20 Ağustos 2025 Çarşamba

DEPRESYONDA OLMAYAN ELİNİ KALDIRSIN


Görsel kaynak(Source): Vadim Pogrobetskiy

Dün akşam sosyal medyada bir kullanıcı

" Bütün gün uyumak istiyorum, iş yapmak istemiyorum, hiçbir şeyden, film, kitap vs. zevk almıyorum. Sık sık intihar etmeyi düşünüyorum"

gibi bir cümle yazmıştı. (Yazdığının tamamını hatırlayamadım. ) Onun altına da yorum olarak belki elli kişi aynı durumda olduğunu ve sık sık intiharı düşündüklerini yazmışlardı. Ben de onlardan farksız değilim ama temizlik sevdiğim için ev işlerini yapıyorum; pasaklılığı sevmem depresyona da iyi geliyor hatta. Bir de bütün gün uyumak istemiyorum tersine erken kalkıp; erken yatıyorum. Ha, keşke uyusam da bir daha uyanmasam diyorum tabii. 

Bugün o depresyon paylaşımlarını bulup, tek tek kopyalayıp; blog sayfama yapıştırmak istedim ama bulamadım. Onu ararken bambaşka bir paylaşıma rastladım. Sonra bulamam diye resimlerini çektim ve sizlerle paylaşmak istedim.













Kaynak: Twitter (X)


Okuduysanız eminim sizler de üzülmüşsünüzdür iki, üç, yedi, sekiz yaşındaki çocuklara annelerin yaşattığı bu travmalara. Şimdi kimse, kimsenin neler yaşadığını bilmez. Her şey, herkese de anlatılmaz. Belki şaşıracaksınız ama benim rahmetli annem de paranoyak şizofren olduktan sonra hem kendine, hem de bana hayatı zehretmişti. Ölünce unuttum - aslında unutmadım hatırladıkça hâlâ çok üzülürüm - unuttum derken annemi affettim. Sonuçta o da normal bir insan olsaydı, hasta olmasaydı herhalde bana böyle şeyler yapmazdı.

Şimdi her şey bitti, olanla ölene çare yok. Ben annem tarafından psikolojik şiddet görürken daha üniversiteye yeni başlamıştım. On yedi yaş yani. Anne - baba boşanmış. Babam, başka biriyle evlenmiş. Boşanınca kaçınılmaz olarak maddi zorluklar başlamış. Böyle Avustralya'ya filan gidip (daha doğrusu kaçıp) iş bulmayı düşündüğümü hatırlıyorum. 😂😂😂 Güldüm ama o an gülmüyordum. Halim içler acısıydı. Hani dizi olsa herkes

"Ah, vah, vah!"

diyerek izler.

Şimdi 67 olunca her şey ta geçmişte kaldı. Bu arada paranoya konusunda bir psikiyatrist kadar tecrübe sahibiyim. Birebir yaşadım çünkü. Şimdi ülkenin ve ülkedeki vatandaşların haline bakınca, başka bir depresyona girdim.

"Anneler, kafayı yemiş. Evet, herkes ana - baba olmamalı. Çocuklarınıza böyle şeyler söylemeniz, onlara suçluluk duygusu yaşatmanız doğru değil. Silah zoruyla mı çocuk doğurdu bu kadınlar? Evlatlarına pislik gibi davranıyorlar.

- Boşanmaya kalkan kadınlar 40 yerinden bıçaklanıyor veya silahla vuruluyor!


- Ülkenin ormanları cayır cayır yakılıyor! Karacalar, tilkiler, kaplumbağalar, kediler, köpekler, kirpiler diri diri yanıyor.

- Uşak'ta su bitmiş! Evet; koca bir şehrin suyu bitmiş. Musluklar tısss! Su sadece akşamları ve birkaç saat ve verilecekmiş! (Düşünün bu sıcakta!) Meğer yabancı şirketlere maden arayın demişler, onlar da ormanları kesip altın madeni ararken, milyonlarca ton su kullana kullana, ormanlar kesilince yağmur da yağmaya yağmaya ülkenin suyunu bitirmişler! Sıra Manisa'da diye yazmıştı birisi Twitter'a! Burada (Ankara) da sık sık belediye aracı

"Lütfen suyu dikkatli kullanın"

diye anons yapıyor! Yine Twitter'da az önce gördüm: Bursa'nın 35 günlük suyu kalmış. Şehre su veren Nilüfer barajı tamamen kurumuş!

Kaynak: Beyşehir Su Ürünleri Koop. Bşk. Hasan Kurtu
"Beyşehir Gölü vefat etmiştir. Türkiye'nin başı sağ olsun."

- AKP denen ülkenin başına gelmiş en büyük bela, seçimle kaybettiği belediyelerde kim varsa "Hırsız" diyerek hapse attırarak o belediyeleri geri almaya uğraşıyor. Bazılarını aldı bile. Koltuğundan olmamak için pkaka'nın kucağına oturması yetmedi; CHP'yi kapatmadan rahat etmeyecek galiba. Böylece CHP'nin kazandığı tüm belediyeleri yeniden AKP'ye geçer. Adam öyle uğursuz ki, 23 yılın sonunda göller kurudu, dereler kurudu, koskoca bir şehir susuz kaldı. 

- Atatürkçü teğmenler ordudan atılırken; 40 yıllık narko-teröristlerin kucağına oturuluyor! Oturanlar da "Muhalefete oy atarsanız, pkaka'lılar su sayaçlarınızı okumaya gelecek" diyenler!

- Hastalar, hastaneye gitmeye korkuyor, doktoru SAHTE diplomalı, yanlış teşhisler gırla.

- Hastanede pkaka'dan hüküm giymiş Kürt doktor, çete kurup bebekleri öldürüyor! 

- Torbacıyı (uyuşturucu satıcısı) narkotik başkomiseri yapmışlar! Şaka değil, film değil. Gerçek!

- Depremde ölenlerin diplomalarını çalmışlar! Sahte diplomalı Mehmet Baykara, sahte inşaat mühendisi diplomasıyla birkaç tane (!) baraj inşaatı yapmış. Haber yalan değil, gerçek. Adamın bu ihalelerden aldığı para 7 sülalesine yeterken, sizler helal kazançlarla ay sonunu nasıl getireceğinizi düşünün. Altta YouTube'da NTV olarak haberin ayrıntılı videosu var. Dileyen tıklayarak, izleyebilir. 


- Derece yapanları mülakatta eliyor; çarpım tablosunu bilmeyen ama AKP ve/veya tarikat müridi / yandaşı ahlaksızı, üçkağıtçıyı makam sahibi yapıyorlar! Diğeri de bu haksızlığa dayanamayıp intihar ediyor veya öğretmen olamayıp inşaatta çalışırken düşüp ölüyor! Bunlara sebep de "türbanlı, takkeli dindar (!)AKPliler" 

- Sokakta dört kişiden biri sığınmacı, kaçak, mülteci! Bizim apartmanda iki tane vardı. Biri ailece ruh hastasıydı şükür gittiler. Öteki sessizdi o da gitti. İki apartman ötede Iraklı bir kadın var, sürekli çocuklarına bağırıyor. Çığlık çığlığa, sürekli hakaret ediyor. O çocuklar yaşarsa, sağ kalırsa kesin psikopat olacaklar. Ben iki kez polise şikayet ettim; bu çocukları o kadının elinden kurtarın dedim ama bir halta yaramamışlar ki, hâlâ aynı. Yazın camları açık sesini duyuyorum. Kışın pek duyulmuyor.

