23 Şubat 2025 Pazar

YEŞİM 12 (ROMAN)



Manisa'daki yerel bir TV kanalında kızlı, erkekli birkaç çalışan "Şöyle ses getiren iyi bir haber yakalasak. " diye kafalarını kaşırken, kapı açıldı ve sarı saçlarıyla muhabir kız, İpek, hava akımı yaratan bir hızla içeri girdi:

"Hey! Millet! Harika bir haber yakaladım. Akşam tüm ana haber kanalları bunu bizden alacaklar."

"Şaka değil de n'olur."

"Şaka değil."

"Yahu, küçücük şehirde yakalanacak ne haber olacak ki? Sipil dağına uzaylılar indi dersen bak o olur."

"Yok, o kadar da değil."

"E...çatlatma adamı?.."

"Sıkı durun: Soma'daki madende genç bir kız maden işçisi olarak çalışıyormuş. Böyle kafasında baret, elinde kazma."

"Oha! Gerçekten mi?"

"Gerçek tabii. Meğer orada herkesin maskotu olmuş. Biz bir aydır uyuyormuşuz."

Haber bölümünün şefi ayağa fırladı:

"Koşun o zaman çocuklar! Durduğunuz kabahat. Sizden dört dörtlük bir röportaj bekliyorum. Göreyim sizi."

"Oldu bil patron. Hadi görüşürüz."

İpek ve kameraman arkadaşı yarım saat içinde madene vardılar. Önce yetkililerden hem röportaj, hem de madenin içinde canlı yayın için izin aldılar, madene kendi rızalarıyla, çekim yapmak için girdiklerine, tüm kurallara riayet edeceklerine ve tüm sorumluluğu kabul ettiklerine dair bir kâğıt imzaladılar, beyaz renkte baret ve önlükler giydiler, bir aksilik olursa oksijen maskesinin nasıl kullanılacağını öğrendiler. Son olarak üstleri arandı, çakmak ve elektronik cihaz giremiyordu. Girmesi için anti-grizu olması gerekliydi. Tüm bunlar bir saati aldı. O sırada aşağıya haber uçuruldu ve Yeşim yüzü gözü simsiyah ve şaşkın yukarı çıktı. Kameraman hemen kızı çekmeye başladı.

"Sevgili seyirciler, şu anda Soma'da bir kömür madenindeyiz. Yanımızda Yeşim Özbey var. Kendisi buradaki maden ocağında maden işçisi olarak çalışıyor. Yeşim, bu nasıl oldu? Anlatır mısın? İzleyicilerimiz eminim merak edecektir."

Yeşim, babasını ve kardeşini kazada kaybettikten sonra annesini çalıştırmak istemediğini, dershanedeki arkadaşının verdiği dergideki madenci kadınları görünce nasıl etkilendiğini ve sonra olanları anlattı. Mikrofonu tekrar muhabir aldı:

" Başın sağ olsun Yeşim. Şu an tüm izleyicilerimiz de eminim en az benim kadar etkilenmiştir. Acı anılarını hatırlattığım için kusura bakma ama baban ve kardeşin eminim dediğin gibi seninle gurur duyuyordur. İkisinin de mekanı cennet olsun; gözlerin doldu... ben  hemen konuyu değiştireyim: Peki bir günün nasıl geçiyor? İzleyicilerimiz için anlatır mısın?"

"Öncelikle üzerimi evde değişiyorum, çizmelerimi, iş tulumumu evde giyip geliyorum çünkü kadınlar için ayrı bir giyinme yeri yok. Sonra madene inmeden önce usta başı yapılması gerekenleri söylüyor, keresteleri, ağaç kütüklerini vagonlara yüklüyoruz. Bir ucundan ben, bir ucundan arkadaşlar tutuyor."

Muhabir kız, bir kenarda yığılı kesilmiş, uzun ağaç kütüklerini gösterdi:

"Şuradakiler gibi mi? Bir deneyebilir miyim?"

İpek de kaldırmayı denedi ama yüzünü ekşiterek; hemen bıraktı. 

"Uuuv! Çok ağır sayın seyirciler! Kıpırdatamadım bile gördüğünüz gibi."

Yeşim gülümsedi.

"İlk gün bana da öyle gelmişti. Ama ben babamın kızıyım. Alıştım. "

"Sevgili izleyiciler şimdi de Yeşim'le birlikte madene ineceğiz. Madende ışık yasak olduğu için karanlıkta çekim yapacağız. Tek ışık kaynağımız orada kullanılmasına izin verilenler olacak. Haydi Bismillah."

Ocağa girerken çizme verdiler ekibe. Karanlıkta adım atarken yerler çamurlu olduğundan şapur şupur ses çıkıyordu ayaklarından. Daha sonra ray üzerindeki bir vagona bindiler. Vagonun ışığı yolu aydınlatıyordu ama yine de ürkütücü bir karanlık vardı, ne tren, ne tramvay kendine özgü ritmik bir sesi vardı vagonun, sol ve sağ tarafları kahverengi tonlarda, taş, topraktı. Ayağa kalksalar başların neredeyse tavana değecekti, tavanlardan belli aralıklarla çubuklar sarkıyordu, yol boyunca direkler, çelik halatlar, tavanı boydan boya geçen kocaman havalandırma boruları, kablolar vardı. Tavanlarda belli mesafelerle bir takım levhalar vardı, kimisi okla yönü gösteriyordu, kiminde anlamadıkları rakamlar yazıyordu.


"Sevgili izleyiciler şu anda vagonda ilerliyoruz. Evet gördüğünüz gibi madenin içindeyiz. İnanın tüylerim diken diken çünkü ilk kez bu yolculuğu yapan biri olarak oldukça ürkütücü. Burası gördüğünüz gibi zifir karanlık ve buz gibi soğuk. Yeşim, soğuk zor olmuyor mu?"

"Oluyor. İlk günler epey titredim ama zamanla alışıyor insan."

Daha sonra çeşitli çekimler yaptılar. Döner kepçeli ekskavatörler koca koca kayaları delerken, işçiler helezonlu matkap kullanırken, Yeşim, elinde kürek veya kazmayla çalışırken, el arabasında kömür tozu veya toprak taşırken...

"Gördüğünüz gibi şimdi ağaç kütüklerini yan yana dizip, üzerine de gazete örttüler. Poşetlerden ekmekler çıkartıldı. Bir saatlik yemek molası verecekler. Öğle yemeğinde yeşil soğan, helva, domates ve peynir, zeytin ve termoslara doldurulmuş çay var. "

Sonra tekrar gün ışığına çıktılar. İpek, mikrofonu yine eline aldı.

"Sevgili seyirciler cesur Yeşim, Soma'da 700 metre aşağıda kazma sallayarak ekmeğini çıkartıyor. Seni tebrik ediyorum Yeşim, hayatımda yaptığım en heyecanlı röportaj ve canlı yayın oldu. Röportajımıza Yeşim'in evinde devam edeceğiz ve annesi Fatma hanımla da tanışacağız. Bizden ayrılmayın. "

Böylece  Fatma'yla da konuştular. Evlerini, bahçedeki kedileri çektiler. 

O akşam haber saatinde tüm TV kanalları Yeşim ve annesiyle yapılan röportajı ekranlarına getirdi. Haber büyük ilgi çekmişti. İstanbul'da Boğaz'a bakan bir malikânede oturan Metin Haznedaroğlu da haberlere bakıyordu. Soma! Yeşim! Fatma! isimlerini duyunca karnına bir yumruk yemiş gibi oldu.

"Aman Tanrı'm! Bu o!"

dedi ve poposuna çivi batmış gibi koltuğundan fırladı. Televizyonun yakınına geldi. Gözlüklerini burnuna iyice yerleştirip, ekrana daha yakından baktı. Röportaj yapılan kız da tıpkı Fatma gibi yeşil gözlüydü. Hiç kuşkusu yoktu, şehir, isim, soyadı, göz rengi her şey tutuyordu. Bu kız kendi kızıydı. Ekrana bakarken

"Kızım!...."

diye mırıldandı.

İnsanlar geçmişte yaptıklarından çok, yapmadıkları ya da yapamadıkları şeyler için pişmanlık duyarlar. Metin de, onlardan biriydi. Kulağında bir ses:

"Yıllar önce aşkına sahip çıkamadın. Sevdiğin kızı karnında bebeğiyle yüz üstü bıraktın! Başkasıyla evlenmek zorunda kaldı. İşte sana fırsat. Bari şimdi bir işe yara!"  diye fısıldıyordu.


Devam edecek...

Yazan: Müjde Dural
Not: Bu hikayedeki kişilerin ve kurumların gerçek kişilerle ilgisi yoktur. Tamamen isim benzerliği ve kurgudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder