24 Aralık 2024 Salı

YEŞİM - 3 - (ROMAN)

On dokuz yıl önce, Fatma, 18 yaşında, üzerinde çiçekli entarisi, başında oyalı yazması, domates, kabak, mısır tarlalarında gündelikçi işçi olarak çalışan gençliğinin baharında bir kızdı. Aynı yeşil gözler, aynı siyah saçlarla, Yeşim'in şu andaki hali gibiydi.

Altı çocuklu bir ailenin en büyük kızıydı. Yöredeki maden ocağı SADAY madencilik sayesinde bütün gün güneş altında çapa sallamaktan, kavrulmaktan ve vaktinden önce ihtiyarlamaktan kurtuldu. Nasıl mı? Şirketin iki ortağı vardı: Sadullah Emin ve Ayhan Haznedaroğlu. Saday ismi de iki ortağın isimlerinin yan yana gelmesiyle oluşmuştu. Sadullah'ın "sad'ı, Ayhan'ın "ay"ı. Ortaklardan Ayhan'ın eşi, çiftlik evlerinin mutfağı için eli yüzü düzgün, temiz, pak, yemekten anlayan bir genç kız aramış ama kimseyi beğenmemişti. Fatma'yı ise gözü tuttu. Genç kız, hem kalem inceliğinde sarma sarıyordu, hem de yerde çeyrek altın bulsa almayacak kadar dürüsttü.

Ayhan beyin o zaman Fatma'yla aynı yaştaki oğlu Metin, çiftlik evinde sık sık karşısına çıkan yeşil gözlere kayıtsız kalamadı. Yüzünde boya olmayan kızın, ful makyajlı şehirli kızlardan daha güzel olduğu su götürmezdi. Fatma da toydu. İlk kez bir erkeğin hayran dolu bakışlarını üzerinde hissediyor, yanakları kızarıyor ama hoşuna da gidiyordu. Metin' in su içmek, sandviç yapmak gibi bahanelerle mutfağa girdiği zamanlar her gün biraz daha sıklaştı.

Fatma ve Metin, zamanla gizli gizli göl kıyısındaki, Çifte Söğütler altında buluşmaya başladılar. Dalları suya uzanan iki söğüt ağacının gölgesinde oturup konuşuyor, toz pembe hayaller kuruyorlardı. Metin, tüm genç aşıklar gibi söğüt ağacının gövdesine çakıyla bir kalp ve F - M harfleri de kazıdı.

"Anneme, babama söyleyeceğim yeşil gözlüm. Seni isteteceğim."

diyordu. Filmlerdeki gibi "Zengin oğlan, yoksul kız" demedi ve dediğini yaptı. Tabii evde kıyamet koptu. Annesi feryat figan etti:

"Ne? Fatma'ya aşık mı oldun? Ayhan! Ne diyor bu çocuk? Bizi rezil mi edeceksin? Çikolatamızı, çiçeğimizi alıp hizmetçimizi istemeye mi gideceğiz? Ner'de görülmüş? Herkesi bize güldürecek misin? Haznedaroğulları'nın oğlu mutfakta çalışan hizmetçiye aşık olmuş mu desinler? "


Babası da, annesinden yanaydı. Oğluna dönüp şöyle dedi:

"Annen haklı oğlum. Aklını mı kaybettin? Tam üniversiteye başlayacaksın. Ben yaşlanınca şirketin başına geçeceksin. Ne evlenmesi? Yeşilçam filmi mi çeviriyoruz burada?"

Çocuk aşıktı aşık olmasına ama aşkına sahip çıkıp; annesine, babasına karşı çıkacak, onları karşısına alacak güçte değildi. Annesinin, babasının her sözü kafasına balyoz gibi iniyordu. Daha üniversiteye başlamamıştı. Ekonomik olarak bağımsızlığı da yoktu ki, Fatma'yı çekip kolundan kaçırsın. Ev tutsun. Nitekim, babası hemen çocuğu Londra'ya göndermeye karar verdi. Aslında Amerika'ya yollayacaktı ama anası "Amerika mı? Amerika çok uzak! Kıyamam! İngiltere daha yakın. Atlar uçağa gider görürüz, kontrol ederiz." demişti. Pasaport işlemlerine başladılar. Orada kızı unutur diyorlardı. Akrabalar filan da "Tamam canım, anlıyorum sevmişsin ama davul bile dengi dengine vurur" diyordu, tek kişi bile ona destek olmayınca, çocuk baklayı ağzından çıkartmak zorunda kaldı. Fatma, utana sıkıla sevdiceğine bir şey itiraf etmişti: Hamileydi. Oğlanın annesi şoke oldu:

"Ne! Allah'ım! Bir bu eksikti! Kalbime inecek!" diyerek, bordo rengi kocaman koltuğa çöktü.

İlk şoku atlattıktan sonra kadın,

"Aman kimseler duymasın! Yerin kulağı vardır. Kızı keser o at hırsızı tipli babası. Sen merak etme oğlum. Ben bir çözüm bulacağım. Sen sakın karışma, bu iş kadın işi. Söz veriyorum çocuğum. Fatma'ya da, bebeğe de zarar gelmeyecek. Sen bu işi babanla, bana bırak. Paranın açmayacağı kapı yoktur. Buluruz bir çaresini. Kızı da mağdur etmeyiz."

diyerek bir çözüm arayışına girişti. Vicdansız bir kadın değildi. Fatma'yı da seviyordu. O yörede evlenmeden hamile kalan kızların adı kötüye çıkar, bir daha kimseler almaz, ya beş parasız köyü terk edip gider ve kötü yola düşer ya da ailesi çeker vurur, namuslarını temizlerdi. Ya da kız kendini göle atar, ailesinden kimsenin katil olmasına sebep olmazdı. Metin'in annesi ve babası kara kara bir çözüm ararken; Fatma, istemeden tüm konuşmalara kulak misafiri olmuş ve ağlayarak kilere kaçmış; ters çevrilmiş büyük bir sepetin üstüne oturmuş;

"Aptal! Aptal! Aptalsın sen Fatma! Salaksın! Geri zekalısın! " diyor başka bir şey demiyordu.

Metin de durumu nasıl açıklayacağını bilmediğinden kızdan köşe bucak kaçıyordu. Fatma, evlenmeyeceklerinden iyice emindi. İçinden

" Sırtında basma entari, başında yazma, altı delik ayakkabınla, hizmetçiliğini yaptığın insanların oğluyla mı evlenecektin? Haklılar tabii. Yerden göğe kadar haklılar. Salaklığına doyma." diyordu.

Kararını vermişti. Anasının, babasının yüzünü öne eğdirmeyecekti. Yarın, öbür gün karnı şişince herkesin diline düşecekti. Bu işi kendi başına temizleyecekti. Akşam annesi, babası uyurken sessizce kapıyı açtı. Doğruca Acıgöl' e gitti.

Ayaklarının altında gıcırdayan tahta iskeleye çıktı. On metre uzunluktaki iskelenin en ucunda durdu. Kıyıya yakın atlarsa diz boyu olduğu için, yüzme bilmese de boğulmazdı. Gece olduğundan hava hayli soğuktu ve rüzgarla uzun saçları yüzüne, gözüne savruluyordu. Bir baykuş, huh, huh, hu, hu, hu diye ötünce tüyleri diken diken oldu; çünkü annesi baykuş ötünce o evden ölü çıkar derdi.

Çevresindeki sarı hale, üzerinde siyah gölgelerle kocaman Ay sanki Fatma'yı gözetliyordu. Ağaçlar simsiyahtı, Ay ışığı parlak, beyaz pırıltılarla suya yansımıştı. Birazdan Ay ve göl, onu ve bebeğini alacaktı. Koyu gölgelerle, kıpraşan suya baktı. Dipte görünmez yaratıklar varmış gibiydi. Aklına çocuklara anlatılan Göl Büyücüsü efsanesi geldi. Yörede bunu duymayan, bilmeyen yoktu. Gölün dibinde yaşarmış, Ay ışığında sudan çıkar, delikanlıları büyüler ve kandırırmış, sonra onları gölün dibine çekermiş. Bir daha da kimse zavallı genci bulamazmış.

"Göl Büyücüsü, göl büyücüsü ne olur beni de al!"

dedi ve ekledi:

"Delikanlı değilim ama beni de al, rezil olmama izin verme. Babam katil olmasın benim yüzümden. Duyuyor musun beni? Lütfen al beni."

Sağ ayağını uzattı. Kendini boşluğa bırakırken, bir çift güçlü ve nasırlı el, kızı belinden sımsıkı yakaladı.

"Hooop! Yok öyle!"

diyerek, Fatma' yı tam zamanında kavrayan ellerin sahibi Hüseyin'di. Kızı, hızla kendine döndürünce, Ay ışığında öfkeyle parlayan yeşil gözler, yüzüne düşmüş, karman çorman kapkara saç yığınıyla karşılaştı. Karanlıkta, kız o haliyle cadıya benziyordu. Hüseyin, bir an irkildi:

" Hi! Nesin sen? Göl büyücüsü mü?"

Devam edecek...

(Not: Öyle bir efsane yok; ben uydurdum 😂)

6 yorum:

  1. 2' bölümü okudum ama yorum yapamamıştım. :) Şimdi ikisini birden okuyunca hikaye çok güzel ilerledi :) Ama yine yarıda kaldı devamını bekliyorum çok sabırsızım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ediyorum. Aslında şöyle bir şey var:
      Wattpad'da hikayenin bitmiş hali var. VPN olmadan girilemiyor. :( Siteyi Türkiye'de yasakladı hükümet. (Kötü, edepsiz yazarlar yüzünden) olan bizlere, genel izleyici kitlesine hitap eden masum hikayeler yazan yazarlara oldu:( Dilerseniz oradaki linki yazarım. VPN ile tümünü ve hatta dilerseniz diğer hikayelerimi de okuyabilirsiniz. (Yine bölümler halinde ve burada okuduğunuzun tıpatıp aynı)

      Sil
  2. Ahh ben bu hikayeyi aç gözlerle okuyorum. Bence tüm övgüleri hakediyor. Sadece konusu değil, anlatımın çekiciliği de hikayeyi okutturuyor.
    Kitap tadında, ki keşke kitabı olaydı, müthiş ötesi gidiyor hikaye. Hüseyin'in sahneye çıkması ise tam yerinde olmuş. Ben de olsam Fatma'dan irkilirdim. :)
    Dördüncü bölümde görüşmek üzere...Aklınıza, gönlünüze, kaleminize sağlık olsun. ❤️

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ediyorum Nazlıcığım. Kitap fikrini ben de düşünmeye başladım, tv sektöründe nasılsa tanıdığım, çevrem yok, olması da mümkün değil; yayınevine bağlı, beğenirse olur yoksa hani parayla bastırıyorlar ya onu düşünmem. Çok pahalı ve tanınmış yazar olmayınca, kitabın reklamı, tanıtımı, pr çalışması olmuyor, herkes tanınmış yazarların kitaplarını okuyor, herkes tanıdıklarına senaryo yazdırıyor hatta bir, iki dizi oyuncusu "Tüm dizileri hep aynı kişiler oynuyor; biri de " 100 kişi var, hep onlar oynuyor, Amerika'ya yerleşeceğim" demişti. Yani tuhaf bir sektör. Ünlülere böyle yapıyorlarsa benim ve benim gibi ilk kitabını çıkartan, ünlü olmayan yazarların şansı sıfır 😒
      Görüşmek üzere Nazlıcığım, içten yorumun için sağol. ❤️

      Sil
  3. Merhabalar.
    Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim. Yeşim'in romanındaki hikaye gittikçe ağırlaşıyor. Her zaman mı böyle, her işin vebalini kızlarımız, kadınlarımız çekecek? Etkilendim. Ben bu romanı okumaya devam ederim.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Recep Abi,
      Gerçek hayatta da kızlar, kadınlar genellikle bedel ödüyor, özellikle iyi eğitimli, akıllı, mantıklı değilse, sadece hisleriyle hareket ediyorsa. Beğenmenize sevindim. Çok teşekkür ediyorum.
      Selamlar, saygılar.

      Sil