- Limonun kilosu 157 liraydı. Bir tek karpuz ucuzlamış. Bu da nasıl oluyor anlamıyorum geçen yıl dilimle satılıyordu. İsteyince ucuzlatıp, isteyince pahalandırıyorlar mı? Aklım almıyor. Tarımda bir şeyler dönüyor ama bilemiyorum. Ben çocukken yani eski Türkiye'de hiçbir şey böyle anormal pahalı değildi.


- Adalet diye bir şey kalmamış. Pazarda yürürken tipini kıskandığı çocuğu delik deşip edip öldürenlere sırf "Kürt" diye sahip çıkılıyor! Öldürenler o kadar arsız, hem suçlu, hem güçlü ki, kurbanın ailesinin nasıl buluyorsa telefonunu bulup tehdit ediyorlar, zavallı çocuğun mezarını tahrip ediyorlar! Bunlar insan mı? Daha yeni Keçiören'de yine 10 - 15 böyle Kürt hırto, kızkardeşine laf atılmasına tepki gösteren bir  genci öldürdü. Öldürenler, daha önce de birinin kulağını kesip video çekmiş, askere gidecek olan gençlere saldırmış! Bildiğin canilik. Benim artık Kürt deyince tüylerim diken diken oluyor. Kendi öz çocukları Narin'e yaptıklarını da unutmadım. Bunlar normal insan değiller. Kocası ölen kadınları kayınlarıyla evlendirmek gibi sapıkça geleneği olanlara normal insan muamelesi yapamam kimse kusura bakmasın. Irkçılıksa ırkçıyım arkadaş. Ülkemde ne Arap istiyoyrum, ne Afganlı keş, eroinman istiyorum, ne Pakistanlı tecavüzcü istiyorum, ne de cani Kürt hırto istiyorum. İstisna iyileri varsa da "İstisnalar kaideyi bozmaz" derdi üniversitedeki hocamız. "Tam tersine kuvvetlendirir" derdi.

- Güçlü, güçsüzü, haksız, haklıyı ezmeye çalışıyor! Zorbalık yapıyor! Yolda yürürken durduk yere, tanımadığı insana yumruk atan mı ararsın? Tanımadığı kadını bıçakla kesen mi? Anasını, babasını, evladını boğan mı? Herkes cinnet halinde!

- Kiralar pahalı, okumak pahalı, çoğu aile çocuğunu ilkokuldan sonra okutmuyor. Ben birebir tanığım. Alt kattaki komşum, Kürt asıllıdır, AKP seçmenidir. İki oğlunu da okutmadı. En küçüğü ilkokulda eminim o da ilkokuldan sonra bir işe koyacak. 

- Pek çok kurum hatta hastanelerin tarikatların kucağında! Sokak aralarında gözümle görüyorum okul yerine "medrese" ler türemiş! Kaç kez yazdım en üst kattaki komşumuz, kızlarını okuldan aldı, 12 yaşındaydı ve kara çarşafa soktular. Bir yıl olacak sanırım. O gün, bu gün, ufacık çocuk kara çarşafla geziyor. Oyun oynamak istese oynayamaz. Bir gün dayanamadı kara çarşafıyla karşı apartman bahçesindeki yaşıtı çocuklarla top oynadı ama bir daha oynamadı. Kızdılar herhalde. Yatılı okula gidiyormuş! Ailenin de tek kızı! Ne cesaretle, niye ufacık kızı yatılı okula verdiler? Orada neler yaşıyor o çocuk? Neler yapıyorlar bilemiyorum. 

- 23 yıl boyunca yapılan yolsuzluklar / hırsızlıklar / örtülü ödeneği talan etmeler  onlara hiç değinmiyorum bile. Bir ara kayıp 128 Milyar Dolar nerede? diye soruyordu CHP, sonuç sıfır! Kızılay'ın 43 Milyon TL si kayıptı unutuldu, MAN Adası vardı, en son şu linke bakın yasalara aykırı olarak Irak'tan petrol taşımışlar, 2 Milyar 320 Dolar taşıma ücreti almışlar, para nerede? Jersey Ada' sında buharlaşmış! (Adada AKP'ye ait bir şirket var)


- Ülkede "Şu iyi" diyebileceğim tek bir şey yok. Kediyi, köpeği, atı, eşeği işkenceyle öldürenlere hiçbir şey yapılmıyor. Sonra başka kedilere işkence yapsın diye herhalde! Beğenmediğim ABD'de barınakta kedileri öldüren adama 42 yıl hapis vermişler. (Gerçek haber yalan değil araştırdım. İsterseniz link atarım)

Ben, öğleden sonraları çirkinken güzel olan, Kezban vs. gibi eski Yeşilçam komedilerini izleyerek kaçış yaşıyorum. Bu dünyadan, bu ülkeden, bu yukarıda saydığım durumları iki saatliğine de olsa kaçıyorum. Biri bitiyor ötekini açıyorum. Bayağı bayağı kör olan kocasının evine "dadı" olarak giren, iftira kurbanı Hülya Koçyiğit'e, fakirken zengin şarkıcı olan Filiz Akın'a filan bakıyorum. 

Kısacası ülkenin hali berbat. 

Bu durumda hâlâ depresyonda olmayan varsa elini kaldırsın. 


17 Ağustos 2025 Pazar

YEŞİM (ROMAN) 24. Bölüm



Saat gecenin üçünü biraz geçiyordu. Koruda bir baykuş, iki kez "tuuut" "tuuut" diye öttü. Baykuş sesinden bahçıvanın eşi Müşkinaz'ın ödü kopardı; çünkü bunun birinin öleceğine dair işaret olduğuna inanırdı ama şu anda derin uykudaydı ve duymamıştı. 

Peyzaj mimarlarının  eli değmiş bahçede, dekoratif aydınlatmalar, çimenleri gündüz gibi fıstık yeşili gösteriyordu. Aydınlatmaların ışığından uzaktaki çimenler ise karanlıkta olduğundan simsiyahtı. Zerrin, mümkün olduğunca bu şık fenerlerden uzak, karanlık yerlerden yürümeye başladı. Hafif rüzgarla yapraklar hışırdadıkça ürperiyordu. Müştemilata geldi. Cebinden yedek anahtarı çıkarttı, sağına, soluna baktı ve kapıyı yavaşça açtı. İçeri girdi ve yine sağına, soluna bakarak sessizce kapattı. Gözünü karanlığa alıştırmak için biraz bekledi. Etrafı dinledi: Eski buzdolabının tıkırtısından başka çıt çıkmıyordu. O bile ödünü kopartmaya yetmişti. 

