26 Temmuz 2024 Cuma

DÜŞMAN AŞIKLAR 35- SIRLAR ORTAYA DÖKÜLÜYOR


Pazar günü, Serap ve Mehmet, Eylül'ü de alarak deniz kıyısına gittiler. Ayakkabılarını çıkartıp, pantolonlarının paçalarını sıvadılar ve el ele sıcacık kumların üzerinde yürümeye başladılar. Eylül, ince taneli kumların üzerine oturdu ve kova ve küreğiyle kumdan kaleler yapmaya başladı.

"Bu kale piyensesin kalesi, bu kale de piyensin, şu kale de kötü cadı Çiğdem'in. Dıt- dıt- dıt- dıt - geliyorummm şimdi yıkacağım senin kaleni kötü cadı...."

Arada buz gibi dalgalar ayaklarını ıslatıyordu. Çok uzatmadan evlenmeye karar vermişlerdi.

"Hmm. Madem yakında karı-koca olacağız, elektrik süpürgesiyle aran nasıl sahi? Onu da yumrukların kadar iyi kullanabiliyor musun?"

"Elektrik süpürgesi mi?"

"E, halıları her zaman ben süpürecek değilim herhalde. Kadın - erkek eşitliği diye bir şey var. Şimdi şöyle yaparız: Odalar kaç taneyse ikiye böleriz, iki odayı ben süpürdüm diyelim, iki tanesini sen, ya da sen salonu elektri ...."

Mehmet, sözünü kesti

"Ben kılıbık mıyım?"

"Ben hizmetçi miyim?"

HOOOP! Genç adam bir hamlede Serap'ı omzuna attı.

"Aaay! N'apıyorsun?"

"Denize atacağım, ne yapacağım?"

" Hayır! Köpek balığı olabilir!"

"Yok daha neler? Hem erkek köpek balığıysa yemez seni! Bu kız feminist, hazmedemem der."

"Ay! Çok komik! Evlenmiyorum seninle! Vaz geçtim!"

"Hele bii! Zilli! Şekspir* seni tanısaydı Hırçın Kız'ın ismini Kate değil Serap koyardı."

"Maço! Seni de tanısaydı Petruchio, Mehmet olurdu."

"Hayatım insafsızlık etmiyor musun? Şekspir* okuyan maço var mı şu dünyada? Demek ki değilim."

" İstisnalar olabiliyormuş. İndir! Evlenmiyorum işte!"

Mehmet, göz ucuyla Eylül'e baktı, kumdan kaleleriyle meşguldü. Serap'ı yere bıraktı; kollarına hapsetti ve fısıldadı:

"Nefes almadan nasıl yaşanmazsa, ben de sen olmadan yaşayamam."

"Ben de."

Dudakları birleşti. Tam o sırada Eylül uzaktan seslendi:

"Babişkoooo! Serap ablaaaa! Burada çocuk var herhalde!"

Serap, müstakbel eşine kızdı:

"Hiii! Hep senin yüzünden!"

"Ne yapayım? Sen de böyle güzel olmasaydın."

Eylül, işaret parmağını tehdit eder şekilde salladı:

" Dondurma alacaksınız yoksa babaannişe bunlar öpüştüler derim."

Babası,

"Tamam kuzucuğum, özür dilerim. Sen bakmıyorsun sandım."

Serap

"Aferin! Özrü kabahatinden büyük!"

diye kızdı. Eylül de onaylar anlamda başını salladı.

Mehmet

"Eyvaaah! Kızlara karşı tek kaldım."

"Evet, babişko, ben artık Serap ablanın takımındayım."

"Bak sen, güzel kızı gördü, babasını anında sattı."

"Yaaaa! Babişkooo! "

"Oy, kıyamam, şaka yaptım kuzucuk. Hadi dondurma yemeye gidelim."

"Benimki çilekli ve çikolatalı olacak"

Böylece kovaları, kürekleri toplayıp, ayakkabılarını giyip, arabalarına bindiler ve en yakın pastanede indiler. Ancak, ikisini tanıyan 13 - 14 yaşlarında üç genç kız koşarak yanlarında geldi:

"Aaa! Serap Arda ve Mehmet Foçalı! Ay n'ooolur, bir selfie çektirebilir miyiz?"

Çocukları kırmak istemeyen çift, onlarla selfie çektirdi.

Serap, Mehmet ve Eylül, tatlı tatlı sohbet edip dondurmalarını yer ve hayranlarıyla selfie çektirirken, bir araba, sosyetik Çiğdem'in evinin önüne park etti. İçinden, gri-beyaz saçlı, yuvarlak gözlüklü, 50'sinde ama delikanlı gibi hızlı hızlı yürüyen, entel tipli bir adam çıktı, elinde bir dosya vardı. Nil, ilk paragrafı okudu:

"AAAAAAAAAAA!"

"Nil Arda: Gerçek adı - soyadı: Handan Çimen. 1995 yılında, eşi Cemil Abalıoğlu'nu bıçaklayarak öldürmüş ve taammüden cinayetten 15 yıl hapse mahkum olmuş."

kadın, dedektife döndü:

"Bunlar çok uzun, gazete haberlerinin kopyaları, mahkeme ve karakol ifadeleri.....siz özet geçseniz Hakan bey, sonra okurum hepsini."

" Tamam, şimdi şöyle Çiğdem hanım: Her şey 26 yıl önce Mersin'de başlamış. Nil Arda yani gerçek adıyla Handan Çimen, 19 yaşındayken, Murat Özkan isimli delikanlıyla sözlenmiş. İki aile arasında nişan bohçaları filan gitmiş gelmiş. "

"Hmmm...."

"Meğer, Cemil Abalıoğlu'nun da kızda gözü varmış. 'Seni başkasına yar etmem' deyip duruyormuş. Kızı tehdit etmeye başlamış. 'Yol yakınken vaz geç, yoksa sözlünü öldürtürüm' demiş ama kız 'Havlayan köpek ısırmaz' diyerek umursamamış. Derken, Murat aniden ortadan yok olmuş. Ne ölüsü, ne dirisi bulunmuş. Handan, bunu Cemil'in yaptırdığına eminmiş ama kanıt yok, ceset yok, polis hiçbir şey yapamamış. Kız, Murat'tan hamileymiş ve ortaya çıkmasın diye mecburen Cemil'le evlenmiş.

"Film gibi..."

"Evet, evlendikten sonra Cemil, bebek olayını anlamış ve çocuk düşsün diye kızı her gün dövmeye başlamış. Bir gece, eşi uyurken, kız adamı bıçaklayarak öldürmüş. Kocasının akrabaları da kendisini öldürmesin diye en yakın karakola sığınmış. Sonra 15 yıl hapse mahkum olmuş. Bebeğini yani Serap Arda'yı hapiste dünyaya getirmiş. Bir yıl anne sütü alsın diye hapiste büyütmüş sonra annesine, babasına emanet etmiş. Nasıl olduysa ki, hapisteyken güçlü birisinin kendisine yardım ettiğini düşünüyorum, adını soyadını Nil Arda olarak değiştirip, afla çıkmış. Ailesiyle birlikte İstanbul'a gitmiş. Bir kütüphanede emekli olana dek memurluk yapmış."

diyen emekli komiser Hakan, Çiğdem'le el sıkışıp, oradan ayrıldı. Kadın "Sizi tüm arkadaşlarıma tavsiye edeceğim." demeyi ihmal etmedi. Adam, arabasına binerken kapının dışından

"Eninde, sonunda benim olacaksın Mehmet Foçalıııı! Sevgiyi, aşkı bende bulacaksın Mehmet Foçalııı, ha, haayt!" diye sesler geliyordu.

26 YIL ÖNCEKİ BÜYÜK SIR

Özel dedektif yanılmıyordu. Temiz yüzlü, yeşil gözlü, bir ayağı vaktiyle bir suçlunun attığı kurşun yüzünden hafif aksayan hapishane müdürü Tarık Gündüz, Handan'ın hikayesinden çok etkilenmekle kalmamış, güzel kıza aşık olmuştu. Ancak, namuslu ve dürüst bir adamdı. Görücü usulü, aşık olmadan evlendiği karısını ve iki küçük çocuğunu üzmenin yanı sıra, siciline zarar gelmemesi için aşkını kalbine gömmüş ama kıza yardıma da karar vermişti. Çünkü hapisten çıkar çıkmaz, Handan'ı da Murat gibi ortadan kaldıracaklarından emindi. Sözlüsünü de büyük ihtimalle ayağına taş filan bağlayıp denize attıklarını düşünüyordu ki, gerçekten de böyle olmuştu.

Cezaevi müdürü, Adalet Bakanlığı'nda güçlü bir yakını olduğundan, af çıkacağını biliyordu. Kız için kapalı kapılar ardında epey uğraştı. Tanık koruma programlarına benzer bir şeyler planladı. Bir gün Handan'ı yanına çağırttı:

" Kendine yeni bir isim ve soyadı bul. Koğuş arkadaşların bilmeyecek; en samimi oldukların bile. Kimseye söylemeyeceksin. Unutma: Hayatın buna bağlı."

Aradan birkaç gün geçti. Hapishanenin önü ana baba günüydü. Ellerinde bavullarla çıkan kadınlar yakınlarıyla kucaklaşıyorlardı. Bekleyenler arasında Abalıoğlu ailesinin tetikçisi de vardı. Esmer, kara bıyıklı, suratı sirke satan adam, ağzında sigara, elindeki telefona bakıp bakıp, ekrandakine benzeyen sarışın, genç, güzel kadını arıyordu. Öyle biri çıkmayınca danışmaya gitti.

"Ne bileyim dayı? Herkes çıktı. Kalabalıkta görmemişsindir belki. İyice bak."

deyince, el, pençe müdürün yanına çıktı. Tarık, sigara ve ter kokan adamın kim olduğunu ve niye geldiğini hemen anladı ama belli etmedi.

"Bir maruzatım var müdürüm. Handan Çimen acaba tah...."

"Haberiniz yok mu? Hastalandı; vefat etti. Siz yakını değil misiniz? "

"Yaa...? Heye*, ee, uzaktan akrabasıyım....uzak...vah, vah... oldu, sağolun..."

Bu konuşma olurken, tanınmamak için kara çarşaf giymiş, ayağında cizlavet, elinde hasır örme sepetle, Nil, çoktan İstanbul'a doğru yola çıkmıştı. "Koskoca müdür yalan söyleyecek değil ya" diyen aile olayı kapattı. Böylece, Nil'in hayatı kurtuldu. Tarık, ne olur, ne olmaz ileride bir şey olursa, yine sevdiği kadının yardımına koşmak için bir de parola ezberletmişti: 

"Kuğu Gölü balesine bilet aldım."


diyecek ve telefonu pat diye kapatacaktı. Hapishane müdürü Tarık sayesinde Nil, İstanbul'a gittikten sonra yine onun desteğiyle bir kütüphanede işe başladı. Annesi ve babası da yanına geldiler. Ne olur, ne olmaz diyerek onlar da isimlerini değiştirmişlerdi. Nil, sabahtan akşama kadar birine Savaş ve Barış'ı, ötekine Yüzüklerin Efendisi'ni, diğerine İnce Memet'i verirken, bol bol kitap da okuyordu. Üç yaşındaki Serap'a anneanne ve dede baktı. Annesi her gün masallar, resimli çocuk hikayeleri getiriyor, okunup bitince yine kütüphanenin raflarına koyuyordu. Serap, minik yaşta kitap kurdu olunca, annesi, onu feminist olarak yetiştirmeye başladı. "Büyüyünce ne olacak benim kızım?" diye sorunca, aldığı cevap aynıydı: "Feminiş ol'cam". Babasını sorunca ise kanserden öldüğünü söylediler. Aylar, yıllar geçip peşlerine kimse düşmeyince rahatladılar.


.*Heye: Mersin ağzıyla "evet"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder