9 Ocak 2025 Perşembe

BİLGİ KİRLİLİĞİNDE KİME İNANACAĞIZ ?

İnternet hayatımıza girdikten sonra bilgi dezenformasyonu ya da bilgi kirliliği dediğimiz bir kavram da hayatımıza girdi. Yani yalan dolan, sahte, yanıltıcı, kandırıcı haberler. Bu bir psikolojik harp taktiğidir.  Belki sokaktaki her vatandaş bunun psikolojik savaş olduğunu bilmez ama tecrübeli askerler, asker yakınları, tarihçiler, siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar bilir. Uzun yıllardan beri de her ülkede yapılır. Bizde de yapıldı. Yapılmaya devam edilecek. 

Sanatçılar hakkında çok yapılır. Filan dizi oyuncusunu, falanla yakaladık derler yalandır. Filan ünlü yıldız boşanmış derler yalandır. Çocukluğumda "Filan artist Zeki Müren'den çocuk düşürdü" gibi - artık komik mi diyeyim bilemiyorum- abuk sabuk haberlerle insanlar bir ay meşgul edilirdi. 😂

Çok değil bir, iki ay önce Esad'ın kanser olan eşinin hayatını kaybettiği haberini okudum. Gazete haberi olunca inandım. (MSN miydi, başka bir site mi şu an hatırlamıyorum ama öyle tırıvırı bir site değildi) Bir ay mı, bir aydan sonra mı bir de ne göreyim Esma Esad Rusya'da kanser tedavisi görüyor diye bir haber!

Twitter'da birçok insan

"A! O kadın ölmemiş miydi?"

diye şaşırdılar. E, ben de çok şaşırdım.

Haberin gerçek olmaması bir problem. Bilgi kirliliğinden yıllarca bir yalana inanmış insanların, gerçekle karşılaşınca, kabullenmelerinin zor olması bir başka problem. O yüzden bilgiyi kimin söylediği çok önemli. Mesela ben, kumar alışkanlığı olan yani kumarbaz birinin sözüne inanmam; çünkü bu kişiler otuz evi olsa, otuzunu da kumarda kaybeden, para için her şeyi yapabilecek, söyleyebilecek, yanardöner, iradesiz insanlardır. Yalancılığı ile tanınan birinin sözüne inanılmaz. Bugün dediğini, ertesi gün inkâr eder, aynı şeyi her seferinde başka başka anlatır. Güvenilmez. Görüyorsunuz işte 40 yıllık MHP'liler, ülkücüler "apocu" olmuş!

BİR FİLM: NO 24

Şimdi bir filmden yola çıkarak, haberi söyleyenin neden önemli olduğuna geleceğim.


Netflix'e çok yeni bir film geldi. Gerçek bir olayı, tamamen yaşanmış bir hayat öyküsünü film yapmışlar. İsmi 24 Numara. (Number 24)

Kısaca anlatıyorum:

2. Dünya Savaşı'nda, 1940 yılında, Almanlar, o zaman 3 milyona yakın nüfuslu, minnacık bir ülke olan, Norveç'i fazla zorlanmadan, denizden, havadan hatta Norveç kralının köyünü de bombalayarak işgal ederler.

Norveç'te de Mustafa Kemal gibi birkaç cesur, yiğit insan, işgale karşı direniş başlatır. Film, bu direnişçilerin en önemlisi olan Gunnar Sonsteby ve arkadaşlarının, tıpkı bizim Kuvay-ı Milliye gibi Almanlara nasıl direndiğini anlatıyor. Gunnar'ın kod adı No: 24. Filmin ismi de o yüzden No: 24.

Almanlar tabii salak değil direnişi bastırmak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar, direnişçileri bulunca korkunç işkenceler yapıyorlar, ihbar edenlene 200 000 Kron gibi büyük paralar vereceklerini söylüyorlar. Gunnar, yakalanmamak için aynı evde iki kez üst üste uyumuyor ve kendisi de, arkadaşları da yanlarında siyanür hapı taşımaya başlıyorlar. Yakalanacaklarını anladıkları anda içip intihar edecekler; çünkü o korkunç işkencelere dayanmaları mümkün değil.

Gunnar'ın bir de çocukluk arkadaşı var. Erling Solheim. Filmin başında, Gunnar bu tombiş çocukla birlikte kayak yapıyordu. İşte bu Erling, ne yapıyor biliyor musunuz? Alıyor eline kağıt, kalemi. Almanların ödül olarak vereceği 200 000 Kron için arkadaşlarını Gestapo'ya ihbar eden bir mektup yazıyor!

(Filmi izleyenlerden epey küfür yemiştir😂
benden de yedi merak ederseniz😂)

Neyse ki, mektup, bir şekilde direnişçilerin eline geçiyor, Gunnar'a mektubu gösteriyorlar ve çocuğu infaz ediyorlar. Yine de Gunnar, para için arkadaşının böyle bir alçaklığa, vatan hainliğine tenezzül etmesine ve onu öldürmek zorunda kalmalarına kahroluyor; hiç unutamıyor. Hem üzüntü, hem suçluluk duyuyor, bir travma oluyor.

Savaş bitince de Norveç'in en büyük madalyaları kendisine veriliyor. Wikipedia'da kontrol ettim bir dolu madalya, nişan vermişler haklı olarak. Buradan şu sonucu çıkarttım:

İnsanların gerçek karakterleri savaş zamanlarında veya zor zamanlarda ortaya çıkıyor.

Kimisi, ülkesini kurtarmak için Atatürk gibi, Gunnar gibi hayatını tehlikeye atarak direniyor, kimisi de Erling gibi ödül için direnişçileri, işgalcilere, düşmana satıyor!

Fransa'da da Almanlarla işbirliği yapanların bir kısmı infaz edilmiştir. Alman askerleriyle kırıştıran kadınlar sokaklarda saçları kesilerek, tartaklanarak, aşağılanmıştır.

Tekrar filme geleyim: Filmde, Gunnar, bir okuldaki Norveçli öğrencilere o günleri anlatıyor. Dinleyicilerden bir kızcağız,

"Benim dedemin kardeşini de öldürmüşler. Gerçekten kötü bir şey yapmış mıydı? Gerek var mıydı öldürülmesine?"

diye soruyor. Adam, kimdi ismi? diye sorunca, kız " Erling Solheim" demez mi!

Kahraman direnişçi sarsılıyor.

" Ah! Erling ha? Benim çocukluk arkadaşımdı, birlikte kayak kayardık, çok severdim, meğer 200 000 Kron için tutmuş hepimizi Nazilere ihbar etmiş. Mektubunu gözümüzle okuduk. Kafasına sıktık."

diyemiyor. Nasıl desin? Kızcağız akrabasının vatan haini olduğunu öğrenip üzülsün istemiyor ve

"Kusura bakmayın hatırlayamadım bu ismi"

diyor.

Şimdi bunu niye anlattım?

Erling, bir şekilde ölmemiş olsaydı ve yaşanan bu olayı bir de Erling anlatsaydı acaba nasıl anlatırdı? Yine üç kuruş için bambaşka şeyler mi uydurdu demezsiniz; eğer nasıl biri olduğunu bilmiyorsanız ve Erling, size Gunnar'ı hain olarak gösteren bir hikaye de anlatabilirdi. Yani, herkese güvenilip, herkese inanılmaz. Güvenilir, namuslu, dürüst insanların sözüne güvenilir sadece.

DOĞRU TEKDİR

Uzun lafın kısası: Doğru tekdir. Aynı olayı iki kişi, farklı, zıt şekilde anlatıyorsa, hangisinin güvenilir olduğuna bakın. Gunnar'a mı inanacaksınız? Erling'e mi? Hangisi vatanı için idam fermanına rağmen savaşmış? Hangisi bir kahraman? Hangisi kuzu kılığında kurt? Hangisi vatan haini? Hangisi işgalcilere direniyor? Hangisi işgalcilerle pazarlık yapıyor? Bugünlerde de çok önemli bu sorular. Her zaman önemli. Gelecekte de önemli olacak. Kararı siz vereceksiniz. Verirken kendinize bu soruları sormayı unutmayın. Erling gibilerin değil; Atatürk ve Gunnar gibilerin sözüne itibar edin.


Kızcağıza gelince: Kimse akrabasını seçemez. Haklı olarak herkes anasını, babasını, dedesini sever. Toz kondurmak istemez. Artı; savaşlarda, devrimlerde devrim adına pek çok hata da yapılabilir. Mesela, biz, kendi gemimizi bombalamıştık. (Şu an üşendim ayrıntıları yazmaya); kendi uçağını vuran olur yanlışlıkla. Vatan hainleri yakalanırken arada masum bir, iki kişi de güme gidebilir. Bunlara dünyanın hiçbir yerinde kimse maalesef engel olamaz çünkü bilemez. Birisi bir şey fısıldar bitti. Devrimler o yüzden kanlıdır. Hatta devrimi yapanlar birbirine düşer, kıskançlık, çekememezlikler ortaya çıkar. Rus Devrimi'nde, Fransız İhtilali'nde çok olmuştur. İlla ki, karşı devrimciler olur. Biraz da bu yüzden devrimi yapanlar sert davranmak zorunda kalabilir. Gunnar'ın arkadaşı belki vurulmasa da olabilirdi. Hapis cezası da verilebilirdi hatta tüm Norveç'te 

"Bu o............ çocuğu, direnişçileri düşmana! Nazilere ihbar etti" 

diye ifşaa edilse, ömür boyu insan içine çıkamaz hale gelip, daha iyi bir ceza da olabilirdi ama her olayı, dönemine göre değerlendirmek gerekir. O dönemde Avrupa ve Amerika, tüm dünyada vatana ihanetin cezası  subaysa divan-ı harbe gönderilmek, suçlu bulunursa kurşuna dizilmekti. Benzer şekilde 1789 Fransız İhtilali'nde krallar, kraliçeler affedilmedi, giyotinde kafaları kesilerek öldürüldü; 1917, Kızıl Devrim, Ekim Devrimi denilen Rus devriminde, Çarlık sona erdiğinde son çarın çocuklarını dahi (hatta yanlış aklımda kalmadıysa köpeklerini de) kurşuna dizmişlerdi. Gencecik kızlar, hasta küçük bir oğlan çocuk....gerek var mıydı? Bence de yoktu ama o zamanki dönemde devrimi yapanlar
"Şimdi bu çocuklar büyür, düşmanlarımızla bir olur; yeni Rusya'ya karşı devrime kalkışırlar, uğraş dur." diye düşünmüş olabilirler zaten epey de tartışmışlar, kimisi çocukların öldürülmesini istememiş. Anastasia (Çar'ın kızlarından biri) filmini izleyenler hatırlarlar. Devrimler, çocuk oyuncağı değildir. Hatta şaşıracaksınız devrimler çocuklarını yer diye atasözü vardır. Yani devrimler öyle karmaşık olaylardır ki, birlikte yola çıktığınız arkadaşlarınızla gün gelir ters düşersiniz, gün gelir birbirinize düşman olursunuz, dünyada örnekleri çoktur. (Özellikle Fransız İhtilali diye bildiğimiz Fransız devriminde), Atatürk'ün en yakın arkadaşı, silah arkadaşı, devrimi birlikte yaptıkları Kâzım Karabekir paşa, yıllar sonra İzmir suikastinde suçlular arasına ismi geçip,  idamla yargılanmış neyse ki, beraat etmişti! Diyorum ya, devrimler çok karmaşık olaylardır. Her zaman karmaşa, yanlış anlama, ters düşme, bilgi kirliliği, yalan dolan, iftira, yanlışlıkla istemeden yapılan kötü olaylar olabilir.

SONUÇ

Bilgi kirliliğinde her duyduğunuza inanmayın. Erling gibilere değil, Gunnar gibi, Atatürk gibi gerçek kahramanlara inanın. 

Malum, Türk halkı olarak telefonda polis telsizi sesi duyduk diye, gidip emekli maaşını, altınını, gümüşünü dolandırıcılara veren saf insanlar var; yani herkese çabucak inanıyoruz, bilginin kaynağı önemli, yavuz hırsız, ev sahibini yakalatır sözünü unutmayın, Fetö'yü unutmayın, sizi en kolay dinle, Kuran'la kandırdıklarını unutmayın. Kötü niyetli insanların söylediklerine, yazdıklarına inanırsanız, gerçekle - yanlışı ayırt edemezsiniz, gerçeklik duygunuzu yitirirsiniz; bir bakmışsınız 40 yıllık terörist "beyefendi" olmuş! Bir bakmışsınız vatanı kurtaranlar "hain" ; hainler "vatan sever" olmuş! (İstedikleri de bu)

Siz, vatanınızı kimin kurtardığını, işgalcilere kimin direndiğini unutmayın. Nankör olmayın. Kedilere nankör derler ama 34 yıllık kedici olarak, kedilerin asla nankörlüklerini görmedim; insanlardan ise bol bol nankörlük gördüm. 
😻🐈‍⬛🐱😽

8 yorum:

  1. Merhabalar.
    Bilgi kirliliği ile ilgili yazınızı okudum. Doğru tektir. Ama hangisidir? Çok önceleri kitaplar, bizim için bilginin en doğru kaynağıydı. Gazeteler ve televizyon haber kanalları, haberin en doğru kaynağıydı.
    Sosyal medya çıktı, sosyal medyaya uzanan eller de çoğalınca, bilginin de haberin de cılkı çıktı.

    Sosyal medyanın, internet uzantıları çok tehlikeli. İnternet üzerinden gelişi güzel yayın yapan hiçbir medya uzantısına itibar etmemek gerekir. Yazılı basın, haber medyalarının içinde en güvenilir olanıdır. Yazılı basın da hata yapabilir, ama koyunun bulunmadığı yerde Abdurrahman Çelebi'dir.

    Kimin yalan, kimin doğru söylediğini her zaman isabetli bir şekilde tespit etmemiz mümkün olmaz! Doğruya ulaşabilmek, doğruyu tespit etmek her zaman mümkün değildir. Haberi veren ya da yayan kişileri çok iyi tanımanız gerekir. Kişileri tahlil etmek ve tanımak da uzun soluklu bir süreçtir.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Recep Abi,
      Haklısınız, sosyal medya çıkınca, ortalık yalan yanlış haberlerle doldu. Hele şimdi "yapay zeka" ile neler yapıyorlar görünce ben şoke oldum. Doğruluğunu tespit etmek mümkün mü bilemiyorum. Umarım en azından tespit edilebilir.

      Ben, bilgi kirliliğinde Atatürkçü, vatan sever yazar, çizerlerin sözlerine güveniyorum. Rahmetli Uğur Mumcu öyleydi, Aziz Nesin keza, (her dedikleri çıktı)Sinan Meydan, Osman Pamukoğlu keza. Atatürk'ün Nutuk'u, onun değerli silah arkadaşlarının kitapları gibi sözünden şüphe etmeyeceğim yazarlara güveniyorum. Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan, Barış Terkoğlu, Timur Soykan bunlar sözlerine güvendiğim yazarlar...

      Yorumunuz için teşekkür ediyorum.
      Selamlar, saygılar.

      Sil
    2. Merhabalar Bücürükveben.
      Elbette tanıdığımız ve güvendiğimiz kişilerin yaptıkları ve paylaştıkları haber ve duyurulara güvenebiliriz. Benim odaklandığım nokta, kim olduklarını bilmediğimiz kişiler ile ilgili internet üzerinde haber yayanların, haberlerine güvenip güvenmeyeceğimiz konusuydu.
      Selam ve saygılarımla.

      Sil
    3. Merhaba Recep Abi,
      Tabii ki, tabii ki haklısınız, ben de zaten aynı şeyi söylüyorum.
      İnternette özellikle insanları kışkırtmak, argo tabiriyle gaza getirmek, (benim gibi yaşlılar buna galeyana getirmek derdik), yanıltmak için kasıtlı olarak YALAN haberler yayıyorlar ve bunun için PARA alıyorlar.
      Selamlar, saygılar.

      Sil
  2. eveet nette bilgi ancak üniversite gibi kurumlardan olunca güvenebiliriz. veya prof filan :) gunnar hikayesi iyimiş. brody altın küre aldı galiba :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Üniversitelere bile her zaman güvenemiyorum şahsen deeptonecum, çünkü şimdi apartman üniversiteleri çıktı :)) insanlar parayla diploma alıyor, sahte diploma yaptırıyor hatta mesela Atatürk'e, cumhuriyete, laikliğe düşman biriyse, doktor moktor gibi fiyakalı unvan alıp ; (kendi üniversitesinde kendisi gibi tipler doktor yapıyor, prof. yapıyor!) içindeki kini, nefreti yalan dolanlarla kitap, bilgi, tez diye yazıyor. İnanan da saf saf inanıyor.

      Ama filmdeki Gunnar gibi, Atatürk'ü (tabii o zaman henüz ismi Atatürk değildi) destekleyen, direnişi destekleyen yazılar yazdı diye Osmanlı hükümeti (Damat Ferit Paşa) tarafından idam hükmüyle hapsedilen Falih Rıfkı Atay, Atatürk direniyor diye idam ettirilmek isterken "Ben ve kolordum emrinizdeyim paşam" diyen Kazım Karabekir Paşa, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi Atatürk'ün direnişini destekleyen yazarlar, Reşat Nuri Güntekin ilk aklıma gelen isimler. Yakup Kadri çok değerli bir roman yazarı ve onun Anadolu'yu anlattığı satırları herkes okumalı hani Osmanlı dönemini çok parlak, çok şahane sanıyorlar ya, nasıl bir sefalet içinde olduğumuzu döneme tanıklık ettiğinden yazıyor.
      Yine Emin Çölaşan var gazeteci, yazar, sıkı bir Atatürkçü, babası hayattayken devlet bir görevle Paris'e mi, Londra'ya mı ne gönderiyor (şu an unuttum) tabii görev gereği harcırah olarak döviz veriyorlar ve babası o dövizin harcamadığı kısmını getirip milletin/devletin parasıdır diye iade ediyor. Böyle dürüst insanların, böyle haram lokma yemeyen insanların evlatlarına her zaman güveniyorum, bir yazar, bir akademisyen, bir tıp doktoru kim olursa olsun unvanı ne olursa olsun, Gunnar gibi işgalcilere direnen Atatürk'ün değil de, işgalcilerin destekleyicisiye asla sözüne itibar etmiyorum. Herkese de naçizane tavsiye ederim.

      Ya kusura bakma çok uzun bir cevap oldu.
      Yorumuna teşekkür ediyorum.
      Brody altın küre mi almış aaa? Yakışır (bilmiyordum)

      Sil
  3. Filmden haberim yoktu. Fırsat bulursam mutlaka izlemek istediklerimin başına ekleyeceğim.
    Doğru bilgiye ulaşmak neredeyse imkansız olacak artık. Birileri yalan ya da yanlış bilgiye körü körüne inanıyor, sonra da başkalarına yayıyor. Bir de bakmışsınız doğru bilgiden eser kalmamış, yerine yanlışı konmuş.
    Özellikle sosyal medya da bu konu oldukça yaygın. Çoğu kişi, bilginin doğruluğunu teyit etmeden paylaşıyor. Bazen karşıma çıktığında kibar bir şekilde uyardığım oluyor, bu bilgi yanlış, doğrusu budur, diye yazıyorum. Hatta yorumuma katılanlar olmasına rağmen yanlış bilgiyi paylaşanın umurunda olmayanı da gördüm.
    Bizler, hazırcı olmuşuz. Google'a yazıyoruz sorumuzu, ilk sayfada çıkanı iyice araştırma yapmadan kopyala yapıştırla paylaşıyoruz. Elbette herkes bunu yapmıyor, en ince ayrıntısına, taa ki doğrusuna varana kadar araştıranlar da var.
    Eskiden internet yoktu. Bilgiyi ya kitaplardan ya da basından öğreniyorduk. 70'lerin başlarında evlerimize gelen televizyonda yayınlar zaten akşamdan akşama olurdu. Güncel bilgilerin en doğrusunu gazete verirdi. Doğru gazetecilk fazlaydı o zamanlar. Şimdiki gibi beyni uyutan habercilik anlayışı yoktu.
    Müthiş şahane yazılmış bir paylaşımdı. Yürekten tebrik ve teşekkür ediyorum. Emeğiniz dert görmesin. ❤️

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değil mi? Kimse kaynağını, doğruluğunu kontrol etme zahmetinde bulunmadan haber paylaşıyor. Kaynak göstermeyenler de çok. Söylemiş bir şey, kaynak yok! Gerçekten internet yokken kütüphaneye giderdik, ansiklopediler olurdu, Meydan Larousse, Britanicca, daha neler neler, onlardan en doğru bilgiyi alırdık. Bari Google'a yazmak yerine Google'da o ansiklopedileri yazsalar oradan daha doğrusuna ulaşacaklar.
      Beğenmene sevindim Nazlıcığım, çok teşekkür ediyorum konuya katkın ve yorumun için. Amin, cümlemizin ❤️

      Sil