Geçen Çarşamba, ilk bölümünü paylaştığım Yeşim'in roman halinin ikinci bölümünü paylaşırken, resimli özetten farklı olarak isim değişikliği yaptım. Aslında roman halinde Fatma'yı da Gülbahar olarak yazmışım. Tek tek hepsini silip özetle aynı olsun diye Fatma yapıyorum ama bir yerde Bahar olarak kalmış!. :))) isim değişiklikleri beni mahvediyor. Gözümden kaçıyorlar. Yıllar önce yayınevinin editörü demişti. İnsan kendi yazdığını kontrol ederken; bir süre sonra böyle isim, vs. farklılıkları gözü seçemezmiş. (Demek editörler bu yüzden var. )Ne olur kusura bakmayın, öyle olursa bana söyleyin ki, düzeltme imkanım olsun. Yeşim'in küçük kardeşinin ismi özetinde Hasan'dı ama Burakcan olsun istedim. Çocuk ismi olarak Hasan komik geldi:) Keyifli okumalar 😊
***
"A üzeri 2, artı 2 A, artı 1, çocuklar şimdi buraya dikkat ediyoruz: 4 ile bölümünde kalan sayı kaçtır diyordu soru. Şimdi A üzeri 2 ......"
Simsiyah saçlarıyla tezat beyaz teni ve kalp biçimi, pürüzsüz yüzündeki iki zümrüt gözüyle Yeşim'e bakan delikanlılar, matematiğe odaklanmakta güçlük çekiyordu. Böyle küçük yerlerde evlilikler genellikle görücü usulüyle olurdu ve bir tanesinin annesi şimdiden kızı, müstakbel gelin adayı olarak görmeye başlamıştı bile. Yeşim'in haberi yoktu ama içinden
"Böyle güzel gelinim olsun, 50.000 lira borcum olsun. " diyordu.
***
Fatma ise hazır Yeşim dershanedeyken kızın odasını toplamaya başladı. Kırk yaşına yaklaşan kadıncağız, pijamaları katlanmamış, çorapların teki oraya, teki buraya atılmış, yarısı yerde, yarısı gökte yorgana bakarken, memnuniyetsiz bir şekilde başını iki yana salladı. Kızı, on sekizine gelmişti ama hâlâ yatağını yapmayı öğretememişti. Bahanesi de hazırdı:
"Aman anneeee! Nasılsa akşam yine yatacağım! Ne gerek var?"
"Kız sen bu gidişle başıma kalırsın. Kimseler almaz! Pasaklı!"
Annesi öyle diyor ama bir yandan da gülüyordu. Böyle güzel bir kız da evde kalırsa, kimse koca bulamazdı. Yatağı yaptıktan sonra; dolabın tozunu almak için içindekileri boşaltırken "Kiraz" ayağına düştü. Kiraz, Yeşim'in çok sevdiği Barbie bebeğiydi. Kırmızı elbisesinden ötürü Kiraz ismini de kendisi koymuştu ve yıllarca o bebekle birlikte uyumuştu. Annesi, bir elinde nemli toz bezi, diğerinde bebekle donakaldı. Kızı, Kiraz'ın sakladığı sırrı bilmiyordu. Annesi de bilmesini istemiyordu. Kadıncağızın gözleri daldı. Tam 11 yıl öncesine gitti.
11 YIL ÖNCE
Yeşim'in 7. yaş günüydü. Annesi, masayı hazırlıyordu ki, kapı çaldı. Gelen kargocuydu. Yeşim ve küçük kardeşi Burakcan da merakla kapıya geldiler.
"Yeşim Özbey?"
Fatma, şaşırdı:
"Ben, annesiyim. Bu ne?"
"Kargonuz var. Bir kimlik rica edeyim."
"Allah! Allah! Kızıma kim, neyim kargo gönderir ki?"
"Allah! Allah! Kızıma kim, neyim kargo gönderir ki?"
diyen Fatma, içeriden kimliğini getirdi. Delikanlı, kimlik numarasını yazdıktan sonra iyi günler dileyip giderken, Fatma, şaşkınlıktan çocuğa teşekkür etmeyi bile unuttu. Sonra, paketi inceledi, gönderici kısmındaki ismi gördü: Metin Haznedaroğlu. Pakette ne varsa, açmadan çöpe atacaktı ki, küçük kız sevinerek haykırdı:
"Anne! Yaş günüm ya! Bana hediye gelmiştir belki! Açsana anne, aç hadi."
Küçük kız, hediye olacağı içine doğmuş gibi sabırsızlıktan zıp, zıp zıplar ve "Hadi aç anne!" derken; Fatma, yazmasının oyalı kenarını çenesine sıkıştırdı, yutkundu ve dudaklarını sımsıkı sıkarak paketi açtı ve açmasıyla Yeşim;
"Hiiiiii!"
diye bir çığlık attı. Çocuk, kırmızı balo elbisesi giymiş, sarışın Barbie bebeğe büyülenmiş gibi bakıyordu. Çöpe atarsa, bunu kızına nasıl açıklayacaktı? İnsan kendi kızına bu kötülüğü yapamazdı. Hele de yaş gününde ama eşi gelince adamcağıza
“Namussuz utanmadan bir de hediye göndermiş” mi diyecekti? Yeşim ağlayıp, zırlamadan çöpe nasıl atacaktı? Tam bunları düşünürken Burakcan;
"Babam geldiii! Erken geldi. Yaşasın!" demez mi?
Minik evlerinin penceresinden baktı. Yüzü kapkara adamcağız, yorgun argın geliyordu. Ne kadar yorulsa da yuvasının eşiğinden içeri ayağını atarken, gülümserdi. Yeşim bebeği kutusundan çıkartıp,
"Baba! Bak, yaş günüm için bana ne gelmiş."
diyerek babasına gösterirken, adam, karısının süt dökmüş kedi gibi tedirgin, dudağını ısıran, mahcup haline baktı. Çocuklar duymasın diye eşiyle fısıldaşarak konuştular. Zaten küçük kız sevinçten onlara kulak verecek halde değildi.
"O mu göndermiş?"
"Hee...çöpe atacaydım emme Yeşim çok beğendi, ağlar diye atamadım ne yapacağımı şaşırdım."
"Sakın ha! Kızımızı üzmeye değer mi? İyi yapmışsın. Atma sakın."
Fatma, kocasına sımsıkı sarıldı. Başına gelenlerden sonra Allah ona sanki "Bir kapıyı kapattım ama ötekini açıyorum. Mutlu ol." demişti.
"Sen ne iyi bir insansın. Hakkını ödeyemem. "
"Sen de dünyanın en iyi eşisin. Ben de senin hakkını ödeyemem. Eee? Bugün ponçiğimizin yaş günü. Sağ olsun usta izin verdi de, erken geldim. Pasta yaptın mı bakalım?"
"Yapmam mı? Bahçedeki çileklerden de koyduk üstüne."
Hüseyin, banyoya girip üzerindeki kömür karalarından arınmaya gitti, anneleri sofrayı kurdu, en ortaya çilekli pastayı koydular. Yemekler yenildi, alkışlar arasında mumlar üflendi, sonra diğer hediyeleri açmaya sıra geldi. Babası, resim öğretmeni olmayı hayal eden kızı için kırtasiyeden resim defteri ve küçük bir suluboya almıştı. Annesi de yeşil gözlerine yakışan yeşil ponponlu bir bere örmüştü hediye olarak. Yeşim, hediyelere bayıldı ama en çok bebeği sevmişti. Kimin gönderdiğini sorunca, babası " Çok uzak bir akraba, sen tanımazsın kızım" diye geçiştirdi. Yeşim, annesine dönerek;
" Elbisesi kiraz gibi kırmızı, ismi de Kiraz olsun bebeğimin." deyince, Fatma da
"Olsun kızım." diye başını salladı ve sofrayı toplamaya başladı.
