27 Temmuz 2025 Pazar

YEŞİM (ROMAN) 22. Bölüm

Fatma, Yeşim, Serdar, Luke ve Sarman, İstanbul'a doğru yol alırken, hem yıllar sonra mucize gibi karşılaştığı çocukluk aşkının evinde kalacak olmasının verdiği heyecan, hem de güzel manzaraları seyrede seyrede yaptığı bu ani yolculuk, Yeşim'in başına gelen korkunç olayı atlatmasına psikolojik olarak katkıda bulunuyordu. Yırtık, pırtık bir şeyler giydirilmiş korkulukların olduğu tarlalar uçsuz bucaksızdı ve güneşin altında buğdaylar parlıyordu. Beli neredeyse 90 derece bükülmüş patates toplayan, çapa sallayan şalvarlı kadınlar, uzun bacaklarıyla oraya buraya konan leylekler, kırmızı çuvallara konmuş asker gibi sıraya dizili kuru soğanlar, demir konstrüksiyon köprüden geçen yolcu treni, yanlarından gürül gürül, köpürerek akan nehir, meyilli yamaçta neredeyse suyun içine girecek kadar eğilmiş ağaçlar sonra yine tarlalar,  çam ormanları, göğe yükselen dağlar, uçsuz bucaksız ovalar...

"Anne! Ay çiçeklerine bak! Ne güzel!"

"Annen de az çapa sallamadı gençliğinde böyle tarlalarda. Öğlen acıkırdık, ayran, yeşil soğan, peynir, zeytin neyim..."

Serdar, lafa girdi.

"Sahi Fatma teyze, ayran filan deyince ben bayağı acıktım. Bursa'ya geliyoruz. Hep uğradığım bir restoran var orada mola verelim. Harika çöp şiş, ızgara köfte yapıyorlar. Karnımızı doyuralım. Luke ve Sarman'a da mama, su veririz."

"Bizde kedi maması yok ki Serdar oğlum. Biz ne yiyosak Sarman da ondan yiyo."

deyince Serdar üzüldü, mahcup oldu. İçinden bunu düşünemediğine pişman oldu. Pot kırmış gibi çok kötü hissediyordu.

"Ya şey, düşünemedim Fatma teyze kusura bakmayın, köfte veririz biz de."

"Estağfurullah oğlum, aşk olsun ne kusuru? Hem Sarman köfteye bayılır." diye güldü.

Yeşim de

"Ooo! Sarman ve köfte. En sevdiği şey!"

deyince Serdar da rahatladı. Az sonra Bursa'ya vardılar ve Serdar'ın dediği konaklama tesisinde indiler. Yeşim'i tanıyanlar olmasın diye gözlerden uzak bir masaya oturdular. Araba, gözlerinin önündeydi o yüzden Sarman'ı kedi sepetinde sıcaktan etkilenmesin diye rahatlıkla bir camını açık bıraktılar. Luke'u dışarıya bağladılar. Güzelce karınlarını doyurduktan sonra arabaya bindiler. Araç hareket ederken kediciğin yemek yemeyeceğini tahmin ediyorlardı. Stresten Sarman  hiçbir şey yemedi ama kana kana su içti. Tekrar yola koyuldular. Artık çok az yolları kalmıştı. Kerem beyin ve Aydan hanımın da gözü saatteydi. Heyecanla misafirlerini ve oğullarını bekliyorlardı. Çok güzel bir sofra kurmuşlar ve misafir odasını hazırlatmışlardı.

"Aman, yabancılık çekmesinler. Kendilerini sığıntı hissetmesinler."

diye ellerinden geleni yapıyorlardı. Yeşim konusunda da tüm çalışanları uyardılar. Kızın hayatı tehlikeye girebilirdi. Kimse ağzından en ufak laf kaçırmayacaktı. Yeşim'in orada kaldığını kimse duymayacak, bilmeyecekti.

O sırada Zerrin, Çetin'in yanına gitmişti ve kavga ediyorlardı.

"Sen öyle konuşmamıştın ama!"

"O kızın bu kadar şanslı olduğunu bilmiyordum. Ama bulamazlar bizi merak etme. Güvendeyiz. Bak bulsalar çoktan bulurlardı. Ama sen onlardan daha salak çıktın! Kahrolası bahçıvanın dibinde konuşmuşsun! N'olacak şimdi? Ya şu anda karakola gittiyse veya babana söylüyorsa?"

Zerrin, ağlayarak  Çetin'e sarıldı.

"Çetinnnnn! Yalvarırım bir şey yap! Hapislerde yatamam ben!"

"Şştt! Sus!"

diyerek adam sinir krizi geçiren kızı sertçe kendinden uzaklaştırdı. Aniden kıza olan tavırlarının değişmesine şaşmamak gerekiyordu çünkü bu alemde prensibi 

"Önce can sonra canan"dı. 

Kıza karşı ne kadar zaafı olursa olsun, onun yüzünden ipe gitmeyi göze alamazdı. Bu camiada bir yerlere gelmek kolay değildi. Geldiği yerde tutunmak daha da zordu. Poliste, adliyede bol rüşvetle kendine bağladığı adamları vardı. Yine de bir gün yakalanmayacağının garantisi yoktu. Yıllarca öğrendiği en önemli şey bu işlerde kimseye güvenilmeyeceğiydi.

"Kendine gel güzelim! Sana başında demiştim böyle şeyler risklidir diye. Şimdi madem hapse girmek istemiyorsun yaptığın hatayı temizleyeceksin. Bu bahçıvan nasıl biri?"

"Nasıl biri olacak? Kendi halinde, yaşlı, tonton bir adamcağız, üstelik kalbi var."

"Yaşlı ve kalp hastası ha! Harika o zaman güzelim. Tek yapacağın adamcağıza insülin vermek. Kimse cinayet olduğunu anlamaz bile. Ne yapalım onun da vadesi bu kadarmış derler."

"Hayır yapamam, beni çok sever, çocukluğumu bilir. Nasıl yaparım bunu Hidayet amcaya? Hem haberi olmadan nasıl insülin vereceğim ki?"

" Hiç zor değil. Adamcağız horul horul uyurken yapacaksın. Daha önce birini temizlemişsin. Bir kez daha yapman zor olmaz üstelik bu çok kolay olacak. Silah yok işin içinde. Temiz iş. Otopsi bile yapmazlar. Yok yaparlarsa ben hallederim. Sen bahçıvana insülin ver gerisini bana bırak."

Zerrin, o cinayeti Çetin'e anlattığına bin pişman oldu.

"Hayır yapamam! O pisliğin tekiydi. Bana ömür boyu şantaj yapacaktı. Öldürmeseydim babama ve Serdar'a rezil rusva olacaktım. Serdar da tekrar Binnur'la evlenirdi ama Hidayet amca bizim emektar bahçıvanımız. Çocukken bahçenin en güzel güllerini getirir, 


'Küçük hanım bu gülleri anneniz, bunları da sizin odanız için getirdim.' 

derdi. Nasıl mutlu olurdum. Bunu ona yapamam."

"Bak ama kızıyorum Zerrin. Senin Hidayet amca konuşursa ucu bana da dokunur."

"Sen zaten hep kendini düşünüyorsun! Kahretsin! "

"Eee, ne demişler? Önce can, sonra canan."

diyen Çetin, elindeki elmayı "Hart" diye dişledi ve sırıttı. Zerrin, ağlayıp, burnunu çekip, bağırır, çağırırken o çok sakindi.

"Hem insülini nereden bulacağım? Reçetesiz satılmaz ki..."

"O da kolay. Sana söyleyeceğim hastaneye gideceksin. İkinci kata çıkacaksın. Sümeyye hemşireyi bulacaksın. Paragözün tekidir. Sana vereceğim zarfı ona verip benden selam söyleyeceksin. O sana ne gerekiyorsa temin edecek. Sonra gece olana kadar bekle, bahçıvan madem müştemilatta kalıyor sizde yedek anahtarı vardır. Yoksa da bir şekilde yaptır ama kimse çakmasın. Gece müştemilatın ışıkları sönünce, herkes uyuyunca ses çıkartmadan içeri gir. Adam uyurken koluna, bacağına, neresi kolayına gelirse iğneyi yap ve çık. Merak etme yaşlıların uykusu ağır olur."

"Aman Tanrı'm! Ya uyanırsa? Ya karısı uyanırsa?"

"Uyandırmamaya çalış!"

"Offff! Sen yapsan?"

"Hayır güzelim. Bu işi sen başıma açtın, sen temizleyeceksin. Hadi banyoya git, yüzünü, gözünü yıka. Kendine gel. Sonra doğru hastaneye git. Bu gece bu işi hallet yoksa bahçıvan her an polise gidebilir."

Zerrin içinden  "Allah, beni kahretsin! Keşke o kaset işini yapmasaydım, o mikrobu öldürmek zorunda kalmazdım. Allah beni kahretsin! Kahretsin!" diyor, dudağını kemiriyor, ne yapacağını bilemiyordu. Kolejde okurken Amerikalılara özenip basket maçlarında ponpon kızlık yapacak kadar sevimli, bayan "kahkaha" olacak kadar şen, şakrak bu kızın daha şimdiden bir cinayet işlediğini, ikinciye kiralık katil tutarak teşebbüs ettiğini öğrenci arkadaşları duysalar inanmazlardı. 

22. Bölümün sonu

19 Temmuz 2025 Cumartesi

YEŞİM (ROMAN) 21. Bölüm

Yeşim, yanaklarını şişire şişire, pişiyi yerken, Serdar, koridora çıkıp babasıyla konuşup, kızın başına gelenleri aktarınca, Kerem bey anında duruma el koydu. Eşine de sordu ve kadıncağız da iyi düşünmüşsün deyince, oğullarına planını anlattı. Yeşim'in ölmediğini televizyondan öğrenen düşmanları, yarım kalan işlerini bitirmeyi deneyebilirlerdi. Sonuçta niye kaçırıldığı bilinmiyordu. Belki takıntılı, platonik, sapık biri kaçırttı. Şimdi yine kaçırır ya da öldürebilirdi. Polis, kızcağızın hayatına kastedenleri yakalayıp hapse tıkana; tehlike tamamen ortadan kalkana kadar Yeşim'i ve annesini kendi evlerinde misafir etmeye karar vermişlerdi. 

Kerem Bey, Serdar'a planını anlattıktan sonra hemen, Yeşim'in öz babası, çok sevdiği eski ortağı ve dostu Metin'e de planını anlattı. Adamın sevinci görülmeye değerdi. Aralarında şu minvalde konuşmalar geçti:

"Allah razı olsun Keremciğim, sana anlattığım üzere kızım da, annesi de haklı olarak yardımımı kabul etmezler. Yüzümü bile görmek istemiyorlar ki, haklılar. Sizin yanınızda güvende olur. Benim de içim rahat olur. Yalnız kimse duymasın, televizyoncular, basın filan duymasın, hizmetlilere filan tembihleyin. Yerini kimse bilmesin kızımın. Ben, evdekilere bile söylemeyeceğim zaten karım kıyameti koparır. Çocukları da aleyhime doldurdu yıllardır. "

"Tabii ki...tabii ki....sen merak etme kardeşim, şimdiden tüm çalışanları tembihleyeceğim Bizim evin akıllı güvenlik sistemi var, her yer kameralı, alarm var, kapıda silahlı güvenlik var, ben varım, Serdar var, hatta babam bile 70'inde ama attığını vurur. Biliyorsun Kore gazisidir. Gözün arkada kalmasın. Sahi senin dedektif - ismini söylemiştin unuttum -  bir şey buldu mu? Hmmm?.....anladım. Tamam kardeşim telefonlaşırız yine...hoşça kal. Sen de sağol. "

Dedektif Feridun, harıl harıl dövmecileri dolaşıyor, bir ipucu yakalamaya çalışıyordu. Beyaz araç da bulunmuş ama çalıntı çıkmıştı. Serdar'ın babası ve annesi ise Fatma'yı onlarda kalmayı kabul etmesi için ikna etmeye uğraştılar. Ana, kız bu planı duyunca başta haliyle biraz tedirgin oldular. Hiç tanımadıkları, zengin bir ailenin yanında kalmak fikrine alışmaları kolay değildi. Ama Serdar'ın annesi Aydan, telefonda bile o kadar samimi, sıcacık konuşup, öyle içten davet etti ki, sonunda biraz sıkılarak da olsa teklifi kabul ettiler. Röntgenler, MR'lar, test sonuçları da iyi çıkınca, doktorlar kızı taburcu etti. Kapıda bekleşen televizyoncuları atlatmak için gizlice arka kapıdan Serdar'ın siyah jipine binip gittiler.

Önce evlerine uğradılar ve birkaç parça giysiyle iki küçük valiz yaptılar. Sarman, Yeşim'in ayaklarına dolanıyordu. Kız, çekinerek Serdar'a

"Şey, yalnız bizim kedimiz var, Sarman. O ne olacak? Annenler istemez değil mi?"

diye sorunca Serdar gülümsedi ve yanağındaki gamzeleri ortaya çıktı.

"Şaka mı yapıyorsun Yeşim? Evde kedi, köpek sevmeyen tek kişi yok. Kedini burada bırakacak değiliz herhalde. Kocaman bahçemiz var, araba çarpmış, felç olmuş veya sokaklarda doğum yapmış kediler bulur hep bizim eve getirirdim hatta dedem 'Oldu olacak bu eve Kore Gazisi Sadullah Emin'in Hayvan Barınağı adını takalım diye şaka yapardı. Benim köpeğim de kedilerle büyüdü çok sever kedileri ama kediler için aynı şeyi söyleyemeyceğim zavallı Luke hep dayak yer kedilerden. Özellikle yavruları doğunca, tıslayıp korkutur, kovalarlardı."

deyince, kız çok rahatladı. Sarman'ı kedi sepetine koydular ve önce çiftliğe uğradılar. Serdar, gitarını, laptopunu, Luke'u ve valizini aldı.  Gitarı ve Luke'u görünce, Yeşim, delikanlıyla daha önce o yağmurlu günde ve göl kıyısında resim yaparken olmak üzere iki kez karşılaştığını hatırladı. O zaman onun Serdar olduğu hiç aklına gelmemişti.  Hayat ne garip tesadüflerle doluydu.  Çocukluk aşkıyla yıllardan sonra iki kez karşılaşmış ama birbirlerini tanımamışlardı.  Şimdi ise onun evine gidiyordu.  Kalbi heyecanla atıyordu. İlkokuldayken göle attığı sıska, çelimsiz çocuk, şimdi yanağında gamzeleri ve insanın içini ısıtan ela gözleriyle çok etkileyici bir genç olmuştu. Nuriye ve kocasıyla vedalaştılar. Nuriye hanım, methini duyduğu Yeşim'i ve Fatma'yı arabada da olsa gördü,  ikisini de gözü tutmuştu. Hatta 

"Ayol, bu kız ne güzelmiş, anası da çok şeker bir kadıncağız, ay inşallah Serdarım o yılan Binnur'u tamamen unutur da, bu güzel gözlü kıza vurulur. Sen rast getir Yarabbim. O sosyetik, boya küpü tiplerden bizim Serdarımıza karı marı olmaz. Onlar o bir metre ojeli tırnaglarıyla yaprak sarma neyim saramazlar."

deyince eşi de hak verdi. Torunları gibi sevdikleri delikanlının artık mutlu olduğunu görmek istiyorlardı. Serdar ve misafirleri çiftliğin emektarları karı kocaya el sallayıp, İstanbul'a doğru yola çıkarken, Nuriye elindeki bir sürahi suyu cipin arkasından boca ederken

"Su gibi gidin, su gibi gelin!..."

diye seslendi. 

Fatma ve Yeşim, ilk kez İstanbul'u görecekleri için çok heyecanlıydılar. Yeşim, Luke'un kedi sepetindeki Sarman'ı korkutacağını düşünmüştü ama İstanbul'daki evde bebekliğinden beri kedilerle büyüyen Luke, hiç ses etmedi. Uslu uslu durdu. Sarman ise korkudan kâh tısladı, kâh miyavladı, çok mutsuz olmuştu. Kız, mümkün olduğunca konuşarak onu teselli etmeye çalıştı.

Serdar

"Merak etmeyin, eve gidelim, on güne kalmaz alışır. Yavru olunca daha çabuk alışıyorlar."

"Ay, inşallah Serdar oğlum. Miyav, miyav, miyav! Kız Sarman sus accık! Oy, içim daraldı. Ne zormuş kediyle seyahat! Bak Luke ne uslu duruyor. Sahi Serdar oğlum, hep soracağım unutuyom, Luke ne demek?"

"Çok sevdiğim bir film kahramanı Fatma teyze."

"Haaa....benim aklım ermez hiç sinemaya gitmedim ki hayatımda...."

"Sinemalara gelirse hep birlikte gideriz o zaman."

Yeşim

"Hangi film?"

diye sorunca Serdar

"Yıldız Savaşları." 

dedi gözünü yoldan ayırmadan.

"A! O mu? Ününü çok duymuştum ama gitmek kısmet olmamıştı. Anne, gideriz değil mi?"

"Siz ikiniz gidersiniz kızım, siz gençsiniz, benim neyime Yıldız Savaşları, Mıldız Savaşları. Ben televizyonda eski Türk filmlerini seviyorum, böyle Ediz Hun, Filiz Akın, Türkan Şoray. Cüneyt Arkın..." 

deyince Serdar o kadar güzel

"N'ayır n'olamaz!"

dedi ki,  üçü de güldüler. 

Yeşim'in başına gelenler, kaçırılması, aranması, bulunması, Serdar'ın  nikâh töreninde olan şoke edici olayı unutmasına neden olmuştu. Bu kötü olayın tek iyi yanı da buydu. 

21. Bölümün Sonu


11 Temmuz 2025 Cuma

BİR ŞEYİ ASLA UNUTMAYIN

Dincilerin (dindarların değil) dini, imanı paradır.

Dinciler (dindarlar değil) Allah'a değil; paraya tapar.

Dincilerin (dindarların değil) gözbebeklerine bakarsanız $$$$$$$$$, Euro görürsünüz.








Kaynak: Menzil'deki miras kavgası büyüyor


Üşendim tek link verdim. Basında çıkan haberlere  2 saniye göz atınca, 10 Milyarlık vurgunlardan söz ediliyor! Müritlerin birbirine bıçak çektiği anlatılıyor. Dedim ya link vermeye üşendim. Böyle onlarca link var. İnternette 

"Menzil miras kavgası"  yazıp tıklayın, okursunuz.


Tarikatın başındaki dinci ölünce, dört kardeş (durun siz kardeşsiniz!) birbirine girmiş! Müritler birbirini bıçaklamış! Yaralananlar olmuş. Paylaşım kavgası ta Almanya'ya yayılmış! Her yerde, her ülkede müritleri var! Paranın kokusunu alan bunlara katılıyor zaar. Astronomik fiyatlı arabalarda geziyorlar. Bu değirmenin suyu nereden geliyor bilemiyorum. Herhalde AKP'li belediyelerden geliyordu.

A! Ne ayıp! Hani Müslüman bir lokma, bir hırka idi?


Yıllar önce de dinci parti olarak Milli Selamet Partisi ( Z kuşağı bilmez o zaman dünyaya gelmemişlerdi. Yaşı, yaşıma yakın olanlar bilir.) Şimdi oğlu, Refah Partisi diye devam ettiriyor. İşte Erbakan da milyarlık hırsızlıkla ilgili hüküm bile giymişti ama bir başka dinci olan Abdullah Gül tarafından affedilmişti. Erbakan ölünce, kız kardeşi


"Abim bizden servet kaçırıyor!"


diye abisini mahkemeye vermişti. (Bunlar internette mevcut. Sonra herhalde parada anlaştılar; kız da babasının "kahrolsun" dediği, İsrail'in dostu, dayısı ABD'ye yerleşti! Tam dincilere uygun bir özellik. Bunlar ülkede "Müslüman Noel kutlamaz! Ah! Gazze, vah Gazze, kahrol ABD! " diye bağırır, CocaCola almayın diye paylaşımlar yapar; yeterli paraya kavuşunca, soluğu Hristiyan Amerika'da alırlar. E, şimdinin Fetöcüsü, geçmişin "Muhterem (!) hoca efendisi (!) diye sümüklü mendillerinin koklandığı Feto da Müslüman bir ülke değil, Noel kutlanan, laik, eşcinsellerin evlenebildiği, su gibi içki içildiği, Hristiyan Amerika'da yaşamıyor muydu?


Bazen bana "Niye deistsin?" diye soruyorlar.


Cevabı belli. Din, deyince aklıma bu gözlerinde $$$$ yanan sönen utanmazlar, Kuran kurslarında, tarikat yurtlarında, dini vakıfların karanlık odalarında, kiliselerde, dini her yerde (havrası, kilisesi, katedrali, tarikatı) tecavüze uğrayan, uyuşturulan çoluk çocuk, kendini asan zavallı kurbanlar ve Jim Jones gibi 900 kişinin intiharına sebep olan manyaklar, "Manson Ailesi" diye uyuşturucu tarikatı kuran manyakların cinayetleri, karnında neredeyse 9 aylık olan bebeğiyle güzelim Sharon Tate' i katletmeleri, Hizbullahçıların cinayetlerini, zavallı kurbanlarını (bir tanesi hiç unutmam ismi Gonca Kuriş olan, dört çocuk anası bir kadındı, bilmemiş, aptallığından kendi ayağıyla bunlara katılmış; bedeli işkenceyle öldürülmesi oldu) evlerin betonlarının altına gömmeleri geliyor. Yaratıcı ile arama başka kimseyi (buna peygamber olduklarını iddia edenler dahil)sokmamayı seçtim ben. O yüzden deistim. Ateist değilim. Yani, bir yaratıcıya inanıyorum ama o yaratıcının biz insanlarla, dünya dediğimiz gezegenimizle ilgilendiğini düşünmüyorum. (Keşke ilgilenseydi, mutlu olurdum)


Siz, siz olun dincilerin dininin, imanının PARA olduğunu sakın unutmayın. Çoluk çocuğunuzu da dincilerden uzak tutun. Size,  benim gibi deist olun demiyorum. Herkesin kendi aklı var. Dediğim şu: Namaz kılacaksanız kendi kendinize kılın, abdestinizi kendi banyonuzda alın, oruç tutacaksanız kendi kendinize tutun, Hac'ca gidecekseniz kendi kendinize (ve ailenizle) gidin, dinle ilgili ne ritüeller, uygulamalar yapıyorsanız kendi kendinize yerine getirin. Tanrı ile aranıza acenta, başka akıl, şeyh, meyh, efendi, hazret vs. üçüncü kişiler, aracılar, tefeciler sokmayın. 


3 Temmuz 2025 Perşembe

YEŞİM (ROMAN) - 20. Bölüm


Aynı saatlerde, İstanbul'daki Haznedaroğlu malikânesinde, Zerrin, annesi ve kardeşiyle kahvaltı yapıyordu. Babası çoktan işe gitmişti. Salonun duvarındaki büyük tv ekranında doktorlu programlardan biri vardı, romatizma üzerine konuşuyorlardı ki, stüdyodaki sunucunun kulaklığına bir haber geldi ve kadın,

"Doktor bey, özür dilerim....ee, bir dakikalığına sözünüzü keseceğim, eee...şimdi çok güzel bir haber aldık sevgili izleyiciler, Soma'daki kayıp madenci kız Yeşim Özbey sağ salim bulunmuş. Hepimizin ve ailesinin gözü aydın. Evet...güzel haberi de izleyicilerimize verdik, şimdi doktor bey yeniden konumuza dönebiliriz. Fazla kilonun romatizmaya etkisi diyordunuz...."

deyince, Zerrin, şoke oldu, 


elindeki portakal suyu dolu kadehi düşürdü. Bardak tuz buz oldu.

Babası, bu tuhaf tepkiyi göremediği için şüphelenmedi. Sevmeden evlendiği ve hep dırdır eden karısının yüzünü görmemek için her sabah erkenden iş yerine gidip orada kahvaltı ediyordu. Annesi şaşırdı.

"A! Nazar! Nazar! Nazar çıktı. Sümbül hanım!"

"Buyurun?"

"Kızım hemen topla cam kırıklarını birine batmasın...."

"Tamam...." diyen kadın bir koşu gidip, fırça ve faraşla geldi. Zerrin dudağını ısırıyor, ağzını eğip büzüyordu.

"Kızım, tamam, üzülme aaa, yüzün bembeyaz olmuş; alt tarafı bir bardak. Nazar bu nazar. Cana gelmesin, mala gelsin. "

Kardeşi Aslan da haberi duymuştu. Yüzü sarardı. Bu işin sonunda ablasıyla birlikte hapsi boylarlarsa diye ödü kopuyordu. Ama annesi, televizyondaki romatizma programına baktığından iki çocuğun tuhaf tepkisini farkedemedi. Sümbül, kırıkları götürürken seslendi:

"Sümbülcüğüm, bir bardak portakal suyu daha getir canım."

"Hemen....."

"Ya istemiyorum anne, gerek yok."

" Kızım! Aa! Üniversiteye hazırlanıyorsun. C vitamini bana değil asıl sana lâzım. Getir sen Sümbül, ona bakma. Üniversiteyi bir kazan valla bu stres, gerginlik beni bile yordu bir güzel tatile çıkalım. Bodrum olur hatta İtalya filan olur yoksa Miami'ye mi gitsek? Ne dersiniz çocuklar? Valla ne güzel olur değil mi? Hıı? "

xxx

Serdar, arabada sıcaktan bayılmasın ve karnını doyursun, dinlensin diye Luke'u çiftliğe bırakmaya gittiğinde, Yeşim, gözlerini açtı. Yanındaki küçük sandalyede annesi oturuyordu. Şükür üstüne şükrederken, kızına oraya nasıl geldiğini sordu. Yeşim'in en son hatırladığı can havliyle kazma salladığıydı. Sonrasını anımsamıyordu. Annesi gülümsedi,

" Seni Serdar bulmuş güzel kızım. Hemen ambulans çağırmış. Allah razı olsun."

"Serdar derken?"

" Kızım, hani madenin eski ortağı Kerem beyin oğlu var ya? Sadullah beyin torunu. Kız, hani sen çocukken göle attıydın ya, o Serdar işte!"

Yeşim'in yeşil gözleri şaşkınlıkla açıldı. Bir daha hiç karşılaşacağını sanmadığı çocukluk aşkı Serdar ha? Bazen onunla tekrar karşılaşmayı hayal etmişti ama bu şekilde olacağı hiç aklına gelmemişti. Sıçan gibi sırılsıklam! Üstünde madenci tulumu! Aman Tanrı'm! diyordu içinden. 

xxx

O sırada Sümbül, portakal suyunu getirip tekrar çıktı. Kız, annesinin tatil planlarına tek söz etmeyip,  ikinci kez portakal suyu getiren Sümbül'e bir teşekkür bile etmeyince, onun yerine annesi teşekkür etti. Zerrin'in aklı Yeşim'in bulunmasındaydı, portakal suyu filan düşünecek durumda değildi. İçinden

"Allah kahretsin Çetin! Allah kahretsin seni! Hani kızı yolumdan çekmiştin? İnşallah ucu bana dokunmaz. Allah kahretsin! Allah kahretsin! Şimdi ne yapacağım?"

diyordu. Masada daha fazla oturamayacak kadar gergindi. Portakal suyunu alıp ayağa kalktı.

"Anne, bahçede içeceğim. Biraz hava alayım."

"Tamam kızım, tamam. Derslerden bunaldı ablan galiba. Yoksa Miami lafını duyunca zil takıp oynaması lazımdı. Oğlum sen niye yemiyorsun? Bitirsene omletini. Bak Sümbül hanım sen zeytinli seviyorsun diye zeytinli yaptı."

Aslan'ın da tüm iştahı kaçmıştı. Gerim gerim geriliyordu. Annesine bir şey belli etmemek için dikkatini omlete vermeye çalıştı. Zerrin, bahçeye çıktı. Portakal suyunu hırsından çimlere boca edip, kadehi verandadaki hasır oturma grubunun ortasındaki sehpanın üstüne bıraktı. Evden iyice uzaklaştı. Kırmızı, pembe, beyaz, sarı güllerin özenle yetiştirildiği yere geldi, bahçenin bu kısmı diğer tarafından yemyeşil çim çitle ayrılıyordu.

Zerrin'in bir metre yükseklikteki çim çitin arkasında emektar bahçıvanın, başında hasır şapka, elinde kocaman çim kesme makası ve meşin eldivenlerle yere çömelmiş, çimlerin düzgün olmayan kısımları budadığından haberi yoktu. Cep telefonunu alıp, Çetin'i aradı. Sinirden ağzını, yüzünü büzüyordu. Çetin, "Güzelim?" der demez

"Bana güzelim deme! Hani Yeşim denen o kız ölecekti? Hani ayağımın altından çekecektin?"

diye bağırmıştı ki, "Kırt" diye makasın sesini duydu. Telefon elinde

"Kim var orada?"

diye seslenince, beyaz bıyıklı, yuvarlak, numaralı gözlüklü, yaşlı bahçıvan ayağa kalktı. Çok şaşırmış olduğu belliydi.

"Şeyy, benim, çim çiti buduyordum küçük hanım..."

derken sesi tedirgin ve rahatsızdı. Her şeyi duyduğu korkuyla bakan gözlerinden belliydi.

"Hidayet amca!"

Kız, çocukluğundan beri ona "amca" diye seslenirdi. Dürüst, namuslu biriydi. Eşiyle müştemilatta oturuyorlardı. Çocuklarını evlendirmiş, torun seviyorlardı. Zerrin, kekeledi:

"Pardon Hidayet amca, şey, a- arkadaşımla aramızda şakalaşıyorduk....espri yani...ya- yanlış anlamadın ya Hidayet amca?"

" Bir şey duymadım zaten kızım. "

İhtiyar, öyle dedi ama yüzü aksini söylüyordu. Zerrin, "Neyse ben gideyim, kolay gelsin." diyerek dönerken, bahçıvan da "Sağol kızım." dedi ve işine devam etti. Alnındaki boncuk boncuk su damlaları güneş altında çalışmaktan çok duyduklarının yüzündendi.

xxx

Serdar, Luke'u çiftliğe bırakıp, bir duş alıp, üstünü değiştirip, Nuriye'nin kızarttığı pişileri de saklama kabına koyup, tekrar hastaneye geldiğinde, girişin önünde televizyoncular, canlı yayın arabaları vardı. Güvenlik onları içeri sokmuyordu. Delikanlı, kızın yanına geldiğinde, Yeşim, uyanmış, polise olanları anlatmıştı. Yatağında dinleniyor ve test sonuçlarını bekliyorlardı. Annesinin yüzü, kızını hastaneye yetiştiren Serdar'ı görünce aydınlandı.  

"Hoş geldin Serdar oğlum."

"Hoş buldum" diyen Serdar, kendine gelmiş olan Yeşim'e döndü ve "Geçmiş olsun." dedi.

Yeşim'in yanakları pembeleşti.

"Çok teşekkür ediyorum. Beni siz bulmuşsunuz."

"Ooo? Sizli bizli olmayalım bence. Biz çok eski arkadaşız. Unuttun mu?"

diye muzip muzip göz kırptı. Yeşim, delikanlının kendisini buz gibi suya attığını unutmadığını anladı; gözlerini mahcup mahcup indirdi.

"Şeyy.....size....

Serdar bir kaşını kaldırıncı düzeltti:

"Sana epey gecikmiş bir özür borçluyum."

Serdar muzip bir tavırla kollarını kavuşturup, yalancıktan titredi.

"Brrrrr! Bayağı üşümüştüm hani."

diyerek gülünce, kız da rahatladı. Annesi lafa girdi:

"Valla ilkokuldayken çok yaramazdı kızım, sana bir şey olacak diye çok korktuyduk rahmetli babasıyla. "

Serdar güldü,

"Ama olmadı. Sahi aşağıda televizyoncular seni bekliyor. Başına neler geldiğini merak ediyorlar, doğrusu ben de çok merak ediyorum."

Yeşim, olanları kısaca tekrar anlattı. Zaten anlatacak uzun bir şey de yoktu.

"Senin oradan elinde kazmayla çıkışın ömür boyu gözümün önünden gitmeyecek! Valla Helal olsun! Ben deprem oluyor filan sandım. "

"Çıkana kadar kazma salladığımı hatırlıyorum ama sonrasını anımsamıyorum."

Fatma

"Elleri kırılsın! Sürüm sürüm sürünsünler! Ne istediler kızımdan? Kimsenin tavuğuna kışt demedik. Kendi halimizde insanlarız biz Serdar oğlum...kim ne ister ki, benim kızımdan? "

"Çok tuhaf gerçekten de Fatma teyze. Şey ben koridora çıkıp babamları arayayım, haber bekliyorlardı. Kantinden bir şey ister misin Yeşim? Meyve suyu, kuru pasta?"

"Sağol, bu sıcak pişiler harika."

"Afiyet olsun, bizim Nuriye teyzenin pişileri meşhurdur.". 


20. Bölümün sonu




25 Haziran 2025 Çarşamba

YEŞİM (ROMAN) - 19. BÖLÜM

Gece olmuş; Soma'nın üzerine karanlık çökmüştü. Ormanın içinde hareket eden elli kadar ışık vardı. Yakından bakınca bunların ellerinde fener, ışıldak, başlarında baret arama, kurtarma çalışmalarına devam eden insanlar olduğu görülüyordu. Serdar'ın babasının eli telefondaydı, sık sık hayırlı bir haber almak umuduyla oğlunu arıyordu. Oğlu,
"Henüz bulamadık baba. Arıyoruz....bulunca haber veririm hemen, efendim? Yok, yok beni merak etmeyin, soğuk ama montum var."

diye cevaplarken, yaz olmasına rağmen orman serin olduğundan, ağzından buharlar çıkıyor ve saatlerce yürümekten göğsü inip kalkıyordu. Telefonu arka cebine koydu ve ellerini birbirine sürterek ve ağzıyla hohlayarak ısıtmaya çalıştı. Sonra tekrar yola koyuldu. Fatma, tabii ki uyuyamamış; sedirde oturmuş, elinde anneannesinin kehribar tespihi, dua okuyor, Sarman, yanında kıvrılmış uyuyordu. Kızı bulunana dek gözünü kırpmayacaktı.

O sırada Yeşim, cebinde eldivenleri olduğuna şükretti. Yoksa emekleyerek, sürünerek bunca yolu katederken, lime lime soyulup, enfeksiyon kapması işten bile değildi. Oksijen azlığından ve susuzluktan neredeyse bayılacaktı. Derken, kulağına


şıp, şıp, şıp...


bir su sesi geldi. Dar yol bitmişti, aşağısı uçurumdu, lambanın ışığını tutunca, aşağıda babasının bahsettiği devasa yeraltı mağarasıyla karşılaşıp sevindi. Bu mağaranın mutlaka bir çıkışı, bir ağzı da olmalıydı. Babası öyle demişti.



Feneri yukarı, aşağı, sağa, sola tuttu, yüzlerce sarkıt, dikit vardı. Sonunda su içebilecek, suyun derinliğinin ne kadar olduğunu bilmiyordu. Yüzme bildiğine sevindi. Babası çocukken hem ona, hem Yusuf'a gölde yüzmeyi öğretmişti. Derinse, bu soğukta suya girerse hipotermiden ölüp ölmeyeceğini düşündü.

"Kaderimde varsa burada ölürüm Allah'ım yardım et!" dedi.

Sızlayan kaburgalarıyla ne olursa olsun diyerek kendi aşağı bıraktı, su şimdilik çok derin değildi, pantolonu dizlerine kadar ıslanmıştı. Buz gibi sudan kana kana içti. Dikkatle suyun içinde ilerlemeye başladı. Hışırtılı kanat sesleri duydu, yarasalar olmalıydı. Çok üşüyordu, tir tir titriyordu. Ama pes etmeyecekti. Lambasının ışığı ve suyun aksi mağaranın duvarlarında ışık oyunları yapıyordu. Bir ara korktuğu bir hayvanın duvarda kıvrıla kıvrıla gittiğini görerek ürperdi, su içmeye gelmiş zararsız bir kara yılandı. Yine de çığlığı mağarada üstü üste üç dört kez yankı yaptı:

" Allah'ım! N'olur çıkayım buradan! Yardım et bana. N'olur, yardım et!"

derken birden sesi kesildi, derinlik aniden boğazına kadar yükselmişti. Elinde kazmayla yüzmeye başladı çok zor oluyordu ama yapmak zorundaydı. Kazmayı bırakamazdı. Neyse ki, az sonra tekrar su diz hizasına geldi. Sırılsıklam olmuştu. Tirtir titreyerek ilerlemeye devam etti. Nihayet su azalarak bitti. En azından tavan kocamandı, emeklemekten kurtulmuştu. Çömeldi ve dinlenmeye karar verdi. Saatten haberi yoktu. Soğukta uyursa ölür müydü acaba dedikleri gibi? Çok uykusu gelmişti. Uyuyacak ve her şey bitecek, ölecek miydi? Uyumamalıydı. Bu mağara acaba nereye açılıyordu? Gidecekti. İlerleyecekti. Ne kadar yürüdü bilmiyordu.

Sabah olmuştu ama Yeşim farkında değildi. Sonra Vraaak! Vraaak! Tiyuuut! Tiyuutt! Çiyuv! Çiyuv! sesler duydu. Bu sesleri çok iyi tanıyordu, Acıgöl'ün su kuşlarıydı bunlar. Babası öğretmişti: Karabatak! Sümsük, Çamurcun, Sakarca....Göle çok yakın olmalıydı. Kulağını mağaranın duvarına dayadı sesler çok yakından geliyordu. Mağara belki de gölle yer altında kavuşuyordu. Önündeki duvar kalkerliydi. Yumuşacık kalker. Kazması en kolay toprak! Kazmayı vurdu.

"Vur Yeşim! Vur!"

diyordu içinden,

"Hayatın için vur! Seni buraya atan adamın kafasına vuruyormuş gibi vur! Buradan çıkana kadar vur! Burada ölmeyeceksin! Çıkacaksın!"

Her vuruşta taşlar parçalanarak düşüyordu, biraz daha, biraz daha! Bir yarık açıldı ve ışık içeriye sızınca içinden şükürler etti. Mağaranın çıkışını bulmuştu. Hayatında hiçbir şeye bu kadar çok sevindiğini hatırlamıyordu.

Yeşim, can havliyle kazmayı vurmaya devam ederken, Serdar, sabaha karşı evine gelmiş, banyo yapmış, bir şeyler yemiş, Luke'un karnını doyurmuştu. Telefonunu da şarj ettikten sonra Luke'u alıp tekrar yola çıktı. Gölün yakınındaki toprak yolda ilerliyordu ki, Luke havlamaya başladı. Delikanlı, ne oluyor bu ses ne? diye düşünmeye başladı. Ses tekrarladı:

"Güm, güm, güm!"

bir sesler geliyordu tepeden.




Sese kulak kabarttı: Güm, güm, güm...


Her gün bir yerden deprem haberleri geliyordu. Serdar kendi kendine

"Eyvahlar olsun? Deprem mi oluyor yoksa?"

dedi. Luke, tepenin dibindeki noktaya gözlerini dikmiş, kulaklarını arkaya yatırmış havlamaya devam ediyordu. Derken, sesler arttı, irili ufaklı taşlar dökülürken, topraklar yarıldı ve bir kazmanın ucu gözüktü.


Ardından, çizmeli bir ayak açılan oyuktan dışarı adım attı, sonra başındaki baret neredeyse düşecek kadar eğilmiş, saçları ve giysileri ıslak bir kız kolunu yüzüne siper ederek kendisini aralıktan dışarı attı. Toz, topraklar genzine, ağzına, burnuna kaçtığı için öksürüyordu, gözleri saatlerce karanlıktan sonra ışıktan kamaştı, karşısında sürekli havlayan bir köpeği ve hayal meyal ona bakan bir adam gördüğü an her yer karardı ve Yeşim, boş çuval gibi yere düştü.



Serdar'ın ağzı açık kalmış, göz bebekleri büyümüştü.

"Aman Allah'ım! Bu o! "

diyerek kızın yanına koştu. Montunu çıkartıp üzerine örttü. Sonra hemen 112'yi, arama kurtarma ekip şefini, kızın annesi Fatma'yı ve en son evi aradı. Anne ve babasına da güzel haberi verdi. Yeşim'i o bulmamış, kız, kendisini kurtarmıştı. Aynen böyle söyledi. Kerem;

"Helal olsun! Çok şükür Yarabbim. Maşallah ne güçlü kızmış. Ne yaptı, etti kurtardı kendini. Sen de tam zamanında oradaymışsın oğlum. Bu da Allah'ın işi. Yoksa kızcağız saatlerce baygın ambulansı bekleyecekti."




Ambulans geldi ve kızın üzerine hipotermi olmaması için özel bir battaniye örttüler ve oksijen maskesi taktılar. Hayattaydı, nabız alıyorlardı. Sirenler çala çala son hızla hastaneye yetiştirdiler. Az sonra sevinçten pembe yanakları al al yanan Fatma, hastanede kızının yanındaydı, kurtulduğu için şükrediyor, Serdar'a teşekkür üstüne teşekkür ediyordu. Televizyon ekibi de hastanenin önündeydi. Yeşim'in koluna serum takılıydı. Yüzündeki yara, berelere, çiziklere batikon sürülmüştü. Düşerken alnını çarptığı yerde ceviz gibi bir şişlik vardı. Çok bitkin düştüğünden hâlâ uyuyordu. Kaburgalarında da çatlaklar vardı.


19. Bölümün sonu

Yazan ve çizen: Müjde Dural
Not: Bu hikayedeki isim, kurum ve kişilerin gerçek kişilerle, kurumlarla ilgisi yoktur, kurgudur. İsim benzerliğidir.


16 Haziran 2025 Pazartesi

YEŞİM (ROMAN) 18. Bölüm

Serdar arabasına binip gittikten bir, iki dakika sonra, hızlı takipler esnasında başka araçlara veya oraya buraya toslamaktan ya da bir suçluyu durdurmak için bilerek onun arabasına çarpmaktan, orası, burası kahverengi boyalarla yamanmış; gören sürücülerin 

"Amanın! Çok kötü şoför herhalde! Bana da çarpmasın." 

diye korkup, uzak durduğu bir araba kapıda durdu. Bu, Yeşim'in biyolojik babasının tuttuğu özel dedektiften başkası değildi.

Uzun boylu, numaralı gözlüklü, kırlaşmış saçlı ve top sakallı, sigarayı bırakamayınca, daha az zararlı diye duyduğundan ağzından eksik etmediği ve bu yüzden kendisine dedektiften çok, DGSA'lı heykeltraş ya da ressam havası veren piposuyla, Feridun Tunaoğlu, arabadan inmeden önce saygısızlık olmasın diye piposunu arabada bıraktı. 10 yıldır pipo tiryakisiydi ve evinde gözü gibi baktığı, kimisini arkadaşlarının, kimisini çözdüğü işlerden memnun kalan insanların hediye ettiği bir de pipo koleksiyonu vardı. Beyaz lüle taşından yapılmış, usta işi, oymalı pipolar favorisiydi.

Metin, Fatma yine kendisine kızar ve kovar diye gelmemiş ama telefon edip kızı için tuttuğu özel dedektiften haber vermişti. Biricik evladının bulunmasının hatırına Fatma, dedektif fikrine bir şey demedi ve kendisini tanıtan adamın tüm sorularını elinden geldiğince cevapladı, arabanın biçimini, rengini tarif etti, plakasını tabii ki almamıştı. Feridun, dört dörtlük bir özel dedektifti. Hiçbir şey gözünden kaçmaz, her şeyi en ince ayrıntısına kadar araştırırdı ve o yüzden de aldığı vakalardan yüzünün akıyla çıkardı.

"Adamı gözünüz tutmadı diyorsunuz ya Fatma hanım. Belli bir sebebi var mı? Ne bileyim yüzündeki bir şey, bakışlarındaki bir tuhaflık? Şaşılık? Başka bir yüz kusuru? Bir yara izi? Ağzında sigara var mıydı mesela? Elleri? Böyle Mafia tiplerin yüzünde yara izi olur, kiminin bir parmağı yoktur filan... En minik şey bile yardımcı olabilir kızınızı daha çabuk bulmama.."

"Hiç gözüm tutmadı çünkü ürperdiydim; kolunda yılan dövmesi vardı...böyle yeşil yeşil..görünce tüylerim diken diken olduydu, başında kasket vardı, üzerinde tv yazıyordu...kısık gözlüydü..."

"Yılan dövmesi! Bu önemli bir ipucu...sol kolu mu, sağ kolunda mıydı? Size telefonumdan yılan dövmesi fotoğrafları göndereyim, hangisine benziyordu hatırlayabilirseniz çok faydası olur."

Bir dakika ah! İnternet bağlantısı yok diyor..

" Sol kolundaydı da, benim telefonumda interinet neyim yok...."

"Hiç problem değil, siz bekleyin, ben internet olan bir yerde fotoğrafların çıktısını alır tekrar gelir size gösteririm. Rahat rahat incelersiniz. Yalnız bunu gazetecilere, komşulara, akrabalara bile söylemeyin. Televizyona çıkmaya hevesli biri ağzını tutamaz. Kızınızı kaçıranlar da televizyonu izliyor olabilir, hemen gidip dövmesini sildirebilir."

"Anladım, tamam söylemem...Allah razı olsun. Sağolun."

Feridun, kadıncağızın numarasını kaydetti ve kendi numarasını da verdi. Dönene kadar aklına bir şey gelirse aramasını söyledi ve gitti. Dedektif gittikten sonra Yeşim'in dershaneden arkadaşı Elif geldi. Komşular da kadıncağıza yemek getirmişlerdi. Fatma, Yeşim'in kedisine sarıldı, öptü. Sanki kızının kokusu kediciğe sinmişti.

"Sarmanımm, annen ner'de bebeğim? Kedilerin üçüncü gözü olurmuş, bizim görmediğimiz şeyleri görürmüş, biliyor musun Sarmanım? Ner'de yeşil gözlü Yeşim'im? Kızımmmm...kızımmm....kızımmm...."

"Sabır komşum....Allah büyüktür, bulunur inşallah..."

Elif;

"Ah, Fatma teyze suçluluk duyuyorum ona o dergiyi ben getirmiştim. Çok hoşuna gitmişti ama inanın madende çalışmaya başlayacağı ve sonra başına böyle şeyler geleceğini bilsem dünyada getirmezdim..."

"Ner'den bileceksin kızım? Ah! Ben de hiç istemediydim ama dinlemedi, çok inatçıdır...tıpkı rahmetli babasına çekmiş dediğini yapar....kızımmmmm....kızımmmm...."

Elif,

"Sahi Fatma teyze, annem gönderdi bunu, yüz kere okursanız mutlaka istediğiniz şey olurmuş."

diyerek minik bir dua kitabı verdi kadıncağıza. Komşuları kadıncağıza limonlu su getirip, kolonya döküp ferahlamasını sağlamaya çalışırlarken, Feridun'un zihni arabayla giderken de boş durmuyordu.

" Maden ocağı sahibi çok zengin bir aile. Aniden gayri meşru bir kız kardeş ortaya çıkıyor ve ailenin mirasına ortak oluyor! Birkaç gün sonra ortadan kayboluyor. Bu durumda bu işten en çok mirası paylaşmak istemeyenler faydalanır. Acaba adamın çocuklarının ya da eşinin bir ilgisi var mı?"

diye düşünüyordu. Yıllardır benzer vakalar çözmüştü. Annesini, babasını miras için öldüren hayırsız evlatlar, kuzenler hatta torunlar bile görmüştü. Somut ve güçlü kanıtlar bulana kadar bu şüphesini şimdilik kendine saklamak zorundaydı. Kızın, tv kamerasına kadar ayarlayıp, televizyoncu kılığına giren adamlar tutacak kadar saplantılı bir aşığı var mıydı? Her şeyi araştıracaktı.

Dedektif bunları düşünürken, Serdar ve diğerleri kızı aramaya devam ediyordu. Güneş batıp, akşam olmak üzereydi.

"YEŞİMMMMM......"

"YEŞİMMMMM....."

"YEŞİMMMMM...."

diye bağırıyorlardı. Onlar Yeşim'i ararken, güneş, çıplak gözle bakıldığında insanı kör edecek bir beyazlıktan, kademe kademe koyulaşıp koyu sarıdan, turuncuya dönüştü, sarı uzun bir ışık, turunculuğun üstündeydi, onun tepesinde eflatun, pembe, gri bulutlar ve yer yer açıklıklardan mavi gökyüzü görünüyordu. "tiyut tiyut " veya "vırrak vırrak" diye bağıran, çağıran Karabatak ve diğer su kuşları, dalgalanan göl suyuna hızla konup, aynı hızla kalkıyor, suyun yüzeyinde gümüş - pembe yanardöner pırıltılar oluşturuyorlardı. Yavaş yavaş tüm renkler ve ışıltılar karardı, suya yansıyan ağaçlar koyu yeşilden siyaha döndü ve güneş battığında Yeşim hâlâ düştüğü yerden bir çıkış yolu arıyordu.

11 Haziran 2025 Çarşamba

YEŞİM (ROMAN) 17. Bölüm


"Yeşim mi?"

Delikanlı, aradan yıllar geçmiş olsa da, ilkokuldayken kendisini buz gibi göle atan kocaman yeşil gözlü ve yaramaz kızı unutmamıştı.

Serdar, Luke'u da aldı. Vakit kaybetmeden sorup soruşturup Fatma'nın evine gitti. İçeride komşular, akrabalar vardı. Kendini kısaca tanıttı ve babasıyla konuşması için telefonunu Fatma'ya verdi. Kerem Bey, bypass ameliyatı geçirdiği için maden kazasını ona duyurmadıklarını ve başlarına gelenleri daha yeni öğrendiğini söyleyip özür ve başsağlığı diledi, daha önceden haber alsaydı Yeşim'in madende filan çalışmasına asla müsaade etmeyeceğini de ekledi. Elinden ne gelirse yapacaklarını, yalnız olmadığını, ailesiyle birlikte arkasında olduğunu belirtti. O kadar içten konuşuyordu ki, kadıncağız çok duygulandı ve

" Allah razı olsun Kerem Bey. Rahmetli eşim sizi de, babanızı da çok severdi hep ' başka patronlara hiç benzemez, işçilere babalık yapar, hak yemez derdi. "

diye yanıtladı. Daha sonra Kerem, telefonu eşine verdi. Aydan'la da epey konuştular. Sonra Fatma çok teşekkür ederek telefonu tekrar Serdar'a verdi. Serdar, kadıncağızın telefonunu kaydetti ve jipinin penceresinde uslu uslu bekleyen köpeğini göstererek

" Şey, bu benim köpeğim Luke, bir K9 değil ama çok iyi koku alır; eğer kızınızın bir giysisini koklatırsak bulabilir. Ben de arama çalışmalarına katılacağım."

deyince, kadın hemen içeri girip Yeşim'in bir kazağını getirdi. Serdar, ayağa kalktı.

