28 Temmuz 2024 Pazar

DÜŞMAN AŞIKLAR 41- FELÇ NUMARASI MEYDANA ÇIKIYOR:)

Nil, siyah elbisesini giydi; aynı renk şapkasını taktı. Çorapları, ayakkabıları dahil, tepeden tırnağa karalar içinde, bir taksiye binip Zincirlikuyu mezarlığında indi. Çiğdem'in cenazesi toprağa verilmiş, herkes gidiyordu. Karanfiller, laleler ve papatyalarla kaplı toprak yığınına yaklaştı.

Elinde bir tane kırmızı gül vardı.

" Emily İçin Bir Gül hikayesini bilir misin Çiğdem? Okusaydın, aç gözlü, hırslı ve saplantılı kitap kahramanlarının sonlarının iyi olmadığını, başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edilemediğini bilirdin. Keşke seni engellemenin başka bir yolu olsaydı; demek ki, yokmuş. Benim ve kızımın ölmesine sebep olacak, sevenleri ayıracak, Mehmet'i yıkacak, küçük Eylül'ü, babaannesi, dedesini çok üzecektin. Yine de affet."

diyerek çiçeği yavaşça mezarın üstüne bıraktı.

Dönüş yolunda yürürken, binlerce liralık çantalarıyla hava atan iki kadının "Ayol şimdi tabutta selfi çekemedim diye üzülüyordur " diye alay ettiklerini duydu. Sağlıklarında birbirine canım, cicim diyenlerin sahte dostluklarıyla yüzü limon yemiş gibi ekşidi.



Aynı saatlerde, Mehmet, elinde telefon, en iyi dostunu aradı:

"Özgür, aman yavaş konuş kimse duymasın."

"Merak etme abicim, yenge, ekibiyle fısır fısır konuşuyor; kesin erkekleri çekiştiriyorlardır. Zavallı Fadıl'ı da kendilerine benzetmişler. Üzerine 'Ben feministim' yazan tişört giymiş, yolda herkes gülüyordur bu nasıl erkek diye."

" Allah iyiliğini versin, aslında çok iyi çocuk. Gerçi Kanada başbakanı da aynısından giymişti."

"Abicim, Trudeau giyer orası çağdaş ülke, bize fazla gelir."

" Neyse, boşver şimdi, bak ne diyeceğim: Çiğdem'le evlilik haberinin asparagas olduğunu basına duyurmamız lâzım."

"Bizim patron halletti o işi: 'Rahmetli, biliyorsunuz ilgi çekmeyi çok severdi, o maksatla bir şaka yapmış, kulaktan kulağa yayılmış, aslı yok, Mehmet beyin Serap hanıma aşık olduğunu bütün Türkiye biliyor.' dedi. "

"İyi olmuş. Peki ya felç hikayesi?"

"Onda da sıkıntı yok. Herkes seni hâlâ Afganistan'da sanıyor." 

"Harika. Ben de bir çözüm buldum: Bir kliniğe gitmiş gibi yapacağım. Bir ay sonra mucize bir fizik tedaviden sonra ayağa kalktım diye gelirim. Yok, yok, bir ay Serap'tan uzak kalmaya dayanamam; on beş gün olsun."

"Tamam. Yalnız dua et de, yenge 'Seni çok seviyorum felç de olsan evlenelim.' demesin. Neyse kapatmam lâzım patron sesleniyor. Hadi görüşürüz."

Mehmet, Özgür'ün söylediğini düşününce, paniğe kapıldı. Ya güzel kız gerçekten öyle bir şey derse? Bir içim su karısına bakıp, yalanı meydana çıkmasın diye dokunamayıp, yutkunan bir adam! Ölümden beter! diye mırıldandı. İnsan beyni böyle çaresiz ve çıkmazlarla dolu anlarda "Seni biraz kapatayım, dinlen, güncellen, reset yap, kendine gel" dermiş. Pencereden vuran yaz güneşiyle, gözleri 'yeniden başlat' yapmak üzere kapandı, kaykılarak kanepeye uzandı, telefon elinden halının üzerine düştü. Mışıl mışıl uyurken alttaki rüyayı görmeye başladı:

Rüyasında, Serap ile evlenmişlerdi. Güzel kız, üzerinde seksi geceliklerle odada geziyor; banyodan çıkmış üzerinde havlu biçimli bacaklarına krem sürüyordu.

"Aşkımmm, genç, güzel karıma dokunamıyorum diye acı çekmiyorsun ya? "

"Iıııı...yok....ııııı.....yok....yok"

"Hayatımm? Banyodan sonra nemlendirici sürerken, bir şey hissettmiyorsun değil mi?" deyince de

"Iııı, ıııı.....hiss....hissetmiyorum."

Alnında boncuk boncuk terle, "Hiaaaaa!" diye irkilerek uyandı.

"Allah'ım çok şükür rüyaymış! Çin işkencesinden beterdi."

Ter içinde kaldığından gidip bir güzel duş aldı, giyindi. Havluyla kafasını kurulaya kurulaya salona geldi. Serap görür diye bahçeye bile çıkamıyordu, eve hapsolmuştu. Annesi, babası televizyonda dizi izler; kendisi de internette Libya'yla ilgili haberleri okurken akşam oldu. Eylül, odasında bebekleriyle oynuyordu. Minik fincanlarını, çay takımını dizdi, içlerinde çay varmış gibi ağzına götürerek "Hüüp, Hüüp" diye çay içti. Sonra

" Şimdi uslu uslu durun çocuklar, ben ütü yapacağım."

diyerek oyuncak ütüsünü alıp, bebeklerinin minik kıyafetlerini ütülemeye başlamıştı ki, zil çaldı. Mehmet, yerinden sıçradı.

"AÇMAYIN SAKIN! Serap olabilir! Kol askım! Sandalye!"

Panikten kol askısını bu sefer de sağ koluna takıp, tekerlekli iskemleye oturdu.

"Tamam baba, açabilirsin şimdi."


Osman bey, kalkıp kapıyı açtı. Karşısında keçi sakallı, gözlüklü, kır saçlı, entel tipli bir bey ve tesettürlü, koyu renk gözlüklü bir kadın, yanlarında da Madam Angela vardı. Adam, lafa girdi:

"Arz-ı hürmetler ederim efendim, bendeniz Nöroloji uzmanı profesör doktor Attilla Demir. Bu da yardımcım fizik terapi ve alternatif tıp uzmanı Azadiya hanım. Kendisi Özbekistanlıdır. Türkçe bilmez; yeni geldi. Biz aramızda Rusça anlaşıyoruz. Efendim, bizi Serap hanım gönderdi. Oğlunuzu muayene etmemiz için. Ricasını kıramadım. Madam Angela da eksik olmasın, evinizi gösterdi."

"Evet ya, ellerinde bir adres kağıdı baka baka yüroorlardı. Ee, bizi içeri davet etmeyecek misiniz ayol?"

"Ah, kusura bakmayın, çok affedersiniz, şaşırdım, buyurun, buyurun."

Adamcağızın yüzü "Şimdi ne halt edeceğiz?" diyordu. Misafirler ve Madam içeri girdi.

"Oğlum, beyefendi ve han'fendi...."

"Duydum baba, şey, doktor bey, ikinize de çok teşekkür ederim, zahmet edip evimize kadar gelmişsiniz ama ben felç değilim."

"Ne? Nasıl yani? "

"Şimdi uzun hikaye ama çok özel bir sebep yüzünden felç numarası yapmak zorunda kaldım. İnanın mecburiyet. Ölüm kalım meselesiydi."

"Yok canım? İnanmıyorum. Doktor korkusu olmasın? Çoğu hasta canı acıyacağını düşünerek, fizik tedaviden korkar."

" Valla değil doktor bey, yalnız ne olur Serap duymasın. Öğrenirse mahvolurum. Her şeyi onun için yaptım ama haberi yok. Hayat memat meselesiydi. Gittik, evde yoktu filan dersiniz. Ben zaten bu işi on beş gün içinde halledeceğim. İnanmazsanız bakın..."

Mehmet ayağa kalktı. Kolundaki askıyı yere fırlattı. Sonra ip atlar gibi zıp, zıp, zıpladı.

"Gördünüz mü kolumda da, bacaklarımda bir sorun yok. Hatta bir saniye...." diyerek

halıya uzandı. Güçlü pazularını şişire şişire şınav çekmeye başladı.

"Birrr"

"Kiii.."

"Üç..."

Mehmet dördüncüyü çekerken, Azadiya hanım soyunmaya başladı: Birer birer önce baş örtüsünü, sonra üzerindeki tüniği, en sonunda kara gözlüklerini çıkartıp yanındaki koltuğun üzerine koydu. Bu, Serap'tan başkası değildi. Mehmet'in annesinin ve babasının şaşkınlıktan ağızları açık kalırken, güzel kız, onlara gülümseyerek, parmağını dudağına götürdü ve 'sus' işareti yaptı. Yakışıklı adam kafasını yukarı kaldırmadığından, kızı görmüyordu. Gözleri halıda seslendi:

"Dörtt....yetmez mi doktor bey?"

Sakallı adam Serap'a baktı. Kız, başını 'hayır' anlamında sallayınca,

"Birazcık daha çekin öyle karar vereceğim Mehmet bey."

dedi.

"Altıı...."

"Yedii....."

.......

"Yirmi....ıııhh!:..."

Karı, koca, müstakbel gelinlerinin hatırına bir şey diyemiyorlardı ama yüzü kıpkırmızı olmuş, alnının damarları kabarmış, dişlerini sıkarak şınav çeken oğlu "ıııhh!" dedikçe, Şehnaz hanımın yüzü düştü. Ne de olsa anne yüreğiydi. Madam Angela bile ellerini dizine vurup, başını sağı-sola sallayıp, içinden "Vah, vah, canı çıkooor delikanlının." diyordu ki, Serap, eliyle doktora durmasını işaret etti.

Doktor seslendi:

"Tamam, ikna oldum. Sapasağlamsınız."

Serap

"Ben de. Maşallah turp gibisin canım!"

deyince Mehmet ayağa fırladı.

" Hiii! SERAP!"

"Serap ya! Ta başından beri numara yaptığını biliyordum. Seni sahtekar! Şınav çekersin ha?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder