Çok değil bir, iki ay önce Esad'ın kanser olan eşinin hayatını kaybettiği haberini okudum. Gazete haberi olunca inandım. (MSN miydi, başka bir site mi şu an hatırlamıyorum ama öyle tırıvırı bir site değildi) Bir ay mı, bir aydan sonra mı bir de ne göreyim Esma Esad Rusya'da kanser tedavisi görüyor diye bir haber!
Twitter'da birçok insan
"A! O kadın ölmemiş miydi?"
diye şaşırdılar. E, ben de çok şaşırdım.
Haberin gerçek olmaması bir problem. Bir de haberi söyleyenin kim olduğu önemli. Şimdi bir filmden yola çıkarak, haberi söyleyenin neden önemli olduğuna geleceğim.
Kısaca anlatıyorum:
2. Dünya Savaşı'nda, 1940 yılında, Almanlar, o zaman 3 milyona yakın nüfuslu, minnacık bir ülke olan, Norveç'i fazla zorlanmadan, denizden, havadan hatta Norveç kralının köyünü de bombalayarak işgal ederler.
Norveç'te de Mustafa Kemal gibi birkaç cesur, yiğit insan, işgale karşı direniş başlatır. Film, bu direnişçilerin en önemlisi olan Gunnar Sonsteby ve arkadaşlarının, tıpkı bizim Kuvay-ı Milliye gibi Almanlara nasıl direndiğini anlatıyor. Gunnar'ın kod adı No: 24. Filmin ismi de o yüzden No: 24.
Almanlar tabii salak değil direnişi bastırmak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar, direnişçileri bulunca korkunç işkenceler yapıyorlar, ihbar edenlene 200 000 Kron gibi büyük paralar vereceklerini söylüyorlar. Gunnar, yakalanmamak için aynı evde iki kez üst üste uyumuyor ve kendisi de, arkadaşları da yanlarında siyanür hapı taşımaya başlıyorlar. Yakalanacaklarını anladıkları anda içip intihar edecekler; çünkü o korkunç işkencelere dayanmaları mümkün değil.
Gunnar'ın bir de çocukluk arkadaşı var. Erling Solheim. Filmin başında, Gunnar bu tombiş çocukla birlikte kayak yapıyordu. İşte bu Erling, ne yapıyor biliyor musunuz? Alıyor eline kağıt, kalemi. Almanların ödül olarak vereceği 200 000 Kron için arkadaşlarını Gestapo'ya ihbar eden bir mektup yazıyor!
(Filmi izleyenlerden epey küfür yemiştir😂
benden de yedi merak ederseniz😂)
Neyse ki, mektup, bir şekilde direnişçilerin eline geçiyor, Gunnar'a mektubu gösteriyorlar ve çocuğu infaz ediyorlar. Yine de Gunnar, para için arkadaşının böyle bir alçaklığa, vatan hainliğine tenezzül etmesine ve onu öldürmek zorunda kalmalarına kahroluyor; hiç unutamıyor. Hem üzüntü, hem suçluluk duyuyor, bir travma oluyor.
Savaş bitince de Norveç'in en büyük madalyaları kendisine veriliyor. Wikipedia'da kontrol ettim bir dolu madalya, nişan vermişler haklı olarak. Buradan şu sonucu çıkarttım:
İnsanların gerçek karakterleri savaş zamanlarında veya zor zamanlarda ortaya çıkıyor.
Kimisi, ülkesini kurtarmak için Atatürk gibi, Gunnar gibi hayatını tehlikeye atarak direniyor, kimisi de Erling gibi ödül için direnişçileri, işgalcilere, düşmana satıyor!
Fransa'da da Almanlarla işbirliği yapanların bir kısmı infaz edilmiştir. Alman askerleriyle kırıştıran kadınlar sokaklarda saçları kesilerek, tartaklanarak, aşağılanmıştır.
Tekrar filme geleyim: Filmde, Gunnar, bir okuldaki Norveçli öğrencilere o günleri anlatıyor. Dinleyicilerden bir kızcağız,
"Benim dedemin kardeşini de öldürmüşler. Gerçekten kötü bir şey yapmış mıydı? Gerek var mıydı öldürülmesine?"
diye soruyor. Adam, kimdi ismi? diye sorunca, kız " Erling Solheim" demez mi!
Kahraman direnişçi sarsılıyor.
" Ah! Erling ha? Benim çocukluk arkadaşımdı, birlikte kayak kayardık, çok severdim, meğer 200 000 Kron için tutmuş hepimizi Nazilere ihbar etmiş. Mektubunu gözümüzle okuduk. Kafasına sıktık."
diyemiyor. Nasıl desin? Kızcağız akrabasının vatan haini olduğunu öğrenip üzülsün istemiyor ve
"Kusura bakmayın hatırlayamadım bu ismi"
diyor.
Şimdi bunu niye anlattım?
Yaşanan bu olayı bir de Erling gibi bir tip anlatsa, acaba yine üç kuruş için bambaşka şeyler mi uydurdu demezsiniz; eğer nasıl biri olduğunu bilmiyorsanız. Yani, herkese güvenilip, herkese inanılmaz. Güvenilir, namuslu, dürüst insanların sözüne güvenilir sadece.
Uzun lafın kısası: Doğru tekdir. Aynı olayı iki kişi, farklı, zıt şekilde anlatıyorsa, hangisinin güvenilir olduğuna bakın. Hangisi vatanı için idam fermanına rağmen savaşmış? Hangisi bir kahraman? Hangisi kuzu kılığında kurt? Hangisi vatan haini? Hangisi işgalcilere direniyor? Hangisi işgalcilerle pazarlık yapıyor? Bugünlerde de çok önemli bu sorular. Her zaman önemli. Gelecekte de önemli olacak. Kararı siz vereceksiniz. Verirken kendinize bu soruları sormayı unutmayın. Erling gibilerin değil; Atatürk ve Gunnar gibilerin sözüne itibar edin.
