25 Temmuz 2024 Perşembe

DÜŞMAN AŞIKLAR 23 - ÇAKMA SADDAM

Malikânenin çiçekli desenli, zevksiz çelik kapısına baktı. Kesin uyuşturucu baronlarının mekânıydı. Hem onca paraya sahip olup, hem de bu kadar zevksiz olmalarından belliydi. Askerliğini komando olarak yaptığı günlerdeki gibi koşarak, zıpladı ve duvara tırmandı. İki metre duvar onun için çocuk oyuncağıydı. Bahçeye atladı. Önemli olan Rotweiler'a yakalanmamaktı. Eğer dişlerini bacağına veya koluna geçirirse, kilitler ve adamların eline düşerdi. Köpek, kokusunu alana kadar arka cephede açık bir pencere bulursa, eve girebilirdi. Tam o sırada karanlıkta ayağına yumuşak bir şey takıldı. Eğilip baktı: Bilmeden bahçeye girme talihsizliine uğramış ve çoktan hayatını kaybetmiş zavallı bir kedicikti. Güzel beyaz, siyah kürkü köpeğin salyalarıyla hâlâ ıslaktı. yüzünü buruşturdu. Gözleri doldu.

"Ah! Zavallıcık! "

Eve doğru yanaşırken, köpek kokusunu aldı ve havlayarak arka bahçeye doğru hızla gelmeye başlamıştı ki, Mehmet, ölmüş kediciği çimenlerin üstüne bıraktı. Köpek, zavallı kediyle meşgulken, giriş katı penceresinin parmaklığına tırmandı, yaz ve hava sıcak olduğundan üst katın penceresi açıktı. Köpeğin bağırışına iki adam koştu. Kafalarını kaldırsalar bir adamın üst kat penceresine girdiğini göreceklerdi ama bakmadılar.

Malikânenin kapısından biri seslendi:

"Niye havlıyorlarmış?"

"Yok bir şey! Kediymiş! Bizimki canına okumuş!"

"Haa? Tamam."

Mehmet, yatak odasındaydı ve çift kişilik yatağın üzerinde az sonra seyahate çıkacak birine ait olduğu izlenimi veren kapağı açık bir valiz duruyordu. Katlanmış pijamaların üstünde muhtemelen sahte beş, altı pasaport gelişigüzel atılmıştı. Kapıya kulağını dayadı ve sesleri dinledi. Gıcırdatmamaya çalışarak kapıyı açtı. Merdiven sahanlığından aşağıdaki büyük salona baktı. Patronları olan kısa boylu, göbekli, siyah bıyıklı ve kel, sağ elinde tespih sallayan bir adam ayakta durmuş, elinde iki kimlik, Serap ve Fadıl'a bakıyordu. İkisi de soğukkanlı gözükmeye çabalıyordu.

" Hmmm. Gazeteciymişsiniz gerçekten de. Serap Arda, Fadıl Uraz."

Fadıl atıldı.

"Evet! Gazeteciyiz. Bu bizim vazifemiz. Yani haber peşinde koşmak."

Serap bir şeyler düşünmeye çalışıyordu.

"Bizi öldürmeniz aptallık olur. Bırakın gidelim. En azından cinayetten aranmazsınız."

"Ha, ha, ha! Oldu, gözlerim doldu!"

Göbekli, kel ve bıyıklı patron, her yanı dövmeli adamına döndü.

"Polis değiller ama ne olur, ne olmaz; burayı hemen terk edelim. Yukarıdan valizimi getir."

"Tamam Saddam."

Mehmet, "Saddam mı?" diyerek bıyık altından güldü. Tekrar odaya girerek, kapının arkasına gizlendi ve valizi almaya gelecek adamı beklemeye başladı. Adam kapıyı açınca, elinin kenarıyla sert bir darbeyi adamın ensesine indirdi. Bunun onu bayıltacağını biliyordu. Ses çıkmasın diye adamı düşmek üzereyken tuttu. Halının üstüne bıraktı ve silahını aldı.

Elebaşları, Serap'a döndü. Parmaklarıyla bıyıklarını burdu.

"Valla içim cız ediyor. Hayatımda ilk defa bu kadar güzel birinin ölüm fermanını veriyorum. Keşke gazeteci olacağına, manken filan olsaydın. Şu bacaklara bak. Benim boyum kadar. Neyse hadi son duanızı yapın. "

"Yav, ölmeden önce Fener mi kazandı, Beşiktaş mı bileydim ..."

"Ha,ha,ha, bayağı da esprili çocuk!"

Serap içinden

"Hayatımda ilk kez aşık oldum ve kavuşamadan öleceğim. Allah'ım annem ve kedim sana emanet."

dedi.

Yukarıda olan biteni izleyen Mehmet'in yakışıklı yüzü "bacak" cümlesiyle zaten asılmış, siyah kaşları çatılmış, gözlerinden ateşler fışkırıyordu. Tetikçi, tetiğe basacakken, bir el silah sesi duyuldu. Ve adam elinden vuruldu, silah yere düştü. Saddam dedikleri adam yukarı bakarken Mehmet,

"Kıpırdama bastıbacak Saddam!"

diye bağırdı. Serap ve Fadıl da yukarı baktılar. Şaşkınlıktan ikisinin de ağzı açık kalırken, kızın kalbi hem heyecandan, hem de aşktan atmaya başladı.

"Hani polis değildiniz lan? Buradan çıkamazsınız, dışarıda adamlarım var."

"Kapat çeneni! Şimdi düş önüme! Kıpırdama yoksa kafana sıkarım."

Mehmet, sol eliyle adamın boğazından tutmuş, sağ eliyle silahı kafasına dayamış şekilde kapıdan çıktılar, arkalarından da Serap ve Fadıl geliyordu. Zavallı Fadıl korkudan titriyordu. Mehmet bağırdı:

"Söyle adamlarına şu köpeği bağlasınlar! Peşimizden gelmeye kalkarlarsa acımam, beynini dağıtırım. "

"Dediğini yapın! "

Adamlar köpeğin zincirini bağladılar. Mehmet, bahçedeki araçların hepsinin lastiğine birer kurşun sıktı. Sonra Saddam denen adamla parmaklıklı bahçe kapısına geldiler. Mehmet, öteki eliyle cebinden anahtarı çıkartıp Fadıl'a verdi.

"Fadıl! Koşun, arabam biraz aşağıda. Siz binin; geliyorum."

Fadıl ve Serap arabaya doğru koşarken, Mehmet, adama döndü:

"Hadi bakalım, bana müsaade. Ha, bence kendine lakap olarak daha uygun bir isim seç. Bu da her gördüğün güzel bacağa sulandığın için! "

diyerek adamın çenesine esaslı bir yumruk indirdi. Uyuşturucu taciri yere yıkıldı. Eli çenesinde, dizlerinin üstünde doğrulmaya çalışırken adamlarına lanet okuyordu.

"Ah! Katır gibi yumruğu varmış lanet herif! Lan beceriksizler! Hep sizin yüzünüzden! Lanet olsun alayınıza! İşe yaramazlar! Hergeleler! "

Mehmet, koşarak arabaya binmişti. Adam hâlâ bağırıyordu.

"Bunun hesabını sorarım senden! Bugün bir düşman kazandın!"

Foçalı, sürücü koltuğuna geçip, öyle bir gaza bastı ki, tekerlekler asfaltı inletti. Araçların lastiklerini indirmişti ama garajda başka araç olabilirdi. Bir an önce oradan gitmeliydi. Serap ve Fadıl kıl payı ölümden kurtulmalarına hâlâ inanamıyorlardı. Son sürat, çiftlik evinden uzaklaşırken, arabanın içinde çıt çıkmıyordu. Duyulan tek ses motorun gürültüsüydü.

"İyi misiniz han'fendi? Sesiniz çıkmıyor? Erkek düşmanlığı yapmaya benzemiyormuş değil mi araştırmacı gazetecilik yapmak?"

" Of! Sanki peşimizden gel dedik!"

"Ha, siz Edi ile Büdü'yü bıraksaydım da kafanıza sıksaydılar. Yahu niye başka kadınlar gibi 'Kim şık? Kim rüküş?' yazmıyorsun? Hem insan bir teşekkür eder. Nankör!"

"Nankör değilim, tam teşekkür edecektim ki, sen başladın, erkek düşmanı diye. 'Kim şık? Kim rüküş' sen yaz."

"Fesupanallah! Ben erkeğim!"