"Yapmam lâzım yoksa hapsi boylarım! Aslan beni harcayacak!" 

 diyor. Gözünün önüne elleri plastik kelepçeli, iki polisin arasında, başı öne eğik giderken, magazincilerin 

"Zerrin Hanım! Pişman mısınız? Zerrin Hanım! Neden öldürmek istediniz üvey kardeşinizi? Miras için mi? " 

diye mikrofonları neredeyse ağzına sokarak sorular sordukları geliyordu. Çetin'in 

 "Önce can, sonra canan!" 

demesi kulağından gitmiyordu. Belli ki, çekinmeden kendisini harcayacaktı. "Yıllarca hapislerde yatarım! Yıllarca! Ben oralarda çürürken Yeşim ve anası buraya yerleşir! Yüzme havuzumuzda yüzer! Gününü gün eder! Babamın mirasına konar! Oh! Ne ala! Ne ala! O ikisi kim oluyor? " diyordu.

Müştemilata çocukken çok gelmişti. Yatak odasının yerini biliyordu. Kapıya geldi ve kolu tuttu. Duyduğu sadece kendi kalbinin ve nefesinin sesiydi. Yavaşça araladı. İçeriden adamcağızın horultusu geliyordu. Karısı da hep şikayet ettiği migreni yüzünden yaz olmasına rağmen kafasında yün takkeyle uyuyordu. Zaten yaz sıcağında bile üşüyen yaşlı bir kadındı. Zerrin, yavaş yavaş yatağa yaklaştı, spor ayakkabı ses çıkartmıyordu. Bahçıvanın bir bacağı yorganın dışındaydı. Zerrin cebinden şırıngayı aldı ve tıpasını çıkarttı. İğneyi yaklaştırdı, nefesini tuttu. İçinden bir, iki, üç dedi tam saplayacaktı ki, adam aniden öteki tarafa döndü. Zerrin korkudan yere, yatağın yanına çömeldi. Biraz bekledi. Horlama devam ediyordu. Cesaretini topladı ve tekrar ayağa kalktı. Bacağı hâlâ açıktaydı. İğneyi pijamasının üstünden bahçıvanın bacağına sapladı. Sonra da ilacı sonuna kadar zerketti. Ne o, ne de karısı uyanmıştı. İçinden derin bir oh çekti. Hemen dışarı çıktı, kapıyı kapatmadan tekrar baktı, ikisi de aynı pozisyonda uyuyordu. Zavallı bahçıvan, insülin bacağına değer değmez Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu.

Sabah saat altı gibi bir çığlık herkesi uykusunda irkiltti. Bahçıvanın karısı bahçeye çıkmış, ağlıyor ve bağırıyordu.

"Hanımım! Yetişin n'olur! Hanımım yetişin kurban olayım!"

Ev halkı uyandı. Metin, eşi, Zerrin ve Aslan. Yardımcı kadın. Herkes eşofmanlarıyla, pijamalarıyla aşağı indiler. Zerrin dudağını ısırıyor, ağzını yüzünü büzüyordu. Annesi, camlı kapıyı açtı.

"N'oldu Müşkinazcığım? Hayırdır?"

"Hidayet nefes almıyor. Ölmüş galiba...ben ne yaparım hanımım....ben onsuz ne yaparım..."

"Aaa! Allah korusun! Kötü düşünme hemen! Bayılmıştır belki. Dur 112'yi arayayım."

"Aradım hanımım...gelecekler."

Metin bey

" Dur, ağlama Müşkinaz hanım, ben de bir bakayım."

Metin bey koşa koşa müştemilata gitti. Karısı da Müşkinaz'ın kolundan tuttu. İçeri girdiler.

"Müşkinazcığım otur sen şöyle, Zerrin kolonya getir kızım."

Zerrin kolonya getirmeye başka bir odaya gitti. Yere çöktü, iki elini başının arasına aldı.

"Allah'ım ben ne yaptım? Hidayet amcayı öldürdüm! Hidayet amcayı öldürdüm!"

diye sinir krizi geçirmeye başladı. Annesi içeriden

"Zerrin! Ner'de kaldı kolonya?"

diye bağırıyordu.

Sonunda  Zerrin yaşlı gözlerle kolonyayı getirdi. Annesi

"Ah, görüyor musun Müşkinazcığım nasıl ağlıyor, çocukluğundan beri çok sever Hidayet amcasını, bişiciği yoktur inşallah şimdi eşim gelsin söyler rahatlarız, niye hep kötü düşünüyorsun?"

"İnşallah hanımım..inşallah....ama yüzü, kolu buz gibiydi...."

"Yok..yok...Allah korusun...sana öyle gelmiştir belki...sen hep üşürsün ya..."

Ambulans geldi, Metin bey onları içeri buyur ederken, Müşkinaz ve ev halkı da oraya geldi. Az sonra görevliler çıktılar. Paramedik, Metin'e "Başınız sağ olsun" deyince, Müşkinaz, "Hidayet! " diye fevaran ederek müştemilata koştu. Herkes kadıncağızın peşinden. içeri koşup, onu teselli etmeye çalışıyordu.

24. Bölümün Sonu

15 Ağustos 2025 Cuma

TANRI OLSAYDINIZ NE YAPARDINIZ?

Bu dünyada kendi kendisine "Tanrı olsaydım şöyle, şöyle yapardım" diye akıl yürüten kullar elbet olmuştur diyorum. Alemin tek akıllısı (veya akılsızı) ben değilim ya. Allah, akıl vermiş, soru sormayı vermiş, duygular vermiş, tabii ki, Tanrı nasıl bir varlıktır? Niye şöyle yapmıyor? Niye böyle yapıyor? diye de sorarız. Soru sormak insanın elinde olmayan bir şey. Düşünüyoruz çünkü. Bir kedi, bir kuş, bir kaplumbağa olsaydık sanırım Tanrı hakkında düşünmezdik. 😐

Gelelim soruya: Sizler ne yapardınız bilemiyorum. Herkes kendi fikrini yazsın. Yazarsanız sevinirim. 

Ben de soruyu ortaya atan kişi olarak ne yapardım cevaplayayım:

1) "Başarısız oldum. Yarattığım insanlar çok kötü şeyler yapıyorlar. İstisnalar da kaideyi bozmuyor. Herkes mutsuz. Güzelim yavru kedilerin kafasını kesiyorlar! Acımasızlar."

der ve daha Ortaçağ'ı filan beklemeden pfüüüt yarattığım gibi tüm insanları ortadan kaldırırdım. Bunu yaparken de acısız bir şekilde yapardım. Yani kullarım, hiçbir şey hissetmezdi. Ruhları bile duymazdı. 

2) Sonra "Yahu, aslan, ceylanı yiyor; kutup ayısı fok balığını mideye indiriyor, kartal güvercini ham yapıyor, iyisi mi tüm hayvanları ot obur yapayım" der hepsini otobur yapardım. Güzel güzel, kardeş kardeş yaşarlardı.