Kızcağıza gelince: Kimse akrabasını seçemez. Haklı olarak herkes anasını, babasını, dedesini sever. Toz kondurmak istemez. Artı; savaşlarda, devrimlerde devrim adına pek çok hata da yapılabilir. Mesela, biz, kendi gemimizi bombalamıştık. (Şu an üşendim ayrıntıları yazmaya); kendi uçağını vuran olur yanlışlıkla. Vatan hainleri yakalanırken arada masum bir, iki kişi de güme gidebilir. Bunlara dünyanın hiçbir yerinde kimse maalesef engel olamaz çünkü bilemez. Birisi bir şey fısıldar bitti. Devrimler o yüzden kanlıdır. Hatta devrimi yapanlar birbirine düşer, kıskançlık, çekememezlikler ortaya çıkar. Rus Devrimi'nde, Fransız İhtilali'nde çok olmuştur. İlla ki, karşı devrimciler olur. Biraz da bu yüzden devrimi yapanlar sert davranmak zorunda kalabilir. Gunnar'ın arkadaşı belki vurulmasa da olabilirdi. Hapis cezası da verilebilirdi hatta tüm Norveç'te
"Bu o............ çocuğu, direnişçileri Nazilere ihbar etti"
diye ifşaa edilse, ömür boyu insan içine çıkamaz hale gelip, daha iyi bir ceza da olabilirdi ama her olayı, dönemine göre değerlendirmek gerekir. O dönemde Avrupa ve Amerika, tüm dünyada vatana ihanetin cezası subaysa divan-ı harbe gönderilmek, suçlu bulunursa kurşuna dizilmekti. Benzer şekilde Kızıl Devrim, Ekim Devrimi denilen Rus devriminde, Çarlık sona erdiğinde son çarın çocuklarını dahi (hatta yanlış aklımda kalmadıysa köpeklerini de) kurşuna dizmişlerdi. Gencecik kızlar, hasta küçük bir oğlan çocuk....gerek var mıydı? Bence de yoktu ama o zamanki dönemde devrimi yapanlar
"Şimdi bu çocuklar büyür, düşmanlarımızla bir olur; yeni Rusya'ya karşı devrime kalkışırlar, uğraş dur." diye düşünmüş olabilirler zaten epey de tartışmışlar, kimisi çocukların öldürülmesini istememiş. Anastasia (Çar'ın kızlarından biri) filmini izleyenler hatırlarlar.
Sonuç olarak ; bilgi kirliliğinde her duyduğunuza inanmayın. Malum, Türk halkı olarak telefonda polis telsizi sesi duyduk diye, gidip emekli maaşını, altınını, gümüşünü dolandırıcılara veren saf insanlar var; yani herkese çabucak inanıyoruz, bilginin kaynağı önemli, yavuz hırsız, ev sahibini yakalatır sözünü unutmayın, Fetö'yü unutmayın, sizi en kolay dinle, Kuran'la kandırdıklarını unutmayın. Vatanınızı kimin kurtardığını unutmayın. Nankör olmayın. Kedilere nankör derler ama 34 yıllık kedici olarak asla nankörlüklerini görmedim.
😻🐈⬛🐱😽
Merhabalar.
YanıtlaSilBilgi kirliliği ile ilgili yazınızı okudum. Doğru tektir. Ama hangisidir? Çok önceleri kitaplar, bizim için bilginin en doğru kaynağıydı. Gazeteler ve televizyon haber kanalları, haberin en doğru kaynağıydı.
Sosyal medya çıktı, sosyal medyaya uzanan eller de çoğalınca, bilginin de haberin de cılkı çıktı.
Sosyal medyanın, internet uzantıları çok tehlikeli. İnternet üzerinden gelişi güzel yayın yapan hiçbir medya uzantısına itibar etmemek gerekir. Yazılı basın, haber medyalarının içinde en güvenilir olanıdır. Yazılı basın da hata yapabilir, ama koyunun bulunmadığı yerde Abdurrahman Çelebi'dir.
Kimin yalan, kimin doğru söylediğini her zaman isabetli bir şekilde tespit etmemiz mümkün olmaz! Doğruya ulaşabilmek, doğruyu tespit etmek her zaman mümkün değildir. Haberi veren ya da yayan kişileri çok iyi tanımanız gerekir. Kişileri tahlil etmek ve tanımak da uzun soluklu bir süreçtir.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Abi,
SilHaklısınız, sosyal medya çıkınca, ortalık yalan yanlış haberlerle doldu. Hele şimdi "yapay zeka" ile neler yapıyorlar görünce ben şoke oldum. Doğruluğunu tespit etmek mümkün mü bilemiyorum. Umarım en azından tespit edilebilir.
Ben, bilgi kirliliğinde Atatürkçü, vatan sever yazar, çizerlerin sözlerine güveniyorum. Rahmetli Uğur Mumcu öyleydi, Aziz Nesin keza, (her dedikleri çıktı)Sinan Meydan, Osman Pamukoğlu keza. Atatürk'ün Nutuk'u, onun değerli silah arkadaşlarının kitapları gibi sözünden şüphe etmeyeceğim yazarlara güveniyorum. Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan, Barış Terkoğlu, Timur Soykan bunlar sözlerine güvendiğim yazarlar...
Yorumunuz için teşekkür ediyorum.
Selamlar, saygılar.