"Ne? Evlenince işi bırakacak mısın? Koca eline bakacaksın yani? YUH! Yazıklar olsun! Kaç yıldır asistanımsın. Feminizm nedir? Kadın erkek eşitliği nedir? Erkek egemen dünya nedir? Hiç öğretememişim sana!"
"Serap ablacığım kızma n'ooooluuur!"
"Git! Git! Git! Evinde otur, üniversite diplomanı da duvara as süs gibi! Kocanın eline bak! Dantel ör!"
"Ablacığım bak ağlayacağım valla..."
"Hele bir! Duygu sömürüsü yapma bana! Git hadi! Gözüm görmesin! Git mutfakta dört saat yaprak dolma sar! Halıları sil! Camları sil! Balkondan balkona kocakarılara "Ayşe teyzeciğim ya, tüllerim beyazlamıyor, acaba nasıl beyazlatsam?" diye sor!"
"Serap Abla kalbimi kırıyorsun! N'apiiimmm eşimin ve ailesinin maddi durumu söylemesi ayıp çok iyi, çalışmamı istemiyorlar, ben de kıramadım."
"Ben senin kafanı kırmadan git!"
Eski sekreteri, "Serap abla, davetiye gönderince gelmemezlik etmezsin değil mi düğünüme? Ya da gelince eşimi dövmezsin filan değil mi?"
deyince Serap şakayla karışık vazoyu kızın kafasına fırlatmaya kalkmış, kız da kapıyı kapatıp canını kurtarmıştı. Ancak, davetiye gelince, Serap dayanamayıp tabii ki de gidecekti düğüne. Böyle kızar, köpürür sonra bir saniyede yumuşardı.
Serap o gün, adaylarla bizzat görüşecekti. İşe girme umudu taşıyanlar arasında tombiş ve güzel yüzlü genç bir kız da vardı: Asuman.
Günlerce CV nasıl yazılır? diye araştırma yapmıştı. İşe alınırsa, Türkiye'nin en ünlü feministi, köşe yazarı ve araştırmacı gazetecisi Serap Arda'nın asistanı olacaktı!
"Düşünsene anne! Serap Arda'nın asistanı olacağım! Her gün çayını veya kahvesini - artık hangisini seviyorsa - ben götüreceğim. Ayyyyy! Çok heyecanlıyım! İnşallah beni seçerler. Acaba şişko derler mi? Oburum ben! Oburum işte! Of! Profiterol gördüm mü dayanamıyorum! Patates kızartmasına ölüyorum! Canım hep tatlı çekiyor! Tam rejime başlıyorum üç gün sonra.....of...."
"Kızım sen şişko değilsin, biraz tombulsun o kadar. Serap Arda seni tombulsun diye işe almayacaksa almasın! Manken aramıyorlar, iş yapacak, koşturacak birini arıyorlar."
"Dimisi?"
"Kızım asıl böyle konuşursan almaz işe, mişe! Koskoca köşe yazarı. Dimisi ne?"
"Ayyy! Anne, n'apim. Dilim alışmış."
Sonra "Ne giysem?" sorunu başladı.
Yatağının üstü denediği kıyafetlerle doluydu.
"Anne, ne giysem olmuyor şişkoyum işte!"
"Kızım öyle deme, sen şişman değilsin, balık etisin."
Sonunda annesinin de onayıyla kendisini az kilolu gösterecek siyah bir elbisede karar kıldı. Cenazeye gidiyor gibi olmasın diye de boynuna çiçekli bir fular taktı. Kapıdan çıkarken annesi arkasından okuyup, üfledi. Dolmuş, otobüs, vapur ve az sonra gazetedeydi. Ağzı hoş koksun diye bir naneli şeker attı. Tir tir titreyerek, tırnaklarını yiyerek bekliyordu. Nihayet sekreter kız
"Asuman hanım? Buyurun."
deyince kalbi atarak, Serap Arda yazan kapıdan içeri girdi. Serap, tatlı tatlı gülümseyerek kıza
"Hoş geldiniz. Buyurun, oturun."
deyince şoke oldu. Karşısında az sonra güzellik yarışmasına katılacak bir genç kadın duruyordu. Acaba yanlış mı gelmişti? Ama kapıdaki yazı?
"Ho.....hoş....buldum?"
"Biliyorum çirkin, bıyıklı, kıllı bacaklı bir kız kurusu bekliyordunuz değil mi?"
"E- estağfurullah! Olur mu hiç?"
Psikologlara göre bir insanı ilk iki saniyede ya sever, ya sevmezmişsiniz. Serap, iki saniye içinde kıza ısınmıştı. Senli benli konuşmaya başladı. Sıcakkanlı biriydi. Mehmet'in tahmin ettiği gibi soğuk nevale biri değil.
"Çekinme canım. Mehmet Foçalı'nın hakkımda öyle yazdığını biliyorum. Demek Hacettepe'den mezunsun? "
Serap, Asuman ile mülâkattayken, Mehmet de gazeteye gelmişti. Cep telefonunu alıp Serap'ın köşe yazısına baktı. Bir kaşını kaldırdı.
"Hayret! Bugün bana sataşmamış erkek düşmanı cadaloz!"
diyerek işine, gücüne bakmaya başladı. O sırada cep telefonuna kızından Limon'un resmi geldi. Genç adam gülümsedi ve o da kuzucuğuna kalpler gönderdi. Sonra Ortadoğu'daki çatışmalarla ilgili bir araştırmayı alıp kafasını kağıtların arasına gömdü.
"Hmmm...Global Research'ün yazdığı ilginç, acaba İsrail, Suriye'nin güneyini işgal etmek için bir bahane mi arıyor?"
"Hu...hu...Günaydınnnn, ülkenin en ünlü ve en yakışıklı savaş muhabiri ve köşe yazarı!"
Mehmet içinden "La Havle...." çekerek başını kaldırdı. Kapının açıldığını fark etmemişti. Sosyetik Çiğdem kapının eşiğinde duruyordu. Eau Des Jardins'in kokusu ondan önce içeri girmişti. Sabahın onuydu ama yüzünde bir kilo fondöten, kapatıcı, ruj, rimel vardı ve Mehmet'in gözünü yoruyordu. Bir, iki kez akşam yemeğine filan çıktılar diye kadın peşini bırakmıyordu. Resmen adama kancayı takmıştı.
Mehmet bilmiyordu ama Çiğdem'in derdi sosyetenin gözde bekarının parmağına yüzüğü geçirten kadın olup, hava atmaktı. Yoksa başkasının çocuğuna annelik etmeye niyeti yoktu.
"Hele bir Mehmet'le evleneyim, ilk işim o şımarık kızını yatılı okula postalamak olacak. Bende başkasının çocuğuna makarna pişirip, salçaya bulanan ağzını, burnunu silecek, boklu donlarını yıkayacak göz var mı? Hiiiç işim olmaz! Yirmilerine gelince de bulurum bir kısmet evlendirir başımdan atarım."
diyordu. Kedilerden de nefret ediyor ve nankör olduklarını düşünüyordu. Evlenince bir yolunu bulup kızın kedisini uzak bir yere atmayı planlıyor ama Mehmet'in kocaman köpeğine ne yapacağını bilemiyordu. Onun da bir çaresini bulurum elbet diyordu.
"Günaydın Çiğdem. Hayırdır? Sabah sabah rüyanda mı gördün?"
Mehmet mahsus iğneli konuşuyordu ama yine de Çiğdem'i kendisinden uzaklaştıramıyordu.
"Aşkolsun canım. Yarın biliyorsun yaş günüm."
Mehmet çoktan unutmuştu.
"Hmmm....?"
"Akşama bir davet veriyorum mutlaka gel, bizzat gelip davet etmek istedim. Kırma beni n'ooooluuur."
"Bak Çiğdem, biliyorsun ben gazeteciyim, üstelik az önce söylediğin üzere savaş muhabiri. Akşam Irak'ta olacağım."
Yalan atmıştı ve yalan söylemekten nefret ederdi ama bu kadında onu rahatsız eden bir şey vardı.
"Ne? A! Tüh! Çok üzüldüm. Senin yerine başkası gitse olmaz mı?"
"Olmaz. Ayrıca gazete savaş muhabiri kaynamıyor. Tek savaş muhabirleri benim. Diğerleri siyaset, moda, yemek, magazin ve spor yazıyor. Şansına küs. Şimdiden nice yıllara. İzin verirsen çalışmam lâzım."
"Eh, peki madem. Kendine dikkat et oralarda canım. Başını derde sokma. Sana bir şey olmasın. Çuuuuz."
"Merak etme."
Mehmet, kadından kurtuldu. Ne olur ne olmaz, sekreter kıza, Çiğdem ararsa Irak'ta olduğunu tembih etmesi gerekiyordu. Mehmet çalışırken, Serap da kararını vermişti. Yeni asistanı Asuman olacaktı. Kız havalara uçacaktı.
"Sahi mi? Yarın işe mi başlıyorum? Çok sevindim Serap hanım çok teşekkür ederim."
"İşe başlayacaksan şu "hanım" sözcüğünü kaldır. Aramızda çok yaş farkı yok. Sen 20 ben 25."
"Serap abla diyebilir miyim?"
"Anlaştık."
"Ay! Çok mutluyum. Annem de çok sevinecek Serap abla. O zaman ben gideyim. Hoşça kalın."
"Hoşça kal canım."
Saat 14.00 olduğunda, Serap ve Mehmet'in hayatlarını altüst edecek olan karşılaşmaya saniyeler kalmıştı. Güzel kız, eski ve ünlü bir film yıldızıyla röportajdan dönüyor, Mehmet ise arabasını bakımdan almış tekrar gazeteye gidiyordu. Sıcacık bir Temmuz günüydü. Serap, bir yandan arabanın radyosunda Portofino'yu dinliyor, bir yandan da direksiyona parmaklarıyla tempo tutuyordu ki, sarhoş birinin attığı kırık bira şişesi arabasının lastiğini patlattı.
"A! N'oluyor!"
Arabayı emniyet şeridine çekti, inip baktı, arka lastik inmişti.
"Kahretsin! Of! Kahretsin!"
Servisi çağırabilirdi ama trafik keşmekeşti. Yarım saatten önce gelmezdi. Ama o bir feministti. Bir erkek kadar iyi lastik değiştirmeyi biliyordu.
"Haydi bakalım, işe koyul Serap hanım! Feminist değil misin? Erkek gücü olmadan da arabanın lastiğini değiştirebilirsin. "
diyerek bagajı açtı. Kriko, stepne oradaydı.
"Of üstüm başım batacak...."
diyordu. Mecburen eğildi. Tam lastiği kucağına almaya çalışıyordu ki, arkasında tok bir erkek sesi
"İzninizle, koca şehirde hiç centilmen kalmamış anlaşılan..."
diye seslendi.
BÖLÜMLER
En heyacanlı yere geldik, sahne geçişleri o kadar güzel ki, film izliyor gibiyim. Keşke bu şahane metinden dizi çekilse. Böyle tatlı hikayelere çok ihtiyacımız var.
YanıtlaSilAh, inşallah. İnsanlar kahkaha atar, gülerdi. :) Çok teşekkür ediyorum.
Silyani sahiden de bu hikayelerin bizim yerli dizi sektörü için çok uygun :)
YanıtlaSilKesinlikle ama sektörün prensibi illa tanıdıkları yazarla iş yapmak.:(
SilMerhabalar.
YanıtlaSilDiziler iyi gidiyor. Tabi tamamını okuyup bitirmeden bir şeyler söylemek doğru değil. Henüz erken. Ancak, okuyucunuz olarak ben, dizilere karşı alerjim olmasına rağmen, sanki bir roman okuyormuş gibi iyi gidiyorum. İnşAllah yarıda kesmem.
"Biliyorum çirkin, bıyıklı, kıllı bacaklı bir kız kurusu bekliyordunuz değil mi?" Bu cümle o kadar çok dikkatimi çekti ki, diğer bölümlerde de karşılaştım. Bir kadında güzelliğini maskeleyen tek kusur, çirkin bıyık ve kıllı bacak mıdır? Çirkin bıyık, ancak yaşını almış bayanlar da, o da tek tük görülebiliyor. Oysa, genç kızlarda bırakın çirkin bıyığı, bıyıklı genç kız hiç görmedim. Ya da ben karşılaşmadım. Yolda, belde bayanlara pek bakmak adetim değildir. Tanıdıklarım, eş ve dost ve akrabalar bu nedenle benden hep şikayetçi olurlar.
Bir sonraki bölüme geçeceğim. Ancak, bugün beni hastaneden arayacaklar, yarın da karnımdaki tekrar yırtılan fıtığı onaracaklar. Bir müddet sayfalarda olamam sanıyorum.
Selam ve saygılarımla birlikte, size sağlık, sıhhat ve afiyetler dilerim. Çünkü, her şeyin başı sağlık.
Merhaba Recep Abi,
SilDizilere alerjinizin olmasına rağmen benim hikayemi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum.
Bıyık vs. konusunun üç nedeni var.
Birincisi şu:
Bu bir komedi. O yüzden de okuyanı (tabii dizi olursa izleyiciyi) güldürmek, tebessüm ettirmek hatta mümkünse kahkaha attırmak amacım. X karakter, ötekini "çirkin, bıyıklı vs." diyerek kızdırıyor, halbuki seyirci / okur, çirkin sandığının tam tersi çok güzel olduğunu bildiği için bu da bir zıtlık doğuruyor. Komedide zıtlıklar güldürür seyirciyi derler, ben de o yüzden koydum.
İkinci nedeni de şu: İki karakteri birbirine düşman etmek için birinin diğerini kızdırması, hakaret etmesi gerekiyordu. Çirkin, bıyıklı vs. o yüzden yaptım. Böylece diğer karakterin gücenmesini sağladım.
Üçüncüsü, Ekşi Sözlük'te zaman zaman karşıma çıkıyordu, "Kadınlar olarak erkekler için kıllarımızı aldırmak zorunda değiliz" entry' si. (ekşi sözlük'te hep entry diyorlar ben de öyle yazdım)
Bu da feministlerin daha doğrusu bazı feministlerin inandığı ve uyguladığı bir akım. Moda akımı gibi. Bacaklarını, bıyıklarını vs. almıyorlar yani erkekler için güzelleşmek , canlarını yakmak istemiyorlar. (Ben öyle anladım)
Hikayedeki ana kadın karakter de feminist ve bu akımı destekliyor. Öyle olunca, diğer karakter de onun da böyle bıyığını, kaşını, bacak tüylerini almayan biri olduğunu sanıyor. Çatışma da buradan çıkıyor. Dizilerde de çatışma olmazsa olmaz. İlla iki karakter çatışacak yani.
İşte bu nedenle yazmıştım. Yoksa ben de sokakta pek fazla bıyıklı kadın görmüyorum sadece bazı aşır radikal muhafazakâr kadınlar bıyıklarını, kaşlarını almadıklarını görüyorum. Onların tercihi. Günah olduğu için almıyorlar.
Uzun bir cevap oldu, başınızı ağrıttım, kusura bakmayın.
Fıtık için çok, çok, çok geçmiş olsun, sağlık en önemli şey, bloğu boş verin, sağlığınızla ilgili tüm blog duacıyız, iyi haberlerinizi bekleriz.
Saygılar, selamlar.