"Hmm....Demek sivri dilli, ünlü feministimiz bu evde oturuyor. Ev güzel ama kapısında uçan süpürgesi eksik, erkek düşmanı cadalozun. Köşesinde sık sık yazdığı üzere, anasıyla oturuyormuş. Kim alır ki zaten bu erkek düşmanını? Akşama kadar beklemek zorunda kalsam da bekleyeceğim, elbet evden dışarı çıkar. Bakalım can düşmanım neye benziyor? Haydi çık dışarı Serap hanım! Çık da neye benzediğini göreyim."
Dakikalar geçiyor ama pembe ve mavi ortancalarla süslü bahçenin kapısından kimse dışarı çıkmıyordu. Her genç kız annesinin "Ay, ideal damat adayı, nasıl da güven veren güzel gözleri var." diyeceği kahverengi gözleri kapıda, eliyle direksiyona pat-pat vuruyordu ki, cep telefonu çaldı. Ekranda "Kuzucum" yazıyordu. Bu, Mehmet'in 10 yaşındaki sevimli ama çok şeker yediği için bir dişi eksik kızı Eylül'dü. Eşini, 4 yıl önce elim bir trafik kazasında kaybettiğinden beri, kızına hem anne, hem baba olmuştu. İşe gittiğinde ise kuzucuğuna annesi ve babası bakıyordu. Yaşlı çift torunlarının üzerine titriyorlardı. Serap Arda'nın ve çoğu okurun "Maço" sandığı genç adamın şefkatli bir baba olduğunu, yolda ezilmiş kedi, köpek görünce hüngür hüngür ağladığını, her akşam kızına masal okuduğunu ve annesinin yokluğunu hissettirmemek için ne maskaralıklar yaptığını bilmiyorlardı.
Mehmet, eşinden sonra evlenmemeye yeminliydi çünkü kızına üvey annelik ederler diye korkuyordu. Ancak tekrar kalbini çarptırabilecek, hayvanları seven, merhametli, güzel yürekli, kızına üvey annelik yapmayacak biriyle karşılaşırsa tekrar evlenmeyi düşünecekti. O arada sosyetik Çiğdem de genç adamın peşinden koşuyordu. Kadının Mehmet'i sevdiği filan yoktu. Ünlü, 'maço', gözüpek savaş muhabirinin parmağına yüzük geçirerek, sosyeteye hava atmak niyetindeydi. Hele bir evlensin, küçük Eylül'ü yatılı okula postalamayı planlıyordu.
"Kuzucum?"
"Babişko?"
"Kuzucum, şu anda işim var. Seni sonra arayım mı?"
"Tamam babişko ama eve gelirken kedi maması al; bahçeye bir kedi geldi, Dost da hiç kızmadı, çok sevdi hatta."
"A? Öyle mi? Dost zaten kedileri sever. Tamam kuzucum, alırım."
Dost dedikleri, Mehmet'in golden Terrier köpeğiydi. Barınaktan almışlardı.
Tam o sırada, Serap'ın evinin bahçe kapısı aralandı, bir kadın dışarı çıkıyordu. Mehmet, heyecanlandı, dışarı çıkan bir çalışan ya da anası değilse, nihayet can düşmanı, erkek düşmanı, ünlü feminist köşe yazarı Serap Arda'nın neye benzediğini görecekti.
"Hi! Kapatmam lâzım kuzucum! Öptüm."
"Öptüm babişko."
Kapıdan çıkan Serap'ın "İsim adaşım" dediği ve en az kendisi kadar radikal feminist arkadaşı Serap Kiremitçi idi. İki feminist bol bol erkekleri çekiştirmişlerdi. Üzerinde çok sevdiği incik boncuklar, kocaman yuvarlak sallantılı küpeler vardı. 55 yaşında olmasına rağmen, saçlarını küçük kız saçı yapmış, renk renk tokalar takmıştı ve "I'm a Feminist" yazan bir bluz giymişti. Bacakları da gerçekten ağdasızdı, çünkü bu Serap, öbür Serap'ın aksine Ekşi Sözlük'te "erkekler için kıllarımı almıyorum" diyenlerdendi.
Mehmet, Serap'ın villasından çıkan kadının tipini ve üzerindeki yazıyı görünce,
"Hah! İşte bu! Kesin budur!"
diyerek direksiyona öyle bir vurdu ki, DAAAAT diye korna çaldı. Hemen arabadan çıktı. Siyah gözlükleri gözündeydi. Kadına yaklaştı. En havalı gülümsemesiyle sırıttı:
" Eee, merhaba han'fendi. Şey, isminiz Serap değil mi?"
"A? Evet ner'den bildiniz?"
dedi kadın, boylu poslu yakışıklıya hayran hayran bakarken. İçinden
"Ay, ne yakışıklı çocuk ayol!"
diyordu. Mehmet yalan söylemekten nefret etse de
"Şeyy....eee, sizinle aynı okuldaydık...hemen hatırladım."
diye yalan attı.
Serap
"A, sahi mi? Siz de mi gazetecilik okudunuz?"
"Evet. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın mezunuyum. Sizi görür görmez tanıdım. Bir merhaba demek istedim. Eee, şey, yalnız bir yere yetişmem lâzım. Hoşçakalın. "
"Ay, ama isminiz....aaa! Gitti bile! Tüh! Ay ne yakışıklı çocuktu. Üstelik aynı okuldanmışız."
Mehmet koşarak arabasına bindi. Tam o sırada cep telefonu çaldı. Arayan kankası Özgür'dü.
"Kanka? Çok merak ettim. Nasıl gidiyor takip? Serap Arda'nın evini buldun mu?"
"Buldum! Buldum! Kendisini de gördüm."
"NE? Sahi mi? Nasıl biriydi abicim? Meraktan çatlatma."
" N'olcak? Aynen tahmin ettiğim gibi, bacakları kıllı kıllı, ayrıca bıyıklıydı. "
Özgür
"Oha ya? Necmi dayım gibi mi?"
"Necmi dayın kadar olmasa da, bıyıklıydı. Zavallı, valla acıdım. Bir de görsen koca poposunda tayt, 15'inde gibi giyinmiş! Hahahaha. Neyse hadi geliyorum gazeteye, görüşürüz."
"Görüşürüz kanka."
Mehmet Foçalı, gaza bastı ve gazeteye doğru yola çıktı. Gerçek Serap Arda ise kedisi Çıldırgan'ı sevip, okşuyordu. Sonra Feminist Yazarlar toplantısına katılmak üzere gitmeden önce aynaya baktı.
İçinden
"Yakında ilk kitabım Biz Kadınlar, Siz Erkekler çıkacak. Yayınevi'ne tembih edeyim de, imza günüm için şu maçoya da davetiye göndersinler. Özellikle mini etek giyeceğim. Mosmor olduğunu görmek çok zevkli olacak. Bozulduğunu gördükçe içimin yağları eriyecek. Okurları da iyice tefe koyarlar sosyal medyada. Velhasıl iyi eğleneceğim ve güzel bir intikam alacağım. Öyle ki, takipçilerim 'Füze atsaydın Serap, öyle ölmez!' diyecekler. Görsün bakalım kıllı bacaklı, kız kurusu, erkek düşmanı kimmiş?"
diyordu.
Mehmet, gazeteye gitti. Diğer gazeteciler cam bölmelerle ayrılmış, kocaman bir alanda çalışırken, ünlü olduğu için onun kendine özel odası vardı. Kankası Özgür'le karşılıklı çay içerlerken, Serap Arda sandığı, Serap Kiremitçi'yi tarif ederken gözlerinden yaş geliyor, gülmekten konuşamıyordu.
"Abicim görmen lâzımdı. Aynen hayal ettiğim gibiymiş."
"Kanka ya, müneccim yok, yok, Yıldız Savaşları'ndaki Jedi'ler gibisin. Onların da gizli güçleri var ya. "
Mehmet güldü. Özgür, çayını masanın üstüne koyup, sağ eliyle ışın kılıcı savurur gibi yaptı.
"Bir ışın kılıcın eksik ki, yakışır yakışıklı kankama. E, sonra?"
" Ben 40 filan sanıyordum ama rahat 60'a yaklaşmıştı. Saçlarını küçük kız saçı yapmış! Renk renk kurdelalar, tokalar filan! Bıyıklı, bıyıklı. Ah'ı gitmiş, vah'ı kalmış. Buruş buruş, kırış kırış. Üstünde İngilizce 'Ben Feministim' yazan tişört! Bacaklar kıllı kıllı. 'İsminiz Serap değil mi?" diye sorunca "Evet." demez mi!"
"Zavallı ya....bak ne diyeceğim Mehmet? Bir daha alaylı yazılar yazma günah ya."
"Ol'm o bana neler yazıyor bilmiyor musun? Bak okuyayım bugünkü yazısını!"
Cep telefonunu çıkartıp, Serap Arda'nın "Acı Biber" köşesini okumaya başladı:
"Hah, bak okuyorum: 'Sevgili okurlar, şu kadın düşmanı maço Mehmet Foçalı, son köşe yazısında yine bana sataşmış. E, tabii ne de olsa ilk insan, mağara adamı, maganda, yontulmamış odun olduğu için nezaket beklemek faydasız kendisinden. Yok ben şöyleymişim, yok ben böyleymişim. E, tabii benim gibi bir feministle fikir bazında tartışamıyor, hakaret ediyor. Yazık doğrusu, acıyorum kendisine. Zavallı! Ruh hastası! Maço!"
"İlk insan! Mağara adamı! Yontulmamış odun! Yuh!"
"Yaa! Bu kadar da değil bak daha neler yazmış: ' Ay bir de kendisine yerli Indiana Jones diyorlar çok gülüyorum. Neymiş efendim? Irak'ta çatışma sırasında zavallı adamın birini bir yumrukta yere sermiş. Hıh! Çakma Indiana Jones."
"Zavallı adam mı?"
"Duy da inanma! Adamın elinde AK-47 vardı. Bildiğin Kalaşnikof yani. Yumruklamasaydım ölmüştüm oralarda. Valla döverim ben bunu ama kadın olduğuna şükretsin!"
"Abi boş ver ya, baksana ne kadar paçozmuş. Boş ver. Bıyıkları nasıldı sahi hihihihi."
"Şşşt! Çayımı püskürteceğim. Aha, aha, aha!...."
İkisi akşama kadar çalıştı. Mesai bitince, Mehmet anne, baba ve kuzucuğunun yanına, Özgür de bekâr evine gitti. Aslında her gün lahmacun, pizza ısmarlamak ya da tost, çay yapmak canına tak etmişti, karşına çıkacak ve yemek yapmayı bilen iyi bir kızla hemen evlenmeyi düşünüyordu. Şimdilik kedisi Miniş ile oturuyordu. Annesi ve babası başka şehirdeydi ve kadıncağız her gün telefon edip
"Özgür, oğlum. Hadi evlen artık! Ne zaman mürüvvetini göreceğiz?"
diye soruyordu. Bıkmıştı ama annesine de kıyamıyordu. Annesine
"Söz, hayalimdeki kızı bulunca evleneceğim anne."
diyordu. Bu sefer de annesi "Hayalindeki kızı bulamadın mı hâlâ oğlum?"
diye sormaya başladı. Hatta bir akşam tam annesi aynı soruyu sorduğunda, kapı çaldı. Özgür, kadıncağızı savsaklamak için, elinde telefon kapıyı açmaya giderken
"Anneciğim bulamadım ama kapı çaldı, kapat, kapat, belki hayalimdeki kız gelmiştir."
diye zavallı kadıncağızla dalga bile geçti. Tabii gelen çöpleri almak için uğrayan kapıcıydı. Kankası kadar yakışıklı ve ünlü olmasa da, elbet bu koca dünyada, milyonlarca, bekar genç kızdan bir tanesinin kalbinin anahtarı olacak, o da mutlu olacak ve lahmacunlara, pizzalara veda edip, karısının elinden sıcak ev yemekleri yiyeceği günler gelecekti diye düşünüyordu. İyimser biriydi, işsiz kalmasın, eve gelince kanepeye otursun, azman kedisi Miniş kucağında uyusun, Netflix'te dedektiflik dizileri izlerken patlamış mısır yesin şimdilik yetiyordu. Tek eksiği evin hanımıydı. İnşallah bir gün o da olacaktı.
Mehmet, eve gelince, bahçede, Dost havlayarak karşıladı, iki ayağı üstüne kalkıp, patileriyle adamcağızı kucakladı, yakışıklı adam bol bol başını okşadı köpeğinin, sevdi, konuştu, eve girince ise kuzucuğu Eylül, kollarına atladı. Küçük kız, babasını hemen evin yeni üyesiyle tanıştırdı. İncecik sesiyle "Miyav", "Miyav" diyen, sapsarı bir yavru sarmandı bu.
"Babişko! Bak! Adını Limon koydum. Sapsarı ya. Ne tatlişko di misi?"
"Oy, oy ,oy çok tatlı. Merhaba Limoncuk."
Maço savaş muhabirimiz, annesi, babasıyla tatlı tatlı sohbet ederken, yardımcı kadın, sofrayı kurdu. Ev hanımı anne, emekli öğretmen babası, hayırlı evlat yetiştirdikleri için çok mutluydular. Tek oğulları - Allah başka evlat vermemişti - büyüyünce, başarılı ve ünlü bir gazeteci olmuş, onlara bahçeli villa almış, yorulmasınlar diye yardımcı bile tutmuştu. Daha ne yapsın? Tek üzüntüleri dört yıl önceki o talihsiz trafik kazasıydı. Gelinleri tek başına arabayla otobanda giderken kamyonla çarpışmış ve oracıkta hayatını kaybetmişti. Ondan sonra oğulları ile birlikte hayatlarını torunlarına adadılar.
"E, oğlum nasıl geçti günün?"
"Anne, sorma çok komikti."
"Anlatsana babişko!"
Babası da lafa karıştı:
"Evet oğlum biz de gülelim. Sağolsun, Allah eksikliğini göstermesin eş kontenjanından bütün gün ağlamaklı diziler seyrede seyrede içim şişti."
"Aşkolsun bey. N'apayım? Dizi de mi seyretmeyeyim?"
"Seyret hanım seyret de, ne bileyim fazla ağlamaklı. Bir de hep hamile numarası yapıyorlar."
"Hahaha, neyse, bilin bakalım bugün kimi gördüm?"
Annesi de, babası da, kuzucuğu da tahmin edemeyince Mehmet
"Serap Arda'yı."
dedi.
Küçük Eylül
"Hiii! Babişko! Hani senin süpürgeli cadı dediğin Serap Arda mı?"
"Ta kendisi kızım."
"Ya seni kurbağa yapsaydı? Cadı madem ya?"
"Benim, ben olduğumu bilseydi kesin yapardı.Hahaha."
"Oğlum nasıl oldu ki bu?"
diye babası sorunca, Mehmet, Özgür'ün yüzünden içine kurt düştüğünü ve Serap Arda'nın gerçekten yazdığı gibi biri olup olmadığını kontrol etmeye gittiğini anlattı. Oğulları ile Serap Arda arasındaki bitmez tükenmez kan davasını yaşlı karı koca da biliyorlardı. Babası
"Ya çok güzel bir kadın olsaydı ne yapacaktın oğlum?" diye sordu.
"Valla fena bozulurdum herhalde babacığım. Neyse ki, öyle bir şey olmadı."
Annesi araya girdi:
"Evladım, yapma bence, o da bir annenin evladı, yazık, üzülür madem çok da bakımsızmış."
"Anneciğim yazmazdım ama o da benim için neler neler dedi? Kadın düşmanı, maço, ilk insan, mağara adamı, erkek egemen dünyanın tipik temsilcisi! Kabadayı! Maganda! Yontulmamış odun! Bunlar aklıma gelenler sadece...."
Babası
"Olsun evladım sen erkeksin, alttan al."
"Tamam babacığım, söz valla bundan sonra alttan alacağım. Acıdım zaten haline. Kimseler almamış, evde kalmış. "
Yemekten sonra televizyonda dizi başladı. Sonra, Mehmet
"Hadi bakalım kuzucuk uyku vakti."
dedi.
"Önce masal babişko!"
"Tamam! Hangisi?"
"Külkedisi."
Tamam. Sen pijamalarını giy geliyorum kızım."
Eylül, babaannesine, dedesine öpücükler gönderdi, koşa koşa merdivenleri çıktı. Az sonra babası masal okuyordu:
"Saat tam gece 12 olunca, Külkedisi koşa koşa saraydan kaçtı, prens çok şaşırmıştı, yalnız tam kaçarken ...."
Eylül babasının lafını kesti
"Camdan terliğinin tekini düşürdü!"
"Seni! Seniiiii! Madem biliyorsun niye anlattırıyorsun?"
diye küçük yaramazı gıdıklamaya başladı, Eylül kikir kikir gülüyordu."
"Baba yapma yaaa! Çok gıdıklanıyorum!"
"Ben de gıdıklanman için yapıyorum köpiş seni!"
Bazen kızına köpiş derdi. Sonra kızcağız gülmekten katılmasın diye bıraktı gıdıklamayı.
"Biliyorum ama anlat yine de baba. Çok güzel anlatıyorsun."
"Merak etme kuzucuk tabii ki, sonuna kadar anlatacağım."
diyen Mehmet, masalı bitirdi.
"Haydi iyi uykular kuzucum."
"Sana da baba."
Mehmet, ışığı söndürüp, komodinin üzerindeki minik abajuru yaktı. Sonra kendi odasına gitti. Gümüş çerçevedeki resme gözü ilişti. Karısı, kendisi ve ikisinin ortasında dört yaşındaki Eylül, kameraya gülümsüyorlardı.
"Neredesin güzel karıcığım? Umarım gittiğin yerde bizi görüp mutlu oluyorsundur. Eylül, şimdi daha çocuk. Kız babası olmak harika ama genç kız olunca ne yapacağım? Ya büyüyüp bir gün 'aşık oldum ben baba' deyince? Damat adaylarının elimden çekeceği var herhalde ama merak etme bu yüzden ona asla üvey anne getirmem. Gerekirse evlenip yuvadan uçana kadar yaşlı babaannesi, dedesi ve benimle kalır. Onu en az bizim kadar sevecek, koruyacak, kollayacak bir damat adayı bulmadan da vermem. İçin rahat olsun."
Sonra parmağının ucunu önce kendi dudaklarına sonra da çerçevedeki eşinin dudağına götürdü.
"İyi geceler bir tanem."
BÖLÜMLER:
İlk bölümden sonra bir solukta ikinciyi de okudum. Şahane 🥰
YanıtlaSilOkuduğunuz ve beğenip, yorumlar yaptığınız için inanın akşam akşam çok mutlu ettiniz beni. Çok teşekkür ediyorum. 😍
Silhey gidi günler hey :)
YanıtlaSilDeğil mi? :) Yorumların için çok teşekkürler. :)
Sil