Beni okuyorsan Tanrı'm henüz geç değil. Yap bir güzellik. İnsansız bir gezegen olsun. Hatta gezegenlere, birbirine çarpıp, kara deliklere dönüşen, cüce yıldız olan, paramparça olacak olan trilyonlarca galaksiye ne gerek var? Boşluk olsun. Sen koskoca yaratıcısın. İnsanlara ihtiyacın mı var? Yok. Tek başına takıl işte.




6 Ağustos 2025 Çarşamba

YEŞİM (ROMAN) 23. Bölüm


Zerrin' in başka seçeneği yoktu. Çetin'in beyaz Afyon mermerli, altın kaplama musluklu, nakışlı havlularla dolu banyosuna gitti. Kafasını suyun altına sokarak kendine gelmeye çalıştı. Şantajcısını öldürdüğü an hatta Binnur'a kumpas kurduğu an karanlık tarafa geçmişti. Ha bir cinayet, ha iki ne fark edecekti? Ama yine de tonton bahçıvan! Allah beni kahretsin! Allah, Çetin'i de kahretsin! Her şeyi yüzüne gözüne bulaştırdı. Bahçıvan konuşursa biterim! diye düşünüyordu.

Bir saat sonra ise adamın dediği hastanenin üçüncü katındaydı. Danışmaya giderek Sümeyye hemşireyi sordu. Beş, on dakika sonra üzerinde pembe üniformasıyla, türbanlı bir hemşire geldi. Zerrin, duyulmasından korkarak, alçak bir sesle kıza; 

"Çetin beyin selamını getirdim." 

diyerek, içi para dolu zarfı kimseye gösteremeye çalışarak uzatırken, hemşire de sağa, sola bakıp çabucak zarfı cebine sokarken, psikiyatristi ile randevusu olan Binnur, ikisini uzaktan gördü. Yanına gidip bir merhaba diyecekti ama gizli saklı bir şey yaptıkları o kadar belliydi ki, gitmek istemedi. İçinden

"A? Bu Zerrin değil mi? N'apıyor öyle? Hemşire de zarfı çabucak cebine attı! Allah! Allah! Çok garip."

dedi. Düğün günü, nikâh masasında bozulan sinirleri için eve gelen terapist yetmemiş bir de çok methini duyduğu bir profesöre danışacaktı. Adamcağız evlere gitmiyor sadece hastanede hasta kabul ediyordu. "ding" diye zil çaldı ve asansörün kapısı açıldı, iki kişi ve tekerlekli iskemlede bir hasta çıkınca, Binnur içeri girdi. Az sonra Zerrin, hemşireden yine gizli saklı insülini aldı. Kadın insülini enjektöre şırınga etmiş, ucunu tıpayla kapatmıştı. Kullanılmaya hazırdı. Zerrin, hastaneden çıktı, arabasına bindi. Eve gitti. Bu akşam bu işi yapmalıydı. Cem'i nasıl ortadan kaldırmıştı? Yakalanmamıştı da! Bunu da yapabilirdi. Ama Cem zaten uyuz, sinsi, pisliğin tekiydi. Yıllardır tanıdığı tonton bahçıvan Hidayet amcaya bunu nasıl yapacaktı?

"Allah kahretsin Yeşim! Allah kahretsin! Hep senin yüzünden! Nereden çıktın geldin! Ailemizin servetine, malına, mülküne ortak olmak ne demek?Sen kimsin ya? Sen kimsin? Kahrol! Niye gebermedin orada? Niye? Niye?"

diyordu.

Bu esnada Serdarlar eve varmıştı. Aydan Hanım, yolda karnımızı doyurduk demelerine rağmen onları neredeyse zorla sofraya oturttu. Fatma da, Yeşim de ev halkının kendilerine sıcacık davranmasıyla rahatladılar. Sanki 40 yıllık akrabalarıymış gibi samimi ve içten karşılamışlardı. Yolda köfte, ayran yedikleri halde onların şerefine ziyafet gibi donatılmış sofrayı görünce iştahları açıldı, çok yiyemeseler de yaprak sarmalardan  tattılar. Yeşim'in sağ salim bulunuşu şerefine yapılmış çikolatalı pastadan da yediler.

Sofrada herkes en çok bu işi kimin yaptığı hakkında konuştu. Kimsenin aklına bir isim gelmiyordu. Tam bir muammaydı. Yeşim de, Fatma da kapıda silahlı güvenlik, evde pencereler dahil alarm olduğunu duyunca çok rahatladılar. Üstelik dağ gibi üç erkek vardı. Hele Serdar'ın dedesi, Sadullah bey öyle tatlıydı ki,

" Fatma kızım, merak etme. Bu ev kale gibi korunuyor, kimse giremez. Yine de hadi diyelim ki, girdiler, Ben Kore gazisi Sadullah yüzbaşıyım. Onları kıçından vururum!"

diyerek herkesi güldürdü. Sonra da Kore anılarını anlatmaya başladı. Öyle tatlı anlatıyordu ki, daha önce de dinleyen ailesi bile ilk kez duyuyormuş gibi keyifle kulak veriyordu. Sonra aile, Yeşim'in maden işçisi olmaya nasıl karar verdiğini duymak istedi. Özellikle Serdar çok merak ediyordu. Yeşim de dergideki kadın maden işçilerinin onu nasıl etkilediğini ve sonra olanları anlattı. Konuşurken Serdar'la göz göze geldiğinde içinde kelebekler uçuyor, kaburgalarının acısı hafifliyordu. Çocukluk aşkının tam karşısında oturduğuna, onun evinde olduğuna, az sonra aynı evde uyuyacak olduğuna inanamıyor, rüya gibi geliyordu.

Yemek sonrası misafirler ebeveyn banyolu misafir odasına çekildiler. Kendi evlerinde tüp üstünde bakraçta su ısıtıyorlardı, annesinin eski evinde ise çoğu insanın hiç bilmediği, adını duymadığı odun yakılarak ısıtılan bakır banyo kazanı vardı. Fatma, musluğu açıp da, sıcacık su akınca aklına onlar geldi.

"Oy, oy, oy, musluğu açınca ıscacık su akıyo, Allah'ım gözüm yok ama konfor da ne hoş bişi. Kızım sen o mağaralardan çıktın bir güzel banyo yap, sonra da ben yıkanırım. Ondan sonra da uyu, dinlen. Doktor bir şeyin yok dedi ama ne olur, ne olmaz. Yirmi dört saat uykusuz kalmışsın."

dedi. Banyoda hem küvet, hem de duşa kabin vardı.

"Anne, ben küveti dolduracağım. Hiç küvette yıkanmadım."

deyince kadın itiraz etti.

"Olmaz kızım, ayıp olur. Misafiriz burada; kendi evimiz değil. Dünya neyim su israfı. Duşa kabinde yıkan bir güzel."

"Yaaa...anne?"

"Şştt...kızım olmaz diyosam olmaz."

dedi. Yeşim'in gözü bembeyaz küvette kaldı ama buna da şükür diyerek duşa kabine girdi. Tepesinden sıcacık su akarken, mağaradaki buz gibi suda nasıl titrediğini hatırladı. Ya ölseydi? Her şey bir mucize gibiydi. Ana, kız banyodan sonra saçlarını kuruttular. Yeşim'in gözleri kapanıyordu hâlâ çok yorgundu ve çatlak kaburgaları acıyordu. Annesi doktorun verdiği merhemi sürdü. Güzel kız, ağrı kesicisini ve kas gevşeticisini içti ve yatağa yatar yatmaz uyudu. Fatma da temiz giysilerini giyinip, aşağı indi.

"Allah razı olsun Aydan hanım, her şey için çok sağ olun. "

"Ne yaptık ki Fatmacığım, Yeşim nasıl?"

"Banyodan sonra hemen uyudu. Kaburgalarında çatlak varmış, merhem neyim sürdüm, ağrı kesici ilaçlarını da içti. Sağa, sola kıpırdadıkça çok acıyor. Elleri kırılsın, Allah'tan bulsun kızıma bunu reva görenler. "

" Ah, canım, uyusun bir güzel. Sakın sabah da erken kalkmasın. Biz dokuz, on gibi kahvaltı yapıyoruz. İyice dinlensin. Eşim zaten erken çıkıyor iş yerinde kahvaltı ediyor. Yüzünü gören cennetlik. Serdar da zavallı oğlum kendine yeni geliyor..." 

Fatma, 

"Hayırdır?"

deyince Aydan,  düğün günü başlarına gelenleri bir bir anlattı.

"Ya, işte böyle. Çocuk hemen Soma'ya çiftlik evine gitti. Sizin oradaki göl var ya, ona terapi gibi geliyor, orada bir de Nuriye teyzesi var, Serdar'ı torunu gibi sever. Orada köpeğiyle uzun yürüyüşler yaparak, gitar çalarak kendine gelmeye çalıştı. Biz psikoloğa gitmek ister misin dedik ama istemedi."

"Vah, vah, vah Aydan hanımcığım çok üzüldüm inanın. İnsan çocuğunun tahtını yapar bahtını yapamazmış. Ama ben Serdar oğlumu çok iyi gördüm. Neşesi filan yerindeydi, Allah razı olsun kızımı da o bulup hastaneye yetiştirmiş. Hiçbirinizin hakkını ödeyemeyiz."

" Aşk olsun  Fatmacığım kim olsa aynısını yapardı, ben eşimin hayatını senin rahmetli eşine borçluyum. Şükür atlattı çocuk ama Binnur'u hiç affetmeyeceğim. Neyse Fatmacığım işte böyle. Şimdi bizim Şenay hanıma söyleyeyim bir güzel çay içelim ha? "

Fatma ve Aydan, karşılıklı çay içer ve tatlı tatlı sohbet ederlerken, verandadan Serdar'ın gitarının sesi geliyordu. Evin erkekleri hanımlar rahat rahat sohbet etsin diye onları baş başa bırakmışlardı. Yeşim yukarıda deliksiz bir uykuya dalmıştı. Sağa sola kıpırdamamaya çalışıyordu yoksa kaburgaları, bıçakla kesiliyormuş gibi ağrıyor ve uykudan uyanıyordu. Serdar yolda annesini aradığı için, Sarman için bir köşeye kum kutusu koymuşlardı. Kumundan epey uzak bir yerde ise kuru maması ve temiz suyu vardı. Karnını doyurduktan ve  bol bol su içtikten sonra yatağa zıplayıp, Yeşim'in ayağının ucunda uyumaya başladı. Tüm kediler gibi seyahat etmekten, araba motor gürültüsünden ödü kopan, travma yaşayan Sarmancık, seyahatin ve yeni bir yere gelmenin stresini on, on beş gün içinde atlatacaktı.


Güneş, yavaş yavaş yedi tepeli şehrin üstünden uzaklaşırken, apartmanlar, asfalt caddeler aydınlığı gölgelerle değiş tokuş ediyordu. Denizin ufkunda turuncu, sarı, mavi, renkler birbirine karışırken akşam oldu. Birkaç saat sonra ise diziler bitmiş, gece yarısı olmuş; ay tepeye yükselmişti. Zerrin'in anne ve babası yatak odalarına çekilmişti. 

Zerrin ise ikide bir pencereye bakıp, müştemilatın ışıklarının kapanmasını bekliyordu. Nihayet beklediği oldu ve ışıklar söndü. Elleri titreyerek çantasından şırıngayı çıkarttı. Cebine koydu. Ufak çekmeceden yedek anahtarı aldı. Onu da cebine koydu. Parmak uçlarına basarak yavaşça kapıyı açtı ve odasından çıktı. Merdivenlere geldi. İki basamak inip, durup etrafı dinliyor ve arkasına bakıyordu. Duyduğu tek ses kendi nefesiydi. Neredeyse kalbinin atışlarını da duyacaktı.

23. Bölümün sonu

27 Temmuz 2025 Pazar

YEŞİM (ROMAN) 22. Bölüm

Fatma, Yeşim, Serdar, Luke ve Sarman, İstanbul'a doğru yol alırken, hem yıllar sonra mucize gibi karşılaştığı çocukluk aşkının evinde kalacak olmasının verdiği heyecan, hem de güzel manzaraları seyrede seyrede yaptığı bu ani yolculuk, Yeşim'in başına gelen korkunç olayı atlatmasına psikolojik olarak katkıda bulunuyordu. Yırtık, pırtık bir şeyler giydirilmiş korkulukların olduğu tarlalar uçsuz bucaksızdı ve güneşin altında buğdaylar parlıyordu. Beli neredeyse 90 derece bükülmüş patates toplayan, çapa sallayan şalvarlı kadınlar, uzun bacaklarıyla oraya buraya konan leylekler, kırmızı çuvallara konmuş asker gibi sıraya dizili kuru soğanlar, demir konstrüksiyon köprüden geçen yolcu treni, yanlarından gürül gürül, köpürerek akan nehir, meyilli yamaçta neredeyse suyun içine girecek kadar eğilmiş ağaçlar sonra yine tarlalar,  çam ormanları, göğe yükselen dağlar, uçsuz bucaksız ovalar...

"Anne! Ay çiçeklerine bak! Ne güzel!"

"Annen de az çapa sallamadı gençliğinde böyle tarlalarda. Öğlen acıkırdık, ayran, yeşil soğan, peynir, zeytin neyim..."

Serdar, lafa girdi.

"Sahi Fatma teyze, ayran filan deyince ben bayağı acıktım. Bursa'ya geliyoruz. Hep uğradığım bir restoran var orada mola verelim. Harika çöp şiş, ızgara köfte yapıyorlar. Karnımızı doyuralım. Luke ve Sarman'a da mama, su veririz."

"Bizde kedi maması yok ki Serdar oğlum. Biz ne yiyosak Sarman da ondan yiyo."

deyince Serdar üzüldü, mahcup oldu. İçinden bunu düşünemediğine pişman oldu. Pot kırmış gibi çok kötü hissediyordu.

"Ya şey, düşünemedim Fatma teyze kusura bakmayın, köfte veririz biz de."

"Estağfurullah oğlum, aşk olsun ne kusuru? Hem Sarman köfteye bayılır." diye güldü.

Yeşim de

"Ooo! Sarman ve köfte. En sevdiği şey!"

deyince Serdar da rahatladı. Az sonra Bursa'ya vardılar ve Serdar'ın dediği konaklama tesisinde indiler. Yeşim'i tanıyanlar olmasın diye gözlerden uzak bir masaya oturdular. Araba, gözlerinin önündeydi o yüzden Sarman'ı kedi sepetinde sıcaktan etkilenmesin diye rahatlıkla bir camını açık bıraktılar. Luke'u dışarıya bağladılar. Güzelce karınlarını doyurduktan sonra arabaya bindiler. Araç hareket ederken kediciğin yemek yemeyeceğini tahmin ediyorlardı. Stresten Sarman  hiçbir şey yemedi ama kana kana su içti. Tekrar yola koyuldular. Artık çok az yolları kalmıştı. Kerem beyin ve Aydan hanımın da gözü saatteydi. Heyecanla misafirlerini ve oğullarını bekliyorlardı. Çok güzel bir sofra kurmuşlar ve misafir odasını hazırlatmışlardı.

"Aman, yabancılık çekmesinler. Kendilerini sığıntı hissetmesinler."

diye ellerinden geleni yapıyorlardı. Yeşim konusunda da tüm çalışanları uyardılar. Kızın hayatı tehlikeye girebilirdi. Kimse ağzından en ufak laf kaçırmayacaktı. Yeşim'in orada kaldığını kimse duymayacak, bilmeyecekti.

O sırada Zerrin, Çetin'in yanına gitmişti ve kavga ediyorlardı.

"Sen öyle konuşmamıştın ama!"

"O kızın bu kadar şanslı olduğunu bilmiyordum. Ama bulamazlar bizi merak etme. Güvendeyiz. Bak bulsalar çoktan bulurlardı. Ama sen onlardan daha salak çıktın! Kahrolası bahçıvanın dibinde konuşmuşsun! N'olacak şimdi? Ya şu anda karakola gittiyse veya babana söylüyorsa?"

Zerrin, ağlayarak  Çetin'e sarıldı.

"Çetinnnnn! Yalvarırım bir şey yap! Hapislerde yatamam ben!"

"Şştt! Sus!"

diyerek adam sinir krizi geçiren kızı sertçe kendinden uzaklaştırdı. Aniden kıza olan tavırlarının değişmesine şaşmamak gerekiyordu çünkü bu alemde prensibi 

"Önce can sonra canan"dı. 

Kıza karşı ne kadar zaafı olursa olsun, onun yüzünden ipe gitmeyi göze alamazdı. Bu camiada bir yerlere gelmek kolay değildi. Geldiği yerde tutunmak daha da zordu. Poliste, adliyede bol rüşvetle kendine bağladığı adamları vardı. Yine de bir gün yakalanmayacağının garantisi yoktu. Yıllarca öğrendiği en önemli şey bu işlerde kimseye güvenilmeyeceğiydi.

"Kendine gel güzelim! Sana başında demiştim böyle şeyler risklidir diye. Şimdi madem hapse girmek istemiyorsun yaptığın hatayı temizleyeceksin. Bu bahçıvan nasıl biri?"

"Nasıl biri olacak? Kendi halinde, yaşlı, tonton bir adamcağız, üstelik kalbi var."

"Yaşlı ve kalp hastası ha! Harika o zaman güzelim. Tek yapacağın adamcağıza insülin vermek. Kimse cinayet olduğunu anlamaz bile. Ne yapalım onun da vadesi bu kadarmış derler."

"Hayır yapamam, beni çok sever, çocukluğumu bilir. Nasıl yaparım bunu Hidayet amcaya? Hem haberi olmadan nasıl insülin vereceğim ki?"

" Hiç zor değil. Adamcağız horul horul uyurken yapacaksın. Daha önce birini temizlemişsin. Bir kez daha yapman zor olmaz üstelik bu çok kolay olacak. Silah yok işin içinde. Temiz iş. Otopsi bile yapmazlar. Yok yaparlarsa ben hallederim. Sen bahçıvana insülin ver gerisini bana bırak."

Zerrin, o cinayeti Çetin'e anlattığına bin pişman oldu.

"Hayır yapamam! O pisliğin tekiydi. Bana ömür boyu şantaj yapacaktı. Öldürmeseydim babama ve Serdar'a rezil rüsva olacaktım. Serdar da tekrar Binnur'la evlenirdi ama Hidayet amca bizim emektar bahçıvanımız. Çocukken bahçenin en güzel güllerini getirir, 


'Küçük hanım bu gülleri anneniz, bunları da sizin odanız için getirdim.' 

derdi. Nasıl mutlu olurdum. Bunu ona yapamam."

"Bak ama kızıyorum Zerrin. Senin Hidayet amca konuşursa ucu bana da dokunur."

"Sen zaten hep kendini düşünüyorsun! Kahretsin! "

"Eee, ne demişler? Önce can, sonra canan."

diyen Çetin, elindeki elmayı "Hart" diye dişledi ve sırıttı. Zerrin, ağlayıp, burnunu çekip, bağırır, çağırırken o çok sakindi.

"Hem insülini nereden bulacağım? Reçetesiz satılmaz ki..."

"O da kolay. Sana söyleyeceğim hastaneye gideceksin. İkinci kata çıkacaksın. Sümeyye hemşireyi bulacaksın. Paragözün tekidir. Sana vereceğim zarfı ona verip benden selam söyleyeceksin. O sana ne gerekiyorsa temin edecek. Sonra gece olana kadar bekle, bahçıvan madem müştemilatta kalıyor sizde yedek anahtarı vardır. Yoksa da bir şekilde yaptır ama kimse çakmasın. Gece müştemilatın ışıkları sönünce, herkes uyuyunca ses çıkartmadan içeri gir. Adam uyurken koluna, bacağına, neresi kolayına gelirse iğneyi yap ve çık. Merak etme yaşlıların uykusu ağır olur."

"Aman Tanrı'm! Ya uyanırsa? Ya karısı uyanırsa?"

"Uyandırmamaya çalış!"

"Offff! Sen yapsan?"

"Hayır güzelim. Bu işi sen başıma açtın, sen temizleyeceksin. Hadi banyoya git, yüzünü, gözünü yıka. Kendine gel. Sonra doğru hastaneye git. Bu gece bu işi hallet yoksa bahçıvan her an polise gidebilir."

Zerrin içinden  "Allah, beni kahretsin! Keşke o kaset işini yapmasaydım, o mikrobu öldürmek zorunda kalmazdım. Allah beni kahretsin! Kahretsin!" diyor, dudağını kemiriyor, ne yapacağını bilemiyordu. Kolejde okurken Amerikalılara özenip basket maçlarında ponpon kızlık yapacak kadar sevimli, bayan "kahkaha" olacak kadar şen, şakrak bu kızın daha şimdiden bir cinayet işlediğini, ikinciye kiralık katil tutarak teşebbüs ettiğini öğrenci arkadaşları duysalar inanmazlardı. 

22. Bölümün sonu

19 Temmuz 2025 Cumartesi

YEŞİM (ROMAN) 21. Bölüm

Yeşim, yanaklarını şişire şişire, pişiyi yerken, Serdar, koridora çıkıp babasıyla konuşup, kızın başına gelenleri aktarınca, Kerem bey anında duruma el koydu. Eşine de sordu ve kadıncağız da iyi düşünmüşsün deyince, oğullarına planını anlattı. Yeşim'in ölmediğini televizyondan öğrenen düşmanları, yarım kalan işlerini bitirmeyi deneyebilirlerdi. Sonuçta niye kaçırıldığı bilinmiyordu. Belki takıntılı, platonik, sapık biri kaçırttı. Şimdi yine kaçırır ya da öldürebilirdi. Polis, kızcağızın hayatına kastedenleri yakalayıp hapse tıkana; tehlike tamamen ortadan kalkana kadar Yeşim'i ve annesini kendi evlerinde misafir etmeye karar vermişlerdi. 

Kerem Bey, Serdar'a planını anlattıktan sonra hemen, Yeşim'in öz babası, çok sevdiği eski ortağı ve dostu Metin'e de planını anlattı. Adamın sevinci görülmeye değerdi. Aralarında şu minvalde konuşmalar geçti:

"Allah razı olsun Keremciğim, sana anlattığım üzere kızım da, annesi de haklı olarak yardımımı kabul etmezler. Yüzümü bile görmek istemiyorlar ki, haklılar. Sizin yanınızda güvende olur. Benim de içim rahat olur. Yalnız kimse duymasın, televizyoncular, basın filan duymasın, hizmetlilere filan tembihleyin. Yerini kimse bilmesin kızımın. Ben, evdekilere bile söylemeyeceğim zaten karım kıyameti koparır. Çocukları da aleyhime doldurdu yıllardır. "

"Tabii ki...tabii ki....sen merak etme kardeşim, şimdiden tüm çalışanları tembihleyeceğim Bizim evin akıllı güvenlik sistemi var, her yer kameralı, alarm var, kapıda silahlı güvenlik var, ben varım, Serdar var, hatta babam bile 70'inde ama attığını vurur. Biliyorsun Kore gazisidir. Gözün arkada kalmasın. Sahi senin dedektif - ismini söylemiştin unuttum -  bir şey buldu mu? Hmmm?.....anladım. Tamam kardeşim telefonlaşırız yine...hoşça kal. Sen de sağol. "

Dedektif Feridun, harıl harıl dövmecileri dolaşıyor, bir ipucu yakalamaya çalışıyordu. Beyaz araç da bulunmuş ama çalıntı çıkmıştı. Serdar'ın babası ve annesi ise Fatma'yı onlarda kalmayı kabul etmesi için ikna etmeye uğraştılar. Ana, kız bu planı duyunca başta haliyle biraz tedirgin oldular. Hiç tanımadıkları, zengin bir ailenin yanında kalmak fikrine alışmaları kolay değildi. Ama Serdar'ın annesi Aydan, telefonda bile o kadar samimi, sıcacık konuşup, öyle içten davet etti ki, sonunda biraz sıkılarak da olsa teklifi kabul ettiler. Röntgenler, MR'lar, test sonuçları da iyi çıkınca, doktorlar kızı taburcu etti. Kapıda bekleşen televizyoncuları atlatmak için gizlice arka kapıdan Serdar'ın siyah jipine binip gittiler.

Önce evlerine uğradılar ve birkaç parça giysiyle iki küçük valiz yaptılar. Sarman, Yeşim'in ayaklarına dolanıyordu. Kız, çekinerek Serdar'a

"Şey, yalnız bizim kedimiz var, Sarman. O ne olacak? Annenler istemez değil mi?"

diye sorunca Serdar gülümsedi ve yanağındaki gamzeleri ortaya çıktı.

"Şaka mı yapıyorsun Yeşim? Evde kedi, köpek sevmeyen tek kişi yok. Kedini burada bırakacak değiliz herhalde. Kocaman bahçemiz var, araba çarpmış, felç olmuş veya sokaklarda doğum yapmış kediler bulur hep bizim eve getirirdim hatta dedem 'Oldu olacak bu eve Kore Gazisi Sadullah Emin'in Hayvan Barınağı adını takalım diye şaka yapardı. Benim köpeğim de kedilerle büyüdü çok sever kedileri ama kediler için aynı şeyi söyleyemeyceğim zavallı Luke hep dayak yer kedilerden. Özellikle yavruları doğunca, tıslayıp korkutur, kovalarlardı."

deyince, kız çok rahatladı. Sarman'ı kedi sepetine koydular ve önce çiftliğe uğradılar. Serdar, gitarını, laptopunu, Luke'u ve valizini aldı.  Gitarı ve Luke'u görünce, Yeşim, delikanlıyla daha önce o yağmurlu günde ve göl kıyısında resim yaparken olmak üzere iki kez karşılaştığını hatırladı. O zaman onun Serdar olduğu hiç aklına gelmemişti.  Hayat ne garip tesadüflerle doluydu.  Çocukluk aşkıyla yıllardan sonra iki kez karşılaşmış ama birbirlerini tanımamışlardı.  Şimdi ise onun evine gidiyordu.  Kalbi heyecanla atıyordu. İlkokuldayken göle attığı sıska, çelimsiz çocuk, şimdi yanağında gamzeleri ve insanın içini ısıtan ela gözleriyle çok etkileyici bir genç olmuştu. Nuriye ve kocasıyla vedalaştılar. Nuriye hanım, methini duyduğu Yeşim'i ve Fatma'yı arabada da olsa gördü,  ikisini de gözü tutmuştu. Hatta 

"Ayol, bu kız ne güzelmiş, anası da çok şeker bir kadıncağız, ay inşallah Serdarım o yılan Binnur'u tamamen unutur da, bu güzel gözlü kıza vurulur. Sen rast getir Yarabbim. O sosyetik, boya küpü tiplerden bizim Serdarımıza karı marı olmaz. Onlar o bir metre ojeli tırnaglarıyla yaprak sarma neyim saramazlar."

deyince eşi de hak verdi. Torunları gibi sevdikleri delikanlının artık mutlu olduğunu görmek istiyorlardı. Serdar ve misafirleri çiftliğin emektarları karı kocaya el sallayıp, İstanbul'a doğru yola çıkarken, Nuriye elindeki bir sürahi suyu cipin arkasından boca ederken

"Su gibi gidin, su gibi gelin!..."

diye seslendi. 

Fatma ve Yeşim, ilk kez İstanbul'u görecekleri için çok heyecanlıydılar. Yeşim, Luke'un kedi sepetindeki Sarman'ı korkutacağını düşünmüştü ama İstanbul'daki evde bebekliğinden beri kedilerle büyüyen Luke, hiç ses etmedi. Uslu uslu durdu. Sarman ise korkudan kâh tısladı, kâh miyavladı, çok mutsuz olmuştu. Kız, mümkün olduğunca konuşarak onu teselli etmeye çalıştı.

Serdar

"Merak etmeyin, eve gidelim, on güne kalmaz alışır. Yavru olunca daha çabuk alışıyorlar."

"Ay, inşallah Serdar oğlum. Miyav, miyav, miyav! Kız Sarman sus accık! Oy, içim daraldı. Ne zormuş kediyle seyahat! Bak Luke ne uslu duruyor. Sahi Serdar oğlum, hep soracağım unutuyom, Luke ne demek?"

"Çok sevdiğim bir film kahramanı Fatma teyze."

"Haaa....benim aklım ermez hiç sinemaya gitmedim ki hayatımda...."

"Sinemalara gelirse hep birlikte gideriz o zaman."

Yeşim

"Hangi film?"

diye sorunca Serdar

"Yıldız Savaşları." 

dedi gözünü yoldan ayırmadan.

"A! O mu? Ününü çok duymuştum ama gitmek kısmet olmamıştı. Anne, gideriz değil mi?"

"Siz ikiniz gidersiniz kızım, siz gençsiniz, benim neyime Yıldız Savaşları, Mıldız Savaşları. Ben televizyonda eski Türk filmlerini seviyorum, böyle Ediz Hun, Filiz Akın, Türkan Şoray. Cüneyt Arkın..." 

deyince Serdar o kadar güzel

"N'ayır n'olamaz!"

dedi ki,  üçü de güldüler. 

Yeşim'in başına gelenler, kaçırılması, aranması, bulunması, Serdar'ın  nikâh töreninde olan şoke edici olayı unutmasına neden olmuştu. Bu kötü olayın tek iyi yanı da buydu. 

21. Bölümün Sonu


11 Temmuz 2025 Cuma

BİR ŞEYİ ASLA UNUTMAYIN

Dincilerin (dindarların değil) dini, imanı paradır.

Dinciler (dindarlar değil) Allah'a değil; paraya tapar.

Dincilerin (dindarların değil) gözbebeklerine bakarsanız $$$$$$$$$, Euro görürsünüz.








Kaynak: Menzil'deki miras kavgası büyüyor


Üşendim tek link verdim. Basında çıkan haberlere  2 saniye göz atınca, 10 Milyarlık vurgunlardan söz ediliyor! Müritlerin birbirine bıçak çektiği anlatılıyor. Dedim ya link vermeye üşendim. Böyle onlarca link var. İnternette 

"Menzil miras kavgası"  yazıp tıklayın, okursunuz.


Tarikatın başındaki dinci ölünce, dört kardeş (durun siz kardeşsiniz!) birbirine girmiş! Müritler birbirini bıçaklamış! Yaralananlar olmuş. Paylaşım kavgası ta Almanya'ya yayılmış! Her yerde, her ülkede müritleri var! Paranın kokusunu alan bunlara katılıyor zaar. Astronomik fiyatlı arabalarda geziyorlar. Bu değirmenin suyu nereden geliyor bilemiyorum. Herhalde AKP'li belediyelerden geliyordu.

A! Ne ayıp! Hani Müslüman bir lokma, bir hırka idi?


Yıllar önce de dinci parti olarak Milli Selamet Partisi ( Z kuşağı bilmez o zaman dünyaya gelmemişlerdi. Yaşı, yaşıma yakın olanlar bilir.) Şimdi oğlu, Refah Partisi diye devam ettiriyor. İşte Erbakan da milyarlık hırsızlıkla ilgili hüküm bile giymişti ama bir başka dinci olan Abdullah Gül tarafından affedilmişti. Erbakan ölünce, kız kardeşi


"Abim bizden servet kaçırıyor!"


diye abisini mahkemeye vermişti. (Bunlar internette mevcut. Sonra herhalde parada anlaştılar; kız da babasının "kahrolsun" dediği, İsrail'in dostu, dayısı ABD'ye yerleşti! Tam dincilere uygun bir özellik. Bunlar ülkede "Müslüman Noel kutlamaz! Ah! Gazze, vah Gazze, kahrol ABD! " diye bağırır, CocaCola almayın diye paylaşımlar yapar; yeterli paraya kavuşunca, soluğu Hristiyan Amerika'da alırlar. E, şimdinin Fetöcüsü, geçmişin "Muhterem (!) hoca efendisi (!) diye sümüklü mendillerinin koklandığı Feto da Müslüman bir ülke değil, Noel kutlanan, laik, eşcinsellerin evlenebildiği, su gibi içki içildiği, Hristiyan Amerika'da yaşamıyor muydu?


Bazen bana "Niye deistsin?" diye soruyorlar.


Cevabı belli. Din, deyince aklıma bu gözlerinde $$$$ yanan sönen utanmazlar, Kuran kurslarında, tarikat yurtlarında, dini vakıfların karanlık odalarında, kiliselerde, dini her yerde (havrası, kilisesi, katedrali, tarikatı) tecavüze uğrayan, uyuşturulan çoluk çocuk, kendini asan zavallı kurbanlar ve Jim Jones gibi 900 kişinin intiharına sebep olan manyaklar, "Manson Ailesi" diye uyuşturucu tarikatı kuran manyakların cinayetleri, karnında neredeyse 9 aylık olan bebeğiyle güzelim Sharon Tate' i katletmeleri, Hizbullahçıların cinayetlerini, zavallı kurbanlarını (bir tanesi hiç unutmam ismi Gonca Kuriş olan, dört çocuk anası bir kadındı, bilmemiş, aptallığından kendi ayağıyla bunlara katılmış; bedeli işkenceyle öldürülmesi oldu) evlerin betonlarının altına gömmeleri geliyor. Yaratıcı ile arama başka kimseyi (buna peygamber olduklarını iddia edenler dahil)sokmamayı seçtim ben. O yüzden deistim. Ateist değilim. Yani, bir yaratıcıya inanıyorum ama o yaratıcının biz insanlarla, dünya dediğimiz gezegenimizle ilgilendiğini düşünmüyorum. (Keşke ilgilenseydi, mutlu olurdum)


Siz, siz olun dincilerin dininin, imanının PARA olduğunu sakın unutmayın. Çoluk çocuğunuzu da dincilerden uzak tutun. Size,  benim gibi deist olun demiyorum. Herkesin kendi aklı var. Dediğim şu: Namaz kılacaksanız kendi kendinize kılın, abdestinizi kendi banyonuzda alın, oruç tutacaksanız kendi kendinize tutun, Hac'ca gidecekseniz kendi kendinize (ve ailenizle) gidin, dinle ilgili ne ritüeller, uygulamalar yapıyorsanız kendi kendinize yerine getirin. Tanrı ile aranıza acenta, başka akıl, şeyh, meyh, efendi, hazret vs. üçüncü kişiler, aracılar, tefeciler sokmayın.