Fatma, bahçeden gelen gümbürtüyle geçmişe yaptığı yolculuktan aniden döndü. Yeşim'in Minnoş, Şirret, Göbiş, Zoro gibi isimler taktığı pisiler birbirini kovalarken, çardak altındaki sandalyeyi devirmişlerdi. Bebeği, toz bezini bırakıp; "Amanın! Salçam!" diye haykırarak hemen pencereden baktı. Elleriyle yaptığı domates salçası, yuvarlak tepside güneş altında güzel güzel kuruyordu ve kediler salçasına bir şey yapmamıştı. Bir "Oh!" çekti, Kiraz'ı dolaba geri koydu ve toz bezini ıslatıp, sıkıp tekrar işe devam etti.
Karı, kocanın kızlarından bucak bucak gizledikleri sır, 19 yıl öncesine dayanıyordu.
Haftaya: GÖL BÜYÜCÜSÜ
"Anne! Yaş günüm ya! Bana hediye gelmiştir belki! Açsana anne, aç hadi."
Küçük kız, hediye olacağı içine doğmuş gibi sabırsızlıktan zıp, zıp zıplar ve "Hadi aç anne!" derken; Fatma, yazmasının oyalı kenarını çenesine sıkıştırdı, yutkundu ve dudaklarını sımsıkı sıkarak paketi açtı ve açmasıyla Yeşim;
"Hiiiiii!"
diye bir çığlık attı. Çocuk, kırmızı balo elbisesi giymiş, sarışın Barbie bebeğe büyülenmiş gibi bakıyordu. Çöpe atarsa, bunu kızına nasıl açıklayacaktı? İnsan kendi kızına bu kötülüğü yapamazdı. Hele de yaş gününde ama eşi gelince adamcağıza
“Namussuz utanmadan bir de hediye göndermiş” mi diyecekti? Yeşim ağlayıp, zırlamadan çöpe nasıl atacaktı? Tam bunları düşünürken Burakcan;
"Babam geldiii! Erken geldi. Yaşasın!" demez mi?
Minik evlerinin penceresinden baktı. Yüzü kapkara adamcağız, yorgun argın geliyordu. Ne kadar yorulsa da yuvasının eşiğinden içeri ayağını atarken, gülümserdi. Yeşim bebeği kutusundan çıkartıp,
"Baba! Bak, yaş günüm için bana ne gelmiş."
diyerek babasına gösterirken, adam, karısının süt dökmüş kedi gibi tedirgin, dudağını ısıran, mahcup haline baktı. Çocuklar duymasın diye eşiyle fısıldaşarak konuştular. Zaten küçük kız sevinçten onlara kulak verecek halde değildi.
"O mu göndermiş?"
"Hee...çöpe atacaydım emme Yeşim çok beğendi, ağlar diye atamadım ne yapacağımı şaşırdım."
"Sakın ha! Kızımızı üzmeye değer mi? İyi yapmışsın. Atma sakın."
Fatma, kocasına sımsıkı sarıldı. Başına gelenlerden sonra Allah ona sanki "Bir kapıyı kapattım ama ötekini açıyorum. Mutlu ol." demişti.
"Sen ne iyi bir insansın. Hakkını ödeyemem. "
"Sen de dünyanın en iyi eşisin. Ben de senin hakkını ödeyemem. Eee? Bugün ponçiğimizin yaş günü. Sağ olsun usta izin verdi de, erken geldim. Pasta yaptın mı bakalım?"
"Yapmam mı? Bahçedeki çileklerden de koyduk üstüne."
Hüseyin, banyoya girip üzerindeki kömür karalarından arınmaya gitti, anneleri sofrayı kurdu, en ortaya çilekli pastayı koydular. Yemekler yenildi, alkışlar arasında mumlar üflendi, sonra diğer hediyeleri açmaya sıra geldi. Babası, resim öğretmeni olmayı hayal eden kızı için kırtasiyeden resim defteri ve küçük bir suluboya almıştı. Annesi de yeşil gözlerine yakışan yeşil ponponlu bir bere örmüştü hediye olarak. Yeşim, hediyelere bayıldı ama en çok bebeği sevmişti. Kimin gönderdiğini sorunca, babası " Çok uzak bir akraba, sen tanımazsın kızım" diye geçiştirdi. Yeşim, annesine dönerek;
" Elbisesi kiraz gibi kırmızı, ismi de Kiraz olsun bebeğimin." deyince, Fatma da
"Olsun kızım." diye başını salladı ve sofrayı toplamaya başladı.
GÜNÜMÜZ
Fatma, bahçeden gelen gümbürtüyle geçmişe yaptığı yolculuktan aniden döndü. Yeşim'in Minnoş, Şirret, Göbiş, Zoro gibi isimler taktığı pisiler birbirini kovalarken, çardak altındaki sandalyeyi devirmişlerdi. Bebeği, toz bezini bırakıp; "Amanın! Salçam!" diye haykırarak hemen pencereden baktı. Elleriyle yaptığı domates salçası, yuvarlak tepside güneş altında güzel güzel kuruyordu ve kediler salçasına bir şey yapmamıştı. Bir "Oh!" çekti, Kiraz'ı dolaba geri koydu ve toz bezini ıslatıp, sıkıp tekrar işe devam etti.
Karı, kocanın kızlarından bucak bucak gizledikleri sır, 19 yıl öncesine dayanıyordu.
Haftaya: GÖL BÜYÜCÜSÜ
11 yıl ve 19 yıl :) sır :) hımmmm :)
YanıtlaSilEvet; Yeşim'in doğmasından bir, iki yıl öncesine dayanıyor.
SilMerhabalar.
YanıtlaSilYeşim'in roman formundaki ikinci bölümünü de okudum. Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar olsun. Biz eskiler şiir, roman, hikaye gibi edebi eserlerde, argo cümleleri pek sevmeyiz. Çünkü biz, tüm edebi eserlerde rol alan kişilerin görgülü, kültürlü, nazik, seviyeli olmalarını bekleriz. Yeşim'e oğlu için göz koyan bir annenin "Böyle güzel gelinim olsun, 50.000 lira borcum olsun. " şeklindeki söylemi beni biraz rahatsız etti. Bu söylem, belki bir başka okuyucunun da beğenisini kazanabilir. Bu sadece benim düşüncemdir.
Roman hikaye yazmak bana göre çok zor. Ben denedim, basit küçük bir hikayeyi bile yazamadım. Tabi vazgeçtim. Ama yazma tekniği ile araştırmalarım hala devam ediyor. Yani öğrenmek için araştırmaktan asla vazgeçmedim.
Roman, hikaye gibi bir edebi eseri kaleme alırken, gereksiz betimlemelerden ve sıfatlardan elimizden geldiğince kaçınmamızı öneriyorlar ve bu durumu şu kısa örnekle açıklamama müsaade edin lütfen!
"Bir adam otların üzerine oturdu." Bu cümleyi hemen hemen herkes anlar. Bu cümlede anlaşılmayacak hiç bir taraf yoktur. Ama; "Uzun boylu, daracık omuzlu, kızıl sakallı bir adam, etrafına ürkek ürkek bakınarak yeşil ve ezilmiş otların üzerine yavaşça oturdu" bu cümleyi ilk ağızdan kimse anlayamaz.
"...Kısalık ve açıklık, başarının kızkardeşidir... Süslü sözlerden kaçın! Dil güzel ve yalın olmalıdır..."
Yeşim isimli roman iyi gidiyor, sonu nereye varacak insan merak ediyor. Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlık.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Abi,
SilYeşim romanımı beğenmenize, güzel, nazik yorumunuza çok teşekkür ediyorum.
" 50.000 borcum olsun" lu cümleden rahatsızlık duymanıza üzüldüm ama okuyanlar o şekilde okudular, onu silip; başka şekilde yazarsam, "Yazdığı kitabın cümlelerini değiştirip duruyor, daha tamamlamamış...düzeltmemiş" gibi bir izlenim uyandırmak istemem.
Olsun Recep Abi, herkes roman, hikaye yazmak zorunda değil ki, mesela benim de matematiğim çok kötüdür, bağ, bahçe işinden, tamirattan anlamam.
Evet, çok süslü tasvirleri ben de sevmiyorum ama teknik senaryo ya da tretman gibi de olsun istemiyorum. Naçizane, kendi çapımda bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Okurlar beğenirse ne mutlu, beğenmezlerse de yapacak bir şey yok:) eleştiriler başımla beraber.
Çok teşekkür ediyorum.
Selamler, saygılar.
Merhabalar.
SilSöz konusu cümleyi değiştirmeniz için ele almadım. Sakın böyle bir değişikliğe kalkışmayın.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Abi,
SilYok, yok zaten değiştiremem ama vahim bir isim karışıklığı (Fatma yerine Ayşe, vs.) yaptığım oluyor o zaman mecburen değiştiriyorum.
Selamlar, saygılar.
Ama çok çabuk bitti. :))
YanıtlaSilDünden beridir aklımdaydı Yeşim hikayesi. Sakin zamanı bekleyip öyle okuyayım istedim.
Hikayedeki Hüseyin gibileri var mı ülkemizde acaba diye de hani sordum kendime. Olması gereken, melek gibi biriymiş.
Her bir cümlenin akıcı, yalın olması ve olay örgüsü, ki resimli özetten biliyorum, hikayeye muazzam katkıda bulunmuş. Devamını da okumak için bekleyeceğim. Aklınıza, klavyede yazan ellerinize sağlık olsun.
Görüşmek üzere...❤️
Yaa...canımsın.:) Uzun yazarsam okur sıkılır diye korkuyorum Nazlıcığım. :)
SilEvet, Hüseyin'i altın kalpli biri olarak düşünmüştüm ta en başından. Hikayede zaten kötüler olacak. (Biliyorsun zaten resimli özetten) onları dengelemek için iyiler de koyuyorum. Hep kötüler olmasın.
Çarşamba'ya inşallah devamını yazacağım. Özette hiç yer vermediğim Göl Büyücüsü ile ilgili şeyler olacak. (Wattpad'da okuyanlar biliyor sadece)
Görüşmek üzere Nazlıcığım. Güzel ve yazara cesaret veren yorumuna çok teşekkür ediyorum. ❤️
Merhabalar Bücürükveben.
SilYeşim ile ilgili roman paylaşımınızdaki metin uzunluğu çok ideal ve çok güzel. Siz hep bu uzunlukla paylaşmaya devam edin. Nazlı hanım kardeşimiz sabırlı ve azimli bir okuyucu olduğu için ona kısa gelebilir ama, benim gibi okuma özürlü ve okuma tembelliği olan insanlar için çok ideal. Aksi halde, bir başına, bir ortasına, bir de sonuna bakıp, yorum yazmak zorunda kalırım.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Abi,
SilEstağfurullah öyle değilsiniz. Ben, kendim de kitap okumayı seviyorum ama elektronik ortamda uzun yazıları okuyamıyorum. (Gözlük kullanıyorum ve ekranının parlaklığı gözümü yoruyor) biraz da o yüzden daha uzun tutmadım. Nazlıcığım gerçekten sabırlı, azimli bir okur. Çok seviyorum bu yönünü.
Selamlar, saygılar.