25 Temmuz 2024 Perşembe

DÜŞMAN AŞIKLAR 29 - FEMİNİST ERKEK FEZÜ BEY

Üç gün sonra, Gönül Çınar'ın intiharı konusunda içindeki şüpheyi bir türlü atamayan Serap, gazeteden adresi istedi ve rahmetli kadıncağızın eşiyle konuşmaya karar verdi. Arabasına atladı. Az sonra, navigasyon

" 500 metre ileriden sola dönün"

dedi ve kuaförün saray yavrusu dediği ev görüş alanına geldi. Boğaz'a nazır, beyaz sütunlu balkondan kadıncağızın bir daha gün batımını izleyemeyeceğini düşününce içi burkuldu. Sebebi o çapkın kocasıysa, bir feminist olarak bunu yanına bırakmayacaktı. Görüşmede adam oldukça üzgün gözüküyordu, ikide bir yaşlı gözlerini sildi.

"Zavallı karıcığım, o kadar içme dedim ama dinlemedi. Bir ara yatak odasına indim, kaptan da tuvalete gitmiş. Tekrar yukarı çıktım ki, Gönül yok. Perişan oldum. Yüzme de bilmezdi."

Serap, "Belki de fazla evhamlıyım" dedi ve tekrar baş sağlığı dileyerek giderken, telefonunu sehpada unuttu. Arabaya binerken aklına geldi. Kapıya gitti ve zile bastı. Yaz sıcağında açık pencereden adamın biriyle konuşmasına istemeden kulak misafiri oldu.

"Merak etme kimse şüphelenmedi. Bir dakika kapı çalıyor."

Serap, hiçbir şey duymamış gibi yaptı.

"Kusura bakmayın telefonumu sehpada unutmuşum."

"Ah! Getireyim hemen."

Adam gidip, telefonu alıp getirdi. Teşekkür eden Serap, arabasına binip gazeteye doğru giderken aklında hep o cümle vardı:

"Merak etme kimse şüphelenmedi."

Güzel kız yoldayken, elinde mor kalp şeklinde balonla, Fezü, asansörden çıkıp, koridorda Serap'ın odasına doğru ilerlerken, Mehmet'le burun buruna geldi.

"Vay! Feminist Zühtü!

" Zühtü değil Fezü. Ehem, geçen gün renkleri karıştırmışım; bugün feminist hareketin rengi morlarla gelmek istedim. Nasıl mor balonum güzel mi?"

"Ne demezsin? ŞAHANE! Hani feministtin Zühtü? Renklerini karıştırıyorsun?"

" Fezü efendim. Şey, Serap hanımın güzelliği ile aklım başımdan gitmiş; karıştırmışım. Yoksa ben bilmez miyim feministlerin renginin mor olduğunu?"

"Bak sen. Yalnız bu dünyada Serap hanımın güzelliği sadece bir erkeğin aklını başından alabilir."

"Kim ki o?"

Morlar içindeki adam, Mehmet'e bu soruyu sorduktan sonra beş dakika ya geçti, ya geçmedi. Serap, arabasını park edip gazetenin kapısına geldiğinde, Fezü, bir eli çenesinde, bir eli gözünde "Ah! gözüm! Ah! Çenem!" diyerek çıkıyordu, şapkası da yamulmuştu. 

"Fezü bey? N'oldu size?"

"Şey....şey....şey..kapıya çarptım da, ho- hoşçakalın."

Güzel kız, içinden

"İnşallah kapı dediği 1.90 boyunda, iki ayaklı ve çok yakışıklı biri değildir."

diyordu. Asansöre bindi ve kendi odasına giderken Asuman'a rastladı. Mehmet de hemen yanında fotokopi makinasının yanındaydı.

"Az önce Fezü'ye rastladım. Gözü mosmor. Çenesi mosmor?"

"Valla hiç görmedim ablacığım."

Mehmet, öğle yemeği niyetine elinde minik bir Amasya elması

"Morlar giymişti, kıyafetlerine uysun diye ben de gözünü mor yaptım."

"NE? Aman Tanrı'm! Hani maço değildin?"

"Maço değilsek kavat da değilim güzelim. Benden başka kimse sana kalp şeklinde balon getiremez yoksa sonucuna katlanır."

Ve "Hart" diye elmasını ısırdı gitti.

"Ah! Sen, sen....sen iflah olmazsın! Maganda! İlk insan! Nereye gidiyorsun sözlerim bitmedi!"

"Ateşi keşfetmeye."

Asuman gülmekten katılıyor, Fadıl, kırdığı büstü Japon yapıştırıcıyla yapıştırmaya uğraşıyordu. Serap arkasından bağırdı:

"Benim esprimdi bir kere."

"Serap abla, seninki köşesinin ismi değişmiş. Artık 'maço köşe' değil."

"Biliyorum canım. Gördüm."

"Peki bugün attığı twiti gördün mü?"

"Yoo. Henüz bakmadım."

"Okuyayım mi? Dinle:"

"Tamam..."

"Sevgili okurlar, madem kadınlar erkeklerle eşitler. O zaman niye askerlik yapmıyorlar? İsrail'de kadınlar da askerlik yapıyorlar. Niye bizim tatlı su feministleri askerlik yapmıyor?"

"Bak, bak, tatlı su feministleri ha? Kaşınıyor yine."

"Twitter'da TT olmuş bile ablacığım."

"O zaman hemen bir tivit atayım" diyen Serap,

"Yasa çıksın tabii ki, de seve seve vatani görevimizi yaparız Mehmet beyin hiç kuşkusu olmasın. Biz tatlı su feministi değiliz."

Tabii karşılıklı odalarda olduklarından oradan tatlı tatlı adama gülümseyip, acı çekmesine sebep oldu.

Mehmet, "Evlenince bu günlerin acısını çıkartmazsam..." dedi ve hemen klavyenin başına geçti:

"Sıfır beden Serap hanımı günde 100 kez şınav çekerken ya da sırtında 50 kilo teçhizat, elinde piyade tüfeği çamurlu sular içinde sürüne sürüne yürürken hayal edince bir gülmedir geliyor."

Yanına gülmekten gözlerinden yaş gelen adam emojileri koymuştu. Serap'a bakıp tüm karizmasıyla güldü.

Serap içinden

" Sana aşık olduğum için nasıl bir salağım?" derken, Asuman ikisini tenis maçı izler gibi keyifle izliyordu.

"Yarabbim sen konuyu biliyorsun. Amin. "

dedi.

Serap tek kaşını kaldırdı, eliyle "sen görürsün" der gibi işaret etti ve cevabı şu oldu:

"Ha, ha, ha. Şınav da çekerim, sürünerek de yürürüm."

Gerçi yazmıştı ama 49 - 50 arası değişen kilosuyla, değil yüz, üç kez bile şınav çekeceğine pek emin değildi. Devam etti:

"Askerlik sadece fiziksel güç gerektirmez. Netflix'te 2. Dünya Savaşı dizileri, belgeselleri izle biraz. Şifre çözen kadınlar, düşmanı dinleyen kadınlar, casus kadınlar yok muydu? Bir de savaş muhabiri olacaksınız."

Kız, ne cevap yazacak diye ekrana bakıyordu ama cevap, kulağının dibinden ve Victor&Rolf, traş losyonunun baharat, amber kokusuyla birlikte geldi.

" Ben, Türk değil de, Fransız , sen de Nazi casus olsaydın yeminle Majino Hattı'nın planlarını bile verirdim."

diye fısıldadıktan sonra kendi odasına gitti. Bu adamı kalp krizi geçirtmeye tam teşebbüsten içeri atmalıydılar.

Serap, Peşinden seslendi.

"Vatana ihanetin cezası idamdır biliyorsun."

"Boynum kıldan ince. "

"Of! "

"Ay ablacığım bu adamda şeytan tüyü var. Hihihihi."

"Tüyü değil! Şeytanın ta kendisi!"

Ama içinden "İster şeytan ol, ister melek! Ne olursan ol, yeter ki benim ol" sonra " En büyük düşmanını mı buldun aşık olacak! Milleti kendine güldürecek misin? Allah'ım kalbime söz geçirmeme yardım et. " diyordu. Annesinin çok sevdiği eski bir şarkı vardı: Sus Kalbim Sus artık yeter, bu aşk ölümden de beter diye. Hali ona benziyordu.

Tam o sırada toplaşan koyu gri bulutlarla bir yaz yağmuru başladı ki, Mehmet'in aklına yaş gününe giden "kuzucuk" u geldi. Özgür'e döndü:

"Allah! Eylül'ü arkadaşının yaş gününe bırakmıştım. Bizimkiler de yarın gelecekler. Gidip alayım. Görüşürüz."

deyip, koşarak çıktı. Giderken, önce takır takır leblebi büyüklüğünde dolu, ardından sullar, seller gibi sağanak başladı. Silecekleri çalıştırdı. Biraz sonra motor tekledi. Hayda! Arıza olacak zamanı bulmuştu. Sağa yanaştı. Yok! Ne yapsa çalışmıyordu. Mecburen indi. Tiril tiril yazlık tişörtüyle taksilerin yolunu gözlemeye başladı. Bir yandan da telefonla saate bakıyordu. Sonunda boş bir taksi bulduğunda, sırılsıklam olmuştu. Eylül'ü alıp ve eve gittiğinde sıcak duşa rağmen şifayı kaptı. Akşam olduğunda üst üste on ikinci kez aksırdı:

"Kuzucuğum bana yaklaşma. Sana da bulaşmasın. Babaannen güzel yemekler yapıp gitti, karnını doyur kızım."

"Babişko yaş gününde çok yedik, karnım tok zaten. Pastanın üstünde şekerden minik kediler, minik ördekler vardı demiş miydim?"

"Senin yaş gününe de öyle kedili, ördekli pasta ya....ya.....Hapşuuuuu! Yaklaşma!"

dedi. Küçük ama akıllı bıdık kız kanepeye uzanmış babasının haline baktı. Gidip minik elini alnına koydu adam ateş gibi yanıyordu. Bir rulo tuvalet kâğıdını yanındaydı. Aklına bitişiklerine yeni taşınan, Çıldırgan isimli kedisi olan güzel abla geldi. Babası görmeden telefonu aldı. Ama Serap isimli kimse yoktu. Kızı "Tatlı Cadı" olarak kaydettiğini bilmediğinden, yağmurluğunu giydi, kapüşonunu çekti, babası on altıncı kez "Hapşuuuuu!" derken, anahtarı da alıp yavaşça kapıyı çekti. Koşa koşa Serap'ların kapısını çaldı.

"Eylül? Ne işin var bu yağmurda dışarıda? Bir şey mi oldu canım?"

"Şey, çorba nasıl yapılır Serap abla?"

"Çorba mı?"

"Evet, babam hasta, babaannemler yarın gelecekler. Ben de babama çorba yapacağım. Babaannem yemekler yapmış ama çorba yapmamış."

"Canım, bekle. Şemsiyemi alayım geliyorum."

"Yaşasın!"

Annesi her şeyi duymuştu:

"Ne? Doğru mu duydum? Can düşmanının evine mi gidiyorsun?"

" Şşşt! Anne, unuttun mu? Fadıl ile benim hayatımızı kurtardı. O olmasaydı ikimizin de kafasında iki delik açılacaktı. Çorba nasıl yapsın on yaşında çocuk?"

"Ay! Bayılacağım! Ne malum yalandan yapmadığı?"

"Yok artık! Paranoyak olma anne. Dizini izle...Hadi çıktım."

"Of! Of!"

Serap kapıyı kapatırken, şimşek çakıp, gök gürleyince minik Eylül, Serap'a sokuldu.

" Uuu..Allah baba kızdı!"

"Korkma canım. Ben yanındayım."

Serap, şemsiyeyi kendinden çok küçük kızın başında tutarak bir koşu Foçalı'nın evine gittiler.

"Hapşuuuu! "

"Baba bak kim geldi?"

"Ki...ki....ki...kiapşuuuu! "

gözlerini açınca şoke oldu:

"Serap?"

"Vah, vaaaah. Twitter'da benimle dalga geçeli iki saat olmadı. Haydi bakalım ateistler bunu da açıklasın."

"Peki sen şunu duydun mu? Ateizm uçak düşene, feminizm evlenene kadar....hapşuuuu!"

Serap, başında papatyalardan taç, yemyeşil kırlarda, bir yaz gelini olduğunu hayal etti. Yanında siyah takımıyla Mehmet. Eylül, elinde çiçeklerle nedimesi. Orkestra Ay Işığı Serenadı'ını çalıyor. "Ah Tanrı'm! Bu aşkın sonu ne olacak?" diye düşünürken, Mehmet devam etti:

" Hem cadı olan sensin. Sağanak yağmur yağdırıp, arabamı bozdurmadığın ne malum?"

diye muzip muzip güldü.

" Daha neler? Seninle laf yatıştıramayacağım, biz Eylül'le çorba yapmaya gidiyoruz. Gel canım. Bu arada o gün Fadıl ile hayatımızı kurtardığın ve Eylülcüğümün hatırı için geldim."

"Yoksa ölsem umurunda olmaz diyorsun?"

"Ünlü savaş muhabiri, köşe yazarı Mehmet Foçalı nezleden öldü! Ha-ha-ha."

"Nezleden değil ama senin aşkından öleceğim!" diyecekti ama kuzucuk duysun istemedi.

Eylül, güzel kızı elinden tutup mutfağa götürürken, Mehmet, yağmurda gökkuşağı açmış gibi sevindi. On dakika sonra Eylül, nane ve limonu getirirken, Serap, pirinç çorbasını karıştırıyordu.

Mehmet, "Allah kahretsin! Ortalık sümüklü tuvalet kâğıdı dolu! Rezil oldum sevdiğim kadına!"

diyerek hamurlaşmış tuvalet kâğıdı yığınını gidip çöpe attı. Tekrar battaniyenin içine girdi. Yine seslendi:

"Sahi sen çorba yapmayı biliyor musun? Benim bildiğim feministler mutfağın yolunu bilmez."

"Haklısın. Çorba ve makarna. O kadar. Feministler, evlenince kocalarına yemek yaptırır."

Mehmet "Eyvah yandım ben!" dedi. Kendisini üzerinde pembe mutfak önlüğü, mutfakta yemek yapmaya çalışırken hayal etti.

"Karıcığım, kaç yemek kaşığı salça koyacaktım?"

Bitişik villadaysa, Nil, Çiğdem'e telefon etti:

"Bana bak! Zühtü işi yattı. Az önce beni aradı. 3000 liranız batsın! Gözüm mosmor, çenem hâlâ sızlıyor. 100.000 verseniz bir daha Serap hanımın yanına yaklaşmam deyip kapattı. Bak şimdi hemen Mehmet'in evine gel. Hastaymış. Yaratıcılığını kullan. Çorba yap, bir şeyler yap! Kızım elden gidiyor! "

dedi ve telefonu çat diye kapattı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder