"Sensin Göl Büyücüsü! Asıl sen kimsin? Ne karışıyon bana?"
Yabancı da kızdı:
"Ha, bırakayım da at kendini. Deli misin kızım? Bak derdin kara sevda filansa, bir, bilemedin iki yıl sonra unutuluyor. Kendimden biliyom."
Gece gece bu ıssız gölde karşısına çıkan Hüseyin, iki yıl önce mahallesindeki bir kızı sevmiş ama kız,
"Kusura kalma Hüseyin, evleneceksem memur biriyle evleneceğim; çok zor madenci karısı olmak. Anamdan biliyom, her sabah babamı işe uğurlarken helalleşirlerler. Akşamına eve dönüp dönmeyeceği belli olmaz çünkü. Ömür boyu korkarak yaşamak istemiyom."
diyerek onu reddetmişti. Bir başkası yüzünden kendisini reddetseydi çok üzülürdü Hüseyin ama onun bakış açısıyla bakınca, kıza hak verdi. Maden ocağı bu; göçük olur, patlama olur, kaza olurdu. Kızı unutmaya çalışacaktı. Bunun için de kendince bir yol buldu. İçi daraldıkça, akşamları göl kenarına gitmeye başladı. Gecenin esrarengiz sessizliğinden garip şekilde huzur buluyordu. Sık sık geceleri göl kıyısında yürüyüş yapmaya başladı. İşte o gece de böyle kendini dağa taşa vurduğu gecelerden biriydi. Kıza döndü ve
"Bak oturalım şuraya, anlat derdini, çaresi bulunur elbet. Kendini atmak yok ama. Günah! Cehennemde yanarsın." dedi.
Kız denileni yaptı, ahşap iskelede yan yana oturdular.
Fatma, ağlamaya başladı.
"Benim derdimin çaresi yok, kendimi göle atmazsam, babam beni keser."
"Nap'tın ki sen? Banka filan mı soydun gız?"
Hüseyin aklınca kızı güldürüp, moral vermeye çalıştı. Ancak işe yaramadı. O gece, alın yazısı, kader veya karma ne derseniz deyin, Fatma'nın karşısına Hüseyin'i bilerek çıkartmıştı. Başında sarı renkli, lambalı baret, alnında boncuk boncuk terler, eli, yüzü kapkara, burnunda kömür kokusu, 700 metre yer altında kazma sallayan bu tanımadığı yabancıya her şeyi anlattı. Bunda belki de Hüseyin'in bir yavru köpek kadar masum kahverengi gözleriyle, kadife gibi yumuşak sesinin de etkisi vardı. Sesi güzel olanlar madende şarkı söyler ve hem kendilerine, hem arkadaşlarına moral verirler. Hüseyin de sık sık
"Beyaz giyme toz olur, siyah giyme söz olur..."
gibi türküleri söylerdi kazma sallarken. Tüm sırlarını anlattıktan sonra Fatma, derin bir nefes verdi:
"Duydun işte, benim derdimin çaresi yok. Sevda sandığım kibrit aleviymiş, bir üflemeye bakıyormuş, şimdi ya ben kendimi göle atacağım ya da babam katil olacak. Beş kardeşiz. Hepsi perişan olur. Bırak beni git, yarım kalan işimi halledeyim."
"Bırakmam. Adın ne sahi? Benim adım Hüseyin."
Kız, tuhafına gitse de adını ve oturduğu yeri söyledi.
"Anladım, hadi şimdi seni evine bırakayım göl büyücüsü, gece vakti ne olur, ne olmaz, tek başına gelmişsin ama tek başına gitme. Anana, babana söyle yarın seni istemeye geleceğim. "
Fatma içinden "Yok artık! " diye geçirdi. Cevap bile veremedi şaşkınlıktan. Delikanlının dediğini yaptı, yokluğunun fark edilmemesini umarak, gece yarısı piyangodan çıkan yakın korumasıyla evine gitti. Işıklar yanmıyordu, herkes uyuyordu. Kız, işaret parmağını burnunun ucuna götürerek Hüseyin'e "Sus!" işareti yaptı ve korka korka, gıcırdatmamaya çalışarak kapıyı yavaşça açtı, karanlıkta içeri girdi. Arkasını döndü, Hüseyin, her şey harikaymış gibi gülümsüyordu.
Fatma, "Deli mi yoksa bu çocuk?" dedi içinden. "Allah'ım!Ya dediğini yaparsa? Ya gerçekten yarın beni istemeye gelirse? Yok, yok, gelmez. Deli mi gelsin?" diyordu Hüseyin'in hâlâ gülen gözlerine bakarken. Delikanlı fısıldadı:
"Hadi iyi geceler."
Kız da fısıldayarak
"İyi geceler."
dedi ve mavi boyalı kapıyı kapattı. Fatma, parmak uçlarına basarak yatağına girdi. Çok şükür kimse uyanmamıştı. İçinden
"Bu deli ner'den karşıma çıktı? Mani oldu! Ne güzel atmıştım şimdi kendimi göle. Kurtulmuştum. Yarın akşam yine giderim, yok yine gelirse, öteki akşam giderim her gece de beni kurtarmaya gelecek hali yok ya?"
diye düşünürken, gözünde yaşlarla uykuya daldı.
Ertesi sabah, Fatma da ev halkı da hâlâ uyuyordu ama göl çoktan güne uyanmıştı; tepeli pelikanlar s şeklindeki boyunlarını ve uzun gagalarını suya daldırıp çıkıyor, bir Boeing uçağı piste nasıl inerse, ayaklarını birbirine paralel yapıp; hızını kesemeyip kayak yapar gibi sular sıçrata sıçrata ve kanatlarını çırpa çırpa öyle suya iniyordu. Kahverengi, kocaman bir dağ sıçanı bıyıklarını titretip, sağına soluna baka baka yuvasından çıktı, iki ayağı üzerinde durup tehlike var mı diye ortalığı kolaçan etti, su kuşları cıvıldıyor, gaklıyor, tabiat canlanıyordu, üçgen biçimli dağların üstündeki mavi gökyüzündeki bulutları sanki bir ev kadını süpürgeyle süpürmüş de yol, yol beyaz bulut izleri kalmış gibiydi.
Az sonra Fatma da dört küçük kardeşinin gürültülerine dayanamayıp kalktı. Pazar izin günü olduğu için çiftliğe gitmedi. Kahvaltıdan sonra karnının çok ağrıdığını söyleyerek odaya gitti ve yorganın altında ağlamaya başladı. Saat ikiye gelirken uyandı. Babası, bir bacağını altına kıvırmış, televizyon izliyor, küçük çocuklar halının üstünde legolarla oynuyordu. Anası, "Yeter yattığın kız, karnı ağrıyormuş! Ben 40 derece ateşle soba yakar, odun taşırdım. Al şu çorapları kirli sepetine at" diye kardeşlerinin çoraplarını kıza verirken, birden sordu:
"Kız, sen ağladın mı? Gözlerin şiş şiş, kırmızı kırmızı?" deyip, dedikoducu Nazike'nin söyledikleri aklına geldi ve kocası duymasın diye Fatma'yı kolundan çekiştirip yatak odasına götürdü ve sordu:
"Kız? O Nazike karısı, senin kızı Metin'le gülüşüp, sohbet ederken görmüşler dediydi. De bakayım? Bir haller var sende. Doğru mu yoksa? Aman ha? Baban keser seni!"
"Yok anne ya! Nazike'yi bilmiyon mu? Herkesin dedikodusunu yapar, herkese iftira atar."
Kızı inkâr ettikçe, yüzü pembeleştikçe, kadın iyice işkillendi. Vazgeçmeye niyeti yoktu. Nakışlı kılıfıyla duvarda asılı duran kitaba doğru gitti.
"Kuran'a, el bas!O zaman inanırım bir şey olmadığına."
"Ya anne yaa! Yok artık!"
"Hii! Basmıyorsun! Doğru o zaman! Vah! Yandım ben!"
"Yok anne ya! Abdestsiz Kuran'a el basılır mı? Daha yüzümü, gözümü yıkamadım. "
Annesi ikna olmamış gibi bakıyordu ki, Fatma'nın imdadına, çalan kapı zili yetişti.
Kadın, kapıyı açarken, Fatma da peşinden geldi. Elinde bir buket çiçek ve kırmızı fiyonklu çikolata kutusuyla, otuz iki dişini göstererek gülümseyen Hüseyin, yanında başörtülü orta yaşlı bir kadın ve bıyıklı, esmer bir adam, taş avluda yan yana duruyordu. Bu yoksul yerde mümkün olabilecek en şık giysilerini giymişlerdi. Fatma, şaşkınlıktan elindeki kirli çorapları yere düşürdü. Ağzı açık kaldı.
Hüseyin'in babası
"Selamünaleyküm, kusura bakmayın habersiz geldik ama biz komşuyuz; birkaç ev aşağıda oturuyoruz. Hayırlı bir iş için geldik." dedi.
"çiçek", "çikolata kutusu", "hayırlı iş". Annesi, bunların tek bir manaya çıkabileceğini ışık hızıyla kafasında çözdü. "Yaşasın! Sofradan bir boğaz eksilecek ve kızını baş göz edecekti!" Sevinerek misafirleri içeriye buyur etti. Kocası da "hayırlı bir iş için" sözcüğünü duymuştu. O da sevinerek ayağa kalktı. Gelenler ayakkabılarını çıkarttı, tanışma faslı başladı. Çocuklar şaşkın, üç kişiye bakıyordu ve gözleri çikolata kutusundaydı.
Annesi,
"Buyrun, buyrun! Gusura galmayın. Niye önceden haber etmediniz? Bir şeyler hazırlardık. Çocuklar siz odanıza! Orada oynayın hadi!" deyince,
Hüseyin'in annesi
"Estağfurullah, ne kusuru? Hem misafir umduğunu değil, bulduğunu yer." diye yanıtladı.
Fatma hâlâ şoku atlatamamıştı ancak Kuran'a el basmaktan kurtulduğuna da sevinmekten kendini alamadı. Misafirler, pınardan su içen ceylan resimli saçaklı duvar halısının önündeki kanaviçe yastıklı sedire yan yana oturdular. Fatma' nın annesiyle, babası da koltuklara oturdu. Hüseyin, kıza gülümsedi ve elindekileri uzatırken Fatma'nın kulağına doğru fısıldadı:
"Gelmeyeceğim sandın di mi göl büyücüsü?"
Devam edecek...
Yazan: Müjde Dural
Merhabalar.
YanıtlaSilBu bölümde garibime giden bir durum oldu. Daha önce ön görüşmeler ve tanışmalar yapılmadan, aileler kendi aralarında görüşürler ve bu iş olacaksa kızı istemeye gelebilirsiniz diye de haber salınır ve çiçekli çikolatalı kız istenmeye gelir. Böyle apar topar kız istenmez! Acaba olayın geçtiği yerde kız isteme geleneği böyle mi ki?
Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim. Hikaye yavaş yavaş yolunda gidiyor bakalım, devamı ne getirecek insan merak ediyor.
Bugün 2024 yılının son günü. Bu vesileyle yeni yılın size ve sevdiklerinize sağlık, huzur, barış, kardeşlik ve mutluluk getirmesini diler, yeni yılınızı (eşim ve ben)kutlarız.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Abi,
SilNormalde ön görüşme, tanışma yapılır, haber verilir ama Hüseyin, kızın tekrar intihara kalkışmasın diye apar topar geldi. Kızın tekrar kendisini göle atmasından ya da ilaç içmesinden korktu. Annesi, babası da mecburen oğullarına uydular.
Çok teşekkür ediyorum. Ben de size ve değerli eşinize sağlık, huzur, mutluluk dolu güzel bir 2025 diliyorum.
Selamlar, saygılar.
Merhabalar.
SilKız isteme olayının neden böyle apar topar olduğunu anladım. Ben böyle biraz zor okuyucuyum. Her şeyin aydınlatılmasını istiyorum. Yani ben, leb'den leblebiyi kapamıyorum.
Cevab-i yorumunuz ve yeni yıl kutlamanız için çok teşekkür ederiz.
Selam ve muhabbetlerimizle. Mutlu yıllar dileriz.
Estağfurullah, zor okuyucu değilsiniz, iyi bir okuyucusunuz, merak etmeniz çok doğal normalde öyle kız istenmezdi çünkü. Ne demek rica ederim.
SilMutlu yıllar, selamlar, saygılar.
Biraz geç geldim okudum yine ama çok iyi ben çok sevdim hikayenin akışını :D
YanıtlaSilBakalım neler olacak :D
Estağfurullah, tüm blog arkadaşlarım ne zaman müsait olurlarsa, tabii ki o zaman okuyacaklar, üstelik dün yılbaşıydı, pek okunmayacak bir günde yayınladım hikayeyi bile bile 😂
SilBeğenmenize sevindim. Çok teşekkür ediyorum.
Ah, bu aralar doğru dürüst okuyamıyorum bile ama yine senin satırlarının akıcılığında kayboldum Müjde. Ne güzel yazıyorsun.
YanıtlaSilBeğenmene sevindim Handan. Çok teşekkür ediyorum.
