Rüyasında her yer diz boyu kardı ve evlerin saçaklarından boy sırasına dizilmiş buzlar sarkıyordu. Üzerinde pijamalarıyla üşüyordu. Niye böyle kazaksız, montsuz, pijamayla kara çıkmıştı ki? Sonra rüya gördüğünü anladı ama henüz gözleri kapalıydı. Uyku ile uyanıklığın arasındaki eşikteydi. Bu sefer de
"Neden ev bu kadar soğuk? Annem sobayı yaksa ya! Niye her yanım ağrıyor? Niye yatakta değil de yerdeymişim gibi sert?"
diye düşünürken, elinin üzerinde kıpır kıpır yürüyen bir şey hissetti ve yeşil gözlerini açtı.
Açmasıyla birlikte, elinin üstünde gezinen sekiz, tüylü ayağı gördü. Bu görüntüsü ürkütücü ama zararsız bir örümcekti.
"Ayyy!"
diyerek örümceği elinin üstünden attı. Gözleri karanlığa alışınca, baretini aldı ve ışığını yaktı. Elini cebine attığında cep telefonunu almadığını hatırladı. Hoş; alsa da bu kadar derinde çekmezdi. Baretin lambasının şarjı kaç saat dayanırdı bilmiyordu çünkü burada ne kadar baygın yattığından haberi yoktu. O iki adam neden kendisini buraya atmıştı? Niye? Neden yaa? Neden? Düşünüyor bir cevap bulamıyordu. Hırsız olsalar çalacak parası yoktu! Sapık olsalar daha kötü şeyler yaparlardı! Bir sebep bulamıyordu. Kaburgaları, dizi, dirsekleri ağrılar içinde ayağa kalkmayı başardı. Yukarı doğru seslendi:
"İmdaaaaat! Kimse yok mu? İmdaaat! Kurtarın! Buradayım! İmdaaaat! Kimse yok mu?"
diye bağırmaya başladı. Sonra bu civarda kimsenin olmadığını hatırladı. Yukarıya tırmanması imkânsızdı. Aklına babasının vaktiyle söyledikleri geldi:
" Eski madenin bir tanesi gölün yanındaki, kocaman bir yer altı mağarasına açılıyormuş. Giren kayboluyor diyorlar o yüzden kimse girmeye cesaret edemiyor. "
Ya bu o madense? Bir yol olmalıydı, buradan çıkmalıydı. Annesini düşündü kim bilir nasıl merak etmişti? Annem kaybolduğumu anlayınca, polise haber verir diye aklından geçirdi ama kimse buraya geldiklerini bilmiyordu. Kazmayı aldı. Baretin lambasının ışığında dikkatle yürümeye başladı. Pes etmeyecekti. Buradan kurtulacaktı. Epey yürüdü. Tavan neredeyse başına değecekti, gittikçe alçaldı ve yol daraldı. Bundan sonrasını emekleyerek gitmesi gerekti. Dizlerinin üstünde gide gide nefes nefese kaldı, susamıştı ve soğuktan titriyordu. Sağı kaya, solu kaya, başının üstü kayaydı. Morali sıfırdı. Uyursa öleceğini biliyordu. Uyumak ve kendini ölümün soğuk kollarına bırakması an meselesiydi ki, babasının bir sözü daha aklına geldi:
"Madende moral olsun diye sesi güzeller şarkı söyler, arkadaşlar hep bana türkü söyletirler."
"Hangi türküyü baba?"
"Aklıma o anda ne gelirse onu ama en çok Beyaz Giyme Toz Olur'u söylüyorum. Arkadaşlar onu yanık yanık okuduğumu söylüyorlar. Bu türküyü anneniz için söylerdim aslında. Söylerken de onu düşünürdüm hep."
Yeşim, tüyleri diken diken, tir tir titreyerek, dişleri takır takır birbirine çarparak söylemeye başladı. Babasından güç almasının tam zamanıydı.
"Beyaz....giyme toz o....ooluurr.......siyah giyme...söz oluuuur...."
Ve cılız ışıkta emeklemeye devam etti. İşe yaramıştı.
O sırada annesi ise Kemal Usta ile karakoldaydı. Kadıncağız, Yeşim dönmeyince, madene gittiğinde kimsenin televizyonculardan filan haberinin olmadığını öğrenince çılgına dönmüştü.
"Televizyoncular mı? Buraya mı? Yooo....kimse gelmedi bacım."
"Nasıl olur Kemal Usta? Buraya geleceklerdi, çekim yapacaklardı, bir saatte döneriz dediydiler. İki kişiydiler. Amanın! Kızımı kaçırdılar mı yoksa? Allah'ım! Kızım nerede? Kızımı bulun bana!"
diye paniğe kapılınca, Kemal ustanın arabasıyla karakola gittiler. Karakol amiri, yerel televizyon kanalını arayınca, daha önce kızla röportaj yapan İpek ve kameraman arkadaşı hemen karakola geldiler. Kendilerinden kimsenin çekim için onlara gitmediğini söylediler. Yeşim'i kimse oralarda görmemişti. Çekim yapan da yoktu. Yerel tv kanalı için bu önemli bir haberdi. İpek, mikrofonu eline aldı ve canlı yayına bağlandı.
"Sayın seyirciler, tüm ülkenin gurur duyduğu maden işçisi Yeşim Özbey'in kaçırıldığından şüpheleniliyor. Televizyoncu olduklarını söyleyen iki kişi, Yeşim Özbey'in annesi Fatma Özbey'e kızıyla röportaj yapacaklarını ve bir saat sonra döneceklerini söylemişler. Ancak aradan saatler geçmesine rağmen bu esrarengiz kişiler de, Yeşim de ortada yok. Fatma hanım yanımızda. Buyurun Fatma Hanım, söz sizin. Lütfen anlatır mısınız seyircilerimize neler olduğunu? Kızınınız nasıl kaçırıldığını."
diyerek; mikrofonu Fatma'ya uzattı. Kadıncağızın pembe yanakları al, al olmuştu. Gözlerinden yaşlar akarak
"Kaçırdılar kızımı! Onlar kaçırdı! Allah aşkına bulun kızımı! Televizyoncuyuz; röportaj neyim yapacağız dediler. İnandık. Keşke kabul etmeseydim. Kızım çok ısrar etti. Anne ne olur gidelim hem 10.000 lira alacağız fena mı ne olur kabul et dedi. Keşke etmeseydim. Onlar kaçırdı kızımı. N'olur kızımı bulun bana. Yeşim'imi bulun! "
diye haykırdı.
İstanbul, Beykoz'da, mor, sarı, beyaz manolyalar, yosun yeşilinden, fıstık yeşiline, limon sarısından, şeker pembesine kadar açıklı, koyulu tonlarla ağaçlar içindeki beyaz malikânenin salonunda evin hanımı ve Sadullah Emin'in oğlu Kerem'in eşi, Aydan, turuncu, beyaz gülleri ikebana ustası bir Japon gibi vazoya yerleştirirken; eşi Kerem, doktorlar stresten uzak dursun, bulmaca çözsün dediğinden, elinde arkası silgili kurşun kalem, bir yandan gazetenin kare bulmacasını çözerken, bir yandan televizyonda röportajı izliyordu.
Fatma Özbey ismini duyunca, topuz saçlı, zarif kadın "Aaaa!" derken eşi, tek kaşını kaldırdı. Kerem;
"Baksana hanım. Bu Fatma Özbey, bizim Hüseyin'in karısı değil miydi? Hani on yıl önce benim hayatımı kurtaran?" diyerek sorunca karısı yanıtladı:
"Evet! Ben de hatırladım!"
"Açsana sesini! Neler olmuş anlayalım. Kızım kaçırıldı diyor!"
Kadın uzaktan kumandayı alıp sesi açtı. Fatma, ağlamaktan kesik kesik konuşuyordu.
"Kızımı onlar kaçırdı! Kızımı kaçırdılar! Kurban olayım, kızımı bulun bana!"
Daha sonra muhabir tekrar araya girdi, "birkaç ay önce madendeki göçükte eşini ve oğlunu kaybeden talihsiz kadın" deyince Kerem şoke oldu.
"NE? Nasıl olur? Benim niye haberim yok?"
"Benim de haberim yok Keremciğim. İnan şimdi duyuyorum. Belki tam sen hastanedeyken olmuştur. Dur bakayım internetten ne zaman olmuş? Hay Allah!....dur canım bakıyorum... "
Kadın, telefonu alıp biraz araştırınca haberleri buldu. Tarihler tam da adamcağızın kalp ameliyatı olduğu günlerdi. Ayrıca, kendi annesi de evde düşüp kalçasını kırmış, üst üste gelen aksiliklerle günlerce ev - hastane; hastane-ev arasında mekik dokumuş, sosyal medyadan, televizyondan uzak durmuşlar. Eve gelip banyo yapıp, bir şeyler atıştırıp, uyumuşlar. Hastanede refakatçi kalmışlardı.
"Evet canım tam biz hastanedeyken olmuş, sonunda biz eve geldiğimizde de haber çoktan eskimiş, gündem öyle hızla değişiyor ki ülkede, duymamış olmamız çok doğal. İnanamıyorum kadıncağız hem eşini, hem oğlunu kaybetmiş. "
Kerem, ellerini dizlerine vura vura haykırdı:
"Vah! Vah! Vah! Hüseyin! Beni kurtardın ama kendin gittin ha? Hem de oğlunla! Mekanın cennet olsun, nurlar için yatsın. Vah! Vah! Vah! Hay Allah! Hanım hemen hazırlanalım doğru Soma'ya, çiftlik evine. Kadıncağızı bu kara gününde yalnız bırakmak bana yakışmaz. Hüseyin, beni o gün göçükte hayatını tehlikeye atarak kurtarmasaydı ben şimdi yoktum. Kızı için de özel dedektif filan her ne gerekiyorsa yapalım. Bizim Metin iyi anlar o işlerden ona sorarım iyi bir dedektif tavsiye etsin. "
"Keremciğim, Serdar zaten orada, aslan gibi oğlumuz varken, senin kalkıp gitmen olmaz. Doktor istirahat verdi, stres yok dedi. Daha yeni bypass oldun; Serdar'a telefon edip durumu anlatalım. Elimizden gelen her şeyi yaparız. Çocuk halleder bizim adımıza. Dedektif de tutarız."
"Hay aklınla bin yaşa hanım. Doğru söylüyorsun. Hemen arayayım bizim oğlanı.
diyerek telefonu tuşladı ve olan biteni oğluna anlatmaya başladı. Serdar, çocukken kendisini buz gibi göle atan Yeşim'in ismini böyle trajik bir olayla yeniden duyduğunda çok şaşırdı.
Devam edecek....
Yazan: Müjde Dural
Not: Bu hikayedeki kişilerin ve kurumların gerçek kişi ve olaylarla ilgisi yoktur. İsim benzerliğidir.
Yazan: Müjde Dural
Not: Bu hikayedeki kişilerin ve kurumların gerçek kişi ve olaylarla ilgisi yoktur. İsim benzerliğidir.
Yeşim'e ne olduğunu merak ettim, devamı hemen gelir umarım . :)
YanıtlaSilGelecek:) Her hafta yeni bölüm koymaya çalışacağım.
SilMaşallah 16 bölüme gelmiş ben okuyamadım itiraf ediyorum ama en kısa zamanda hepsini okuyacağım :)
YanıtlaSilBu arada Blog Forum'da çekiliş var sizleri de davet ediyorum. Katılımlarınızı beklerim. :)
Maşallah için teşekkür ederim:) deistim ama nazara inanırım.
SilEstağfurullah, hepimiz bloglarımızda her gün veya kimi günlerde yazılar yazıyoruz. Bunların hepsi illa okunacak😂😂 diye kural yok.
Öyle mi? Çekilişler, mimler filan pek bana göre değil ne olur kusura bakmayın ama bakarım. Teşekkür ederim. :)
Olsun size çıkarsa başkasına hediye edersiniz :) Foruma verilen destek için bir çekiliş :)
Silyeşimi en son aşağı ittirmişlerdi neyim :) di mi evet yaa :) bulcak yolu çıkcak herhalde :) hadi serdar bul şu yeşimi :)
YanıtlaSilEvet aşağı itmişlerdi. :) Hadi bakalım :)
SilSenin yazdığın hikayeleri okumayı çok seviyorum biliyorsun...
YanıtlaSilKalemine sağlık Müjde Ablacım, Sevgiler çokkk :)
Çok teşekkür ediyorum Sevilciğim.
SilBenden de çok sevgiler. :)
Merhabalar.
YanıtlaSil16. Bölümü de okudum. Ancak şunu itiraf etmeliyim, bu zaman kadar okuduğum bölümlerden çok bir şey aklımda kalmıyor. Aklımda kalan tek konu Maden de çalışan Yeşim ve Serdar. Geçenlerde blog sayfanıza yaptığım ziyarette bu bölümü okumuştum. Tekrar geldim ve şöyle ne okuduğumu hatırlamaya çalıştığım da kayde değer bir şeyler hatırlayamadım ve tekrar bölüme göz atmak zorunda kaldım.
Ekrandan okumak kitap gibi değil. Ekran bizleri yoruyor. Kitaptan okuduğum şeyler daha bir kalıcı oluyor.
Hikayenin devamını artık daha önce bahsettiğiniz şekilde okumaya çalışacağım.
Kaleminize, emeğpinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Abi,
SilOkuyan gözlerinize sağlık. Ben de ekrandan uzun romanları okunmasının zor olacağını tahmin ettim, bu yüzden devam etmemeye karar vermiştim. Eski resimli özet en iyisi. Şipşak okunup bitiyor. Finali de yapmıştım. Roman olarak Wattpad okurları alışkın olduğu için okuyabiliyordu. Wattpad kapatılınca buradan devam edeyim dedim ama galiba iyi bir fikir değilmiş. Neyse yine de bugüne kadar okuyan, yorumlayan her okuruma, her blog arkadaşıma çok teşekkür ediyorum.
Güzel dilekleriniz için sağ olun Recep Abi, bil mukabele.
Selamlar, saygılar.