"Tamam ben vakit kaybetmeden aramaya katılayım. İnşallah iyi haberlerle döneriz. Lütfen umudunuzu kaybetmeyin. Telefonunuzu kaydettim. Babamlara da numaranızı ilettim. dedi. 

"Sağol evladım, Allah razı olsun. " 

diyen Fatma da delikanlı arabasına binip gidince kapıyı kapatıp içeri girdi.

Az sonra delikanlı, çiftlik evini arayıp, Nuriye hanıma olanları anlattı ve gecikirse merak etmemesini, Luke ile Yeşim'i arama çalışmalarına katılacağını söyledi. Kadıncağız, ev işlerinden televizyona bakamadığından olanları duymamıştı. Yeşim'in çocukluğunu hatırlıyordu. O da üzüldü.

"Hayırlı haberlerle dön inşallah evladım, inşallah bulunur. Kendine dikkat et. Ben de kızcağız bulunsun diye iki rekat namaz kılıp, dua edeyim." dedi.

Serdar, Luke' a kazağı koklatıp, arama kurtarma ekibine katıldı, jandarma, komşular, dershaneden bir, iki arkadaşı, akrabalar, yerel tv ekibi, rahmetli babasının maden işçisi arkadaşları. Hepsi, dağ, tepe kızı arıyorlar ve arada 

"YEŞİMMMMM!....."

"YEŞİİMMMMM!..."

"YEŞİİMMMMM!..." diye bağırıyorlardı.

Yeşim ise baretinin ışığı ve el yordamıyla ufacık bir oyuk bulmuştu; önce elindeki kazmayı , sonra ayaklarını, sonra vücudunu soktu. Düştüğü yerden daha büyük bir galeriye gelmişti. İçeride çok eskiden ve define arayıcılarından kalan kürek, tahtalar ve bir el feneri vardı. Birisi unutmuş ya da aniden göçük filan olunca orada kalmıştı. Kız, 

"Umarım grizu tehlikesi yoktur" diye düşündü. Yoksa fenerin ışığıyla havaya uçardı. Ama gittikçe buranın bir kömür madeni değil, define arayıcılarının kazıp bıraktığı bir yer olduğuna emin oluyordu. Çünkü o tanıdık kömür kokusu yoktu, eski maden olsa raylar filan olurdu, el feneriyle de kimse girmezdi. Düğmesine bastı, şansına hâlâ çalışıyordu.

"Acaba buradan da başka yerlere çıkabilir miyim?"

diye düşündü. Pes etmeyecekti, vaz geçmeyecekti.

Metin Haznedaroğlu da haberi duymuştu. Hemen birkaç arkadaşını aradı ve onlardan

 "Paranın satın alabileceği en iyi özel dedektif

konusunda yardım istedi. Hepsi tek bir isimde birleştiler: Feridun Tunaoğlu. Mesleğinde bir numara, sicili tertemiz, eski bir polisti. Tam bir yaşlı kurttu. Ama asıl ilginç olan az sonra Kerem'in de aynı konu için dostunu ve eski ortağını araması oldu. Ortaklıktan ayrılmış olsalar da hep iyi dost olarak kalmışlardı. İkisinin arasında şöyle bir konuşma geçti:

" Ne? Zaten özel dedektif tuttun mu? "

"Evet, hem de bu işlerde en iyi olanı sorup soruşturdum."

diyen Metin, yıllar önce olan olayı ve Yeşim'in öz babası olduğunu ailesinden başkasına söylememesi şartıyla Kerem' e anlattı. Ondan sır çıkmayacağını biliyordu. Hele kızının hayatı tehlikedeyken kesseler kimseye söylemezdi.

"O yüzden için rahat etsin Keremciğim, senin de ayrıca dedektif tutmana gerek yok, kızım için elimden geleni yapıyorum. Bu arada Serdar'a çok teşekkür ettiğimi ilet lütfen. "

"Ne demek? Umudunu kaybetme. Senin kızın, bizim de kızımız sayılır. Bulunacak inşallah. İyi düşünelim, iyi olsun."

dedi. Biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapatan Kerem, hem şaşırdı, hem de sevindi. İçinden

"İşe bak sen! Allah! Allah! Yıllar önce meğer neler neler olmuş!"

diyordu. 

O sırada Zerrin ile kardeşi Aslan ise Yeşim'in kaybolduğu haberini duyunca, çak yaptılar.

"Vay canına abla! Senin Mafia Çetin, sözünü tuttu."

"Ne sandın ya? Şşşt! Yavaş konuş. Aman ha! Yerin kulağı vardır!"

Aslan, ağzına fermuar çeker gibi yaptı.

"Hah! Şöyle...."

Kardeşi dayanamadı, fısıldayarak da olsa konuşmaya başladı:

"Abla ya....ya polis bu işi Çetin'in yaptığını öğrenir, o da senin adını verirse?"

"Çetin beni satmaz. Merak etme."

yi de ne sebep bulacak? Kızı öldürmesi için bir nedeni yok ki?

"Ne bileyim ablacığım? Uydurur bir şey! O, çok akıllıdır. Olmadı kaçar, izini kaybettirir ya da bir başka adamını harcatır. "

"Off! İnşallah dediğin gibi olur abla."

"Merak etme sen ablasının kuzusu. Hiçbir şey olmayacak. Bak ötekini de ben hakladım. Bir şey oldu mu? Kendimi super kahraman gibi hissediyorum."

"Senden korkulur valla süper kahraman ablam! Sana bir de isim vermeli. Ama aklıma gelmiyor...ııııımmmm....şöyle fiyakalı bir isim olmalı! Bir süper kahramana yakışır isim."

"Ölümcül olmalı..."

"Kesinlikle..."

"Siyah Mamba nasıl?"

"Ama o Kill Bill'de vardı abla. Başka bir şey bulalım sana...."

"Tarantula Zerrin!"

"Hihihihi. Ama o da çok klişe yaa..."

Ve abla - kardeş korkutucu, ölümcül bir isim üzerinde düşünmeye başladılar. İçleri rahatlamıştı. Artık ayaklarına dolanacak ve tüm servetlerine ortak olacak bir üvey kardeş yoktu. 
Yeşim de kim oluyordu yahu? Alt tarafı babalarının çok gençken yaptığı hatasının, bir gecelik ilişkisinin yüzünden dünyaya gelmiş biriydi. Yok öyle, yıllar sonra ortaya çıkıp; pat diye servetlerine ortak olmak! 

diyorlardı.


Yazan: Müjde Dural
Not: Bu hikayedeki kişi, isim, kurumlar hayalidir. Gerçek kişilerle ilgisi yoktur. İsim benzerliğidir.