Silhihi çok tatlııı :) göl büyücüsü de ne güzel buluş :) romantikle romantik komedi arasında gidiyo bu bakalım ama dram da olabiler :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ediyorum deepcim, esin perisi gelmişti o an:))Wattpad'da bir okur keşke romanın ismi Göl Büyücüsü olsaydı demişti. :) bakalım...:)
SilAhh ben Hüseyin'e hayran kaldım. :) Önceki paylaştığınız bu öykünün özetli halinde, Hüseyin bu kadar ayrıntılı anlatılmamıştı. Tabii özet olunca, mecburen kısaltmak zorunda kalınılıyor. Hem çok daha sevdim ayrıntılı olmasını hem de Hüseyin'i iyice tanımış oluyoruz. Doğayı anlatırkenki betimlemeler ise muazzamdı.
YanıtlaSilHikayedeki gidişatı bilmeme rağmen yine de büyük keyif ve heyecanla okuyorum. Sonraki bölümde görüşmek üzere, mutlulukla, sevgiyle kalın. ❤️
Gerçekten çok kısa özetti. Sebebi de çizimler hem yoruyordu, hem de çok vaktimi alıyordu. Dövüş sahneleri için YouTube'da kavgalı filmlere bakıyordum filan:)))
SilÇok mutlu oldum Nazlıcığım, okuyan gözlerine sağlık olsun. Çok teşekkür ediyorum. Sana da mutluluklar, sevgiler, tekrar iyi seneler ❤️
Merhabalar.
YanıtlaSilAnne, gelenlerin dünürcü olarak geldiğini anlıyor ama; bunlar da kim, daha önce hiç haber vermeden bir ön görüşme yapmadan sanki kızı biz verecekmiş gibi çiçeğiyle, çikolatasıyla böyle apar topar bu geliş de neyin nesi diye merak edeceğine, sanki kızlarından bir bezginliği varmış ve kurtulmak istiyorlarmış gibi sofradan bir boğaz eksiliyor ve kızı baş göz edeceğim diye sevinmesine de bir anlam veremedim. Yani geleneksel, beklenilen ve klasik davranış değil bu. Aynı konuya bir önceki yorumum da kendi açımdan değinmiştim. Ama şimdi olayın içindeki anne adına değiniyor ve anneyi bu tutumundan dolayı eleştiriyorum.
Bu tür olaylarda kişilerin düşünce ve davranışları açısından biz seyirci ya da okuyucuların bir beklentisi olur, o beklentiyi göremediğimiz zaman hemen eleştiri oklarımızı yaya takar ve atarız.
Her okuduğum metne ve izlediğim dizi ya da filme ben böyle yaklaşırım. Yoksa, papağan gibi okuyup geçebilirdim de. Ama hangi okuyucu, ya da izleyici doğru yapıyor, onu da sizin takdirlerinize bırakıyorum.
Ben çok zor bir senarist olurdum herhalde. Bu olayda anne böyle davranıyorsa, en azından babayı da diğer türlü düşündürürdüm. Oysa, baba "hayırlı bir iş için" sözünü duyunca, sadece sevinerek ayağa kalkıyor. Yani babanın da anneden farkı yok.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Abi,
SilDediğiniz doğru, beklenilen davranış kızlarından bezmiş, bir boğaz eksileceği için sevinmek değildir. Tam da bu nedenle böyle anneleri eleştirmek için romanımda böyle "istenmeyen" bir anne çizdim.
Her zaman değil ama bazen beş çocuklu ve zar zor geçinen yani yoksul aileler kızlarını bir an önce baş göz etmek istiyor, okutmuyor, (okumak istese de) hatta paralı bir damat bulurlarsa kendisinden 20 yaş büyüklere verdiklerini, (kızları istemese de) biliyorum.
Romanımda her karakterin mükemmel olmasını istemem, kusurlu, hatalı, kötü karakterler de olacak ileriki bölümlerde. Hikayedeki her karakter kusursuz, hatasız olursa, inandırıcı olmaz ve iyi- kötü arasındaki "çatışmayı" yaratmaz diye düşünüyorum. Zıtlıklar, iyi-kötü arasında çatışmalar filmlerin de, kitapların da olmazsa, olmazı çünkü. Senaryo yazımıyla ilgili bilgileri okurken de hep böyle yapın diye tavsiye ediyorlardı.
Yine de gelecek bölümde okuyacağınız üzere (tüyo vermiş olacağım ama ) kızın babası, telefonla asker arkadaşına Hüseyin ve ailesini soracak ve güzel cevaplar alınca içi rahatlayacak.
Okur olarak beklentinize uymadığı için üzüldüm ama böyle detaylı, dikkatli okuduğunuz için sevindim. Okuyup geçmenizi ben de istemem, eleştiriyi severim.
Çok teşekkürler, selamlar, saygılar.