"Ben de kadınım! "

" Tamam işte. Erkek olduğum için kötü adamlar benim işim. "

"Beni unutuyorsunuz Mehmet bey, ben de erkeğim. Feminist ve şiddete karşı bir erkeğim ama yine de Serap hanımı yalnız bırakmadım; arayınca hemen koştum. "

Mehmet, gülmemek için kendini tuttu. Doğuştan merhametliydi. Kalbini kırmak istemedi gölgesinden korkan çocuğun.

"Öyle ya, pardon Fadıl. Ama yine de bir daha kötü adamlarla ilgili haber yapacağınız zaman bana da bir zahmet haber verin e mi? Artık aynı gazetede çalışıyoruz. "

"Bana uyar. Unutmadan Mehmet Abi, çok sağol. Hayatımızı kurtardın. İyi de bizi nasıl?..."

"Seni takip ettim."

"A? Hiç fark etmedim."

"Etsen şaşardım. Sahi telefonlarınız yanınızda mı? Benimki gazetede kaldı. Söyleyeceğim numarayı arayın da şunları yakalasınlar."

"Benimki arabada kaldı."

"Benim de. Çantamın içindeydi."

Serap, yan gözle Mehmet'e baktı. Bir teşekkürü hak ediyordu. Daha fazla inatçılık etmek yakışmazdı. Tamam feministti ama nankör de değildi. Aslında onu yukarıda gördüğünde koşup boynuna atılmak istemişti.

" Ben de teşekkür ederim."

"Zevkti han'fendi. Senin peşinden cehenneme bile giderim. Ama oraya feministleri almıyorlarmış."

"A,ha-ha-ha! Çok komik!"

Yalnız bir şey merak ediyorum."

"Neyi?"

"Hep böyle mıknatıs gibi belayı çekiyor musun? Hobi olarak mı yapıyorsun?"

"Ukalâ!"

Fadıl, kavga dursun diye konuyu değiştirmeye çalıştı.

"Mehmet abi, hobi değil, tüm bunlara bir kedi sebep olmuş."

"Kedi mi?"

"He, he, he, evet. Serap hanım bir kedi görmüş onun peşinden....gerçi ben de görsem aynısını yapardım. Kedilere dayanamıyorum. "

"Te Alla'm! Yani şu Saddam dedikleri gerzek bilse, üç yavru kediyle, ikinizi her türlü tuzağa çeker! İyi ki, haberi yok!"

"Yok artık! Sen de bizi iyice salak belledin!"

"Yalan mı? Yarınki köşe yazımın başlığı: Edi ile Büdü uyuşturucu kaçakçılarının peşinde! Sevgili okurlar, ünlü ve de erkek düşmanı, pardon feminist köşe yazarı Serap hanımın kedi aşkı....."

"Hele bir öyle bir şey yaz!"

Mehmet kahkahayla gülerken, Serap

"Sayemizde yakalanacaklar!"

"Hııı. Ne demezsin biz cep telefonlarına ulaşana kadar tüyerler."

"Yav, n'olur kavga etmeyin. Acaba maça yetişir miyiz?

Mehmet, arabayı sürerken bu işten sevdiğinin saçının teline zarar germeden sıyrıldıkları için keyifliydi, Serap da kendi kendine

"Serap kendine gel kızım! Bu maço senin can düşmanın değil miydi! Of! Şeytan tüyü mü var bu adamda? İçim pır pır ediyor! İnşallah aşık olduğumu anlamaz!"

diyordu. Ay, bulutların arkasından çıktı. Sıcak yaz gecesinde aşk esintisi vardı ve sanki bir yerlerden ikisinin de kulağına

"İki yabancı kalpler birleşmiş, iki yabancı gözler birleşmiş....." çalıyordu."

Mehmet, "Bir daha aşık olamam" derken büyük laf etmişti. İnsan, ikinci kez de aşık olabiliyordu. Bundan sonra hayatının yazını, kışını, baharını, aylarını, yıllarını, dakikalarını, günlerinin kırıntılarını bile Serap'la geçirmek niyetindeydi. Acaba o da onu seviyor muydu yoksa birbirlerinin can düşmanı olduklarını öğrendiği günden sonra kalbi buz mu tutmuştu? Tutarsa tutsun, aşkının sıcaklığı ile buzlar kraliçesini eritecekti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder