeşilin türlü tonlarıyla bezenmiş kocaman ağaçlarla kaplıydı. Kulaklığını kulağına taktı, bir elinde su şisesiyle, "UH - NA- NA- NA - NA" ile koşmaya başladı ki, aniden bir el arkasından yaklaşıp,  kızı ağaçların arkasına çekti. Ödü kopmuştu. Sapık biri tecavüz edip sonra da kesecekti herhalde diye düşünürken, karşısında Cem'i görünce rahat bir nefes aldı.

"Allah belanı versin! Ödümü patlattın! Sapık sandım. Ne işin var burada?"

" Binnur'a kurduğun kumpası magazincilere anlatmamı istemiyorsan bana 50.000 vermeni söylemeye geldim. Telefonla bu tür işleri konuşmadığımı bilirsin. Polisler kayıtlara ulaşıyor ve hop, ekipler kapımda!"

"Geri zekalı! Sen beni ele verirsen, ben de seni ele veririm. Kim bilir kaç yıl yatarsın."

"Tamam, söyle güzelim. Gelsin ekip kapıya, o zaman ben seni, sen de beni ele ver. İkimiz birlikte yatalım. Düştüm mapus damlarına diye şarkı söyleriz. A, ha, ha, haaa! Nasıl?"

Zerrin, bunu asla göze alamayacağını biliyordu. Annesi, babası öğrenirse mahvolurdu. Hapis yatmasa bile pahalı avukatları sayesinde büyük para cezası alırdı. Serdar, bir daha yüzüne bakmazdı. Kumpas kuran kız diye tüm arkadaşları kendisini dışlardı. 

"Pislik! Allah'ın belası! Geberesice! Nereden bulacağım 50.000'i? Babamdan çalarsam yakalanırım ve her şey ortaya çıkar. İkimiz de karakolu boylarız. Doğum günümde hediye edilen altın kolyemi verebilirim. Kaybettim derim, zinciri  kopmuş düşmüş filan derim... şüphelenmezler. "

"Tamam ama kuyumcuda baktıracağım, sahteyse külâhları değişiriz.. Sonra da o fiyakalı arabanı istiyorum. Çalındı dersin. Nasılsa senaryo yazmakta üstüne yok."

"Arabam mı? Yok artık! Kolye kayıp, araba kayıp, annemler şüphelenip uyuşturucuya filan başladım sanacaklar!"

"Valla o senin problemin. Arkadaşına kumpas kurmasaydın güzelim. Zavallı Binnur."

"Allah belanı versin!" 

Ertesi gün bir AVM'nin sinemasında buluşmaya karar verdiler. Fikir Zerrin'indi. Cem'e yan yana iki bilet alıp, koltuğa oturup, kendisini beklemesini söyledi. Ayrı ayrı gelirlerse kimse şüphelenmeyecekti. Cem, kendini zeki sanıyordu ama günün sonunda kimin daha akıllı olduğu ortaya çıkacaktı.

Devam edecek...

Yazan: Müjde Dural
NOT: Bu hikayedeki tüm kişilerin, kurumların gerçek kişilerle ilgisi yoktur, tamamen hayalidir. İsim benzerliğidir.

22 Ocak 2025 Çarşamba

BLOG ARKADAŞLARIMA SORUYORUM


Bir kişi var mı

"Ben bu ülkede yaşamaktan çok memnunum. Her şey harika." diyen?

Bir kişi var mı

"Bu ülkede adalet var diyen?"

Çoluk çocuk karne almış, kar tatiline otele gidiyorsun. Otelin yangın söndürme (yağmur yağdırma) tertibatı yok, yangın merdiveni yok, yangın söndürme cihazı var mı bilmiyorum? Yangın alarmı var mı bilmiyorum. Üstelik otel ahşap! Sonuç 79 ölü. İnsanlar cayır cayır yanmışlar. Ülkede her kurumda rüşvetle iş yapıldığı için yangın, mangın denetiminde belli ki, rüşvet veriyorlar "uygundur" raporu alıyorlar ki,  otel, bu yangından 40 gün önce belediyeye yangın raporu için başvurmuş ama CHP'li Bolu belediyesi


"Bu otel yangın konusunda BERBAT, her şeyi EKSİK, rapor VERMEYİZ" demiş.


Bu sefer rapor isteğini geri çekmişler. (Bu, basında yazıyor, hatta akp yandaşı Ahmet Hakan yazmış)


Ayrıca, otelin giriş tabelasında Turizm Bakanlığı denetimindedir plaketi var. (OBERJ de belediye sınırları dışında olan konaklamalara verilen isimmiş)Yani AKPnin denetiminde ama şimdi tüm hatayı CHPli belediye başkanına atmaya çalışıyorlar.

Kolonu kesilen apartmanlara, depreme dayanıksız binalara da rüşvetle her şeyi kusursuz, eksiksiz diye raporlar alınıyor. Benim abim mimardır. Uzun yıllar önce Üsküdar Belediyesi'nde işe girmişti, bir, iki ay sonra istifayı bastı. Dedi ki

"Herkes rüşvet vermeye çalışıyor"

Bu ülkede herkesin aklı paraya, rüşvete, haraca çalışıyor! Düğün yapıyorlar, çocuklar gelin arabasının önünü kesip PARA istiyor! O çocukları öyle paragöz kim yetiştirdi? Anaları, babaları yani toplum! Gelin oluyor kız, damat kapıdan girecek, kızın ablası, mablası PARA istiyor yoksa kapıyı açmıyor! Gelin hanımın duvağını açacak damat bey, gelin yüz görümlüğü adıyla PARA istiyor yoksa açmıyor! Başka hangi ülkede iki kişi evlenirken bu kadar rüşvet, bahşiş, haraç, para döner? Gelin misin fahişe misin PARA ile yatağa gireceksin? Fahişeler, eskortlar PARA ile adamın koynuna giriyor. Sen evlilik yapıyorsun, güya yuva kuruyorsun ne PARASI?

Valla canım Atatürk'üm kusura bakmasın ama tek şeyde yanılmış bu halkın asil olanları var ve zaten, Atatürk'ümüz o asil olanlarla işgale direndi, düşmanlara direndi, o asillerle kurtuluş savaşını yaptı ama kalan kısmı çakal! Paragöz. (Gerçi Atatürk onları da biliyordu, bir kese altın için, bir makam için İngilizlerle işbirliği yapanları astırdı, sonra bunların torunları şapka giymedik de ondan astırdı diyorlar! Ay! 5 yaşında çocuk inanmaz.)


kaynak:sokakta yürüyen kıza yumruk attı

Genç bir kız sokakta yürüyor, tanımadığı bir genç adam; Kürt mü? Sığınmacı mı? Mülteci mi? Adını soyadını yazmamışlar, pat diye kızın suratına yumruk atıyor. Zavallı yerde! Gözler yukarıdaki fotoğraftaki durumda! Bu canilik değil de nedir? Caniyi serbest bırakıyorlar. Sosyal medyada tepki gelince tekrar içeri alıyorlar ama yakında bırakırlar. Var mı adalet bu ülkede?

pkakalı Kürt'ün birini hastaneye başhekim yapmışlar, adam, kendi gibilerle çete kurmuş, bebekleri öldürüyor, "Suriyeli bebek olmasın Türk bebek yok mu?" diyor!

Depremde apartmanlar yıkıldı, kolon kesen mağaza sahiplerinden ya da müteahhitlerden kaçı ceza aldı? 1999 depreminde? 6 Şubat depreminde? Var mı ceza alan? Var mı adalet?

Daha bugün okudum, emekli bir öğretmen mezar taşını hazırlamış, sonra da kendi canına kıymış. Mezar taşında yazan da şu:

"Yaptığı her iyilikten zarar gören adam"



Güya "dindar" nesil yaratacaklardı. Nasıl yapacaklarsa, tersine insanlar ahlaksızlaşmış. Yok, mini etek giyenleri kastetmiyorum. Mini etek giyenin kime ne zararı var? Kendisine yakıştırmış, giymiş, beğenilmek istemiş. Size ne ama başka bir ahlaksızlık var. Bir çürüme var. Mesela televizyon dizilerine bakıyorum ki, çok dizi izlemem. Sandık Kokusu diye bir dizi vardı, üvey babasıyla evlenen kız! Evet yanlış duymadınız. Evlilik yaşında genç kızı olan anne, ikinci evliliğini yapmış, üvey baba genç kızı baştan çıkartmış, kız da ona ilgisiz kalmamış, evlenmişler! Şakir Paşa mı, ne paşaysa bir de o dizi çıkmış; onda da gelinine sarkan kayınpeder var! Evet köylerde, Müge Anlı programlarında maalesef çok duyardık böyle sapık kayınpederleri. Halbuki normalde kayınpedere "baba" denir. Böyle olması gerekir. Normali budur.  Kayınpedere baba, amcaya baba yarısı,  teyzeye anne yarısı denir, yengeye, baldıza, kuzene  kız kardeş gözüyle bakılır, enişteye ağabey gözüyle bakılır. Aksi sapıklıktır. Böyle rezillikleri yazabilmişler senaryo diye. 

Geçen yıl ilk bölümüne bakıp "Ay! Ne iğrenç dizi!" diyerek bir daha yüzüne bakmadığım ama reyting rekorları kıran Yalı Çapkını diye bir dizi var, onda da enişte - baldız yatağa girmiş! (İlk bölümü hariç bir daha bakmadım ama sosyal medyada öğrendim. Orada yazıyorlar)

Bitmedi. Uzak Şehir diye reyting rekorları kıran bir dizi başladı. Bir Arap dizisinden uyarlamışlar. Dizide, bir kadın kocası öldü, onu kayınbiraderiyle evlendirdiler! Töreleri böyleymiş! Gerçi kayınbiraderi rolündeki oyuncu "Ben senle gerçek karı - koca olmam asla" diyor ama diziyi izleyenler ikisi aşık olsun istiyorlar! Ayrıca, dizide iki yan rol oyuncusu var, ikisi de kuzenlerine aşık! Ha, bunlar evlensin de SMA'lı bebeleri olsun, meydanda SMA standı açacaklar! Ya da bizim çok eskiden oturduğumuz apartmandaki amca oğluyla evlenen kadın gibi biri sağır, öteki sağır dilsiz çocuklar doğursunlar!

Bu ülkede özellikle Güneydoğu'da aile içi taciz, istismar vakaları bu kadar yaygınken, Narin olayı, Rojin olayı, zavallı köpeklere bile tecavüz edilirken, üvey baba - kız evliliği, kayın- yenge evliliği, kuzenlerin aşkını yazmak için geri zekalı, sapık ya da ahlaksız olmak lazım. Senaryo yazarları mı sapık? Yapımcılar mı sapık "Böyle şeyler yaz!" diyorlar? İzleyiciler mi sapık? Bu toplum sapık mı? Ben anlamıyorum. Ha, bir de Müslüman filan ya o diziyi izleyenlerin % 90'ı Müslüman! Katolik ülke değiliz ki. Ben, deist halimle ayıplarken, bizimkiler

" Cihan, Alya'yı çek kendine, öperek sustur."

Tweetleri atıyorlar.

(Cihan - Alya dedikleri yenge - kayınbirader!)

Ya, bir kendinize gelin, tövbe tövbeee, amcanız, ananıza talip olsa cinayet çıkmaz mı? Bunlar, bunu düşünmüyorlar, dizi ya...oradaki yakışıklı oyuncu ile güzel kadın birbirine aşık olsun istiyorlar.

Ben artık bu ülkeden umudumu kestim. Gençler mutsuz, evlenmeyi bile düşünmüyorlar, üniversite bitirmişler ama tezgahtarlık yapıyorlar, kurye oluyorlar, nasıl evlensinler kiralar almış başını gitmiş, her şey çok pahalı, yaşlılar mutsuz, emekliler mutsuz, maaşlar yetmiyor, bir tek 30 - 40 yerden huzur hakkı (!) alan AKP'liler mutlu, 20 Milyonluk arabada gezen sarıklı, cübbeliler mutlu.

23 senedir başımızda bir hükümet var. Bu 23 senede TSK'ya kumpas kurdular,

"Pardon, Fetö bizi kandırdı"

dediler. Hani adalet? Tayyipgiller "Pardon" diyene kadar komutanlar öldü, onuruna dokunan Ali Tatar intihar etti, herkes kuru iftirayı kaldıramaz ki? 15 Temmuz yaptılar

"Fetö yaptı" dediler. (Fetö işin içinde ama akıllı olanlar Fetö ile birlikte kimin de işin içinde olduğunu biliyorlar)

Terörist başı denileni çıkartmak isteyenler, sığınmacılara, mültecilere, kaçaklara göz yummayan Ümit Özdağ'ı tutukluyor. Bebek katiline övgüler düzülüp, Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri olmakla teğmenler suçlanıyor! Bu ülkeyi Mustafa Kemal Atatürk kurtardı, bu cumhuriyeti o kurdu, paramızın üstünde onun resmi var, "reis" dedikleri Atatürk'ü sevmeyen adam bile kös kös ulusal bayramlarda istemeden de olsa gidip o Mustafa Kemal Atatürk'ün kabrinde saygı duruşunda duruyor. Annem Ankara diye bir dizi var niye Annem Ankara? Ankara direniştir çünkü, Mustafa Kemal'in ve ona inanan, güvenen, "Yetiş yetiş Kemal paşa, kan ağlıyor Anadolu" diye türküler yakan cesur insanların direnişinin adıdır. Düşmana direnişin simgesidir Ankara. (Çok şükür o dizide çarpık çurpuk ilişki yok rahat rahat bakıyorum o yüzden) Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri olmayacağız da, Fetö'nün, Menzil'in, Yunan'ın askeri mi olacağız? Tabii ki, Mustafa Kemal'in askerleriyiz. Başka kimin askeri olacağız?






Bu ülkede askerler, orduevinde düğün yaparken bile, adettir; gelenektir, daima kılıçların altında yürür gelinle-damat.

Ne korkuyorsunuz kendi askerinizin kılıcından? Size mi çekiliyor ki? O zaman sizler hainsiniz ve hain olduğunuz için "Ya hainliğimizden ötürü bize bir şey yaparlarsa?" diye korkuyorsunuz ya da hain olduğunuz için fırsattan istifade, böyle osuruktan bir bahane ile Atatürkçü askerleri ordudan atmaya çalışıyorsunuz ki, yerine tarikatçıları dolduracaksınız.

Geçenlerde yine sosyal medyada yaşlı ve başı örtülü bir kadıncağıza mikrofon tuttular kadın dedi ki

" Tayyip 10 milyon sığınmacı besleyeceğine, 10 milyon inek besleseydi, şimdi eti bedava yiyorduk"

Yine bir başka başı örtülü, genç bir kadın

"Ben artık bu ülkeyi Müslüman idare etsin istemiyorum, ateist idare etsin"

dedi. Valla. Gözümle gördüm. Artık nasıl bıktıysa. Ha, belki "danışıklı dövüş" diyebilirsiniz artık bilemiyorum. Bana oldukça samimi geldi. Bulabilirsem videonun linkini buraya eklerim sonradan.

Daha da yazarım ülke değil deveye döndük. Neren eğri diye sormuşlar deveye? Nerem doğru ki demiş. Her yanımız eğri, her yanımız yanlış, her yanımız kumpas. Polisi, öğretmeni, memuru, ev kadını, genci, öğrencisi, yaşlısı patır patır intihar ediyor. Cinnetler gırla. Boşanmalar gırla. Bir Tayyipgiller mutlu, bir onlar memnun. Daha neler, neler var yazacak da, başınızı ağrıttım yeter.

ŞERİAT GELSİN İSTİYORUM

Not:  Sarıklı, cübbeli bir adam tarafından sopalanan kadının videosu vardı ama çalışmıyor ben de silmek zorunda kaldım. 

Valla. Gelsin, gelsin. Yalnız bir şartla gelsin. Özerk bir bölge verilsin onlara. Şeriat isteyenler orada toplansın. Bir önceki paylaşımımdaki videodaki cübbeliler, sarıklılar ve videoda gözükmeyen çarşaflılar, burkalılar, Atatürk'ü sevmeyenler hepsi oraya yerleşsin.Orada bir erkek dört kadınla evlenme hakkına sahip olsun; bir erkek karısını üç kez "Boş ol" diyerek kapı önüne koyabilsin, kız çocuklara katiyen babalarından beş kuruş miras bırakılmasın. Bir kadının şahitliği yeterli olmasın. Kadınların hepsi zorla kapatılsın. Erkeklere karşı koyanlar da bu videodaki gibi sopalansın. Evlilik yaşını da artık 10 mu yaparlar, 9 mu yaparlar, bilemiyorum kendileri karar versinler. Kız çocuklarını okuturlar mı, mesela doktor olmalarına izin verirler mi bilemem, okulda dünya düz diye öğretsinler, evrim yasalarını çöpe atsınlar filan.

O bölgedeki kadınlar "İmdat! Pişmanız. Biz, laik bölgede yaşamak istiyoruz!" derlerse alırız yine. İnsanlık ölmedi ya?

21 Ocak 2025 Salı

PARA İSLAM'da :)

 



Benim arabam yok. O yüzden araba markasından, fiyatından anlamam. Sosyal medyada bu araba için yaklaşık 20 Milyon demişler. Onların yalancısıyım.

Bu cübbeli, takkeliler ne yapıyor da 20 milyonluk arabalarda geziyorlar bilmiyorum. Bunların fabrikaları mı var? Bir şey mi üretiyorlar? Koç, Sabancı, Hacı Şakir, baklavacı Güllüoğlu gibi dededen zenginler mi? Elon Musk gibi yazılımcı, Ajda Pekkan gibi yılların şarkıcısı, Hollywood ünlüsü mü? Nereden geliyor bu değirmenin suyu? Ülkenin örtülü ödeneğini mi talan ediyorlar? Devletin hazinesine mi çökmüşler? Ney?

Değilse, bu kadar büyük para sadece kokain işi, silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı ve fuhuş sektöründe var.

Yıllardır denir "Huzur İslam'da" diye. Bence huzur değil ama "PARA" İslam'da.