25 Haziran 2025 Çarşamba

YEŞİM (ROMAN) - 19. BÖLÜM


Gece olmuş; Soma'nın üzerine karanlık çökmüştü. Ormanın içinde hareket eden elli kadar ışık vardı. Yakından bakınca bunların ellerinde fener, ışıldak, başlarında baret arama, kurtarma çalışmalarına devam eden insanlar olduğu görülüyordu. Serdar'ın babasının eli telefondaydı, sık sık hayırlı bir haber almak umuduyla oğlunu arıyordu. Oğlu,

"Henüz bulamadık baba. Arıyoruz....bulunca haber veririm hemen, efendim? Yok, yok beni merak etmeyin, soğuk ama montum var."

diye cevaplarken, yaz olmasına rağmen orman serin olduğundan, ağzından buharlar çıkıyor ve saatlerce yürümekten göğsü inip kalkıyordu. Telefonu arka cebine koydu ve ellerini birbirine sürterek ve ağzıyla hohlayarak ısıtmaya çalıştı. Sonra tekrar yola koyuldu. Fatma, tabii ki uyuyamamış; sedirde oturmuş, elinde anneannesinin kehribar tespihi, dua okuyor, Sarman, yanında kıvrılmış uyuyordu. Kızı bulunana dek gözünü kırpmayacaktı.

O sırada Yeşim, cebinde eldivenleri olduğuna şükretti. Yoksa emekleyerek, sürünerek bunca yolu katederken, lime lime soyulup, enfeksiyon kapması işten bile değildi. Oksijen azlığından ve susuzluktan neredeyse bayılacaktı. Derken, kulağına 

şıp, şıp, şıp...

bir su sesi geldi. Dar yol bitmişti, aşağısı uçurumdu, lambanın ışığını tutunca, aşağıda babasının bahsettiği devasa yeraltı mağarasıyla karşılaşıp sevindi. Bu mağaranın mutlaka bir çıkışı, bir ağzı da olmalıydı. Babası öyle demişti.


Feneri yukarı, aşağı, sağa, sola tuttu, yüzlerce sarkıt, dikit vardı. Sonunda su içebilecek, suyun derinliğinin ne kadar olduğunu bilmiyordu. Yüzme bildiğine sevindi. Babası çocukken hem ona, hem Yusuf'a gölde yüzmeyi öğretmişti. Derinse, bu soğukta suya girerse hipotermiden ölüp ölmeyeceğini düşündü.

"Kaderimde varsa burada ölürüm Allah'ım yardım et!" dedi.

Sızlayan kaburgalarıyla ne olursa olsun diyerek kendi aşağı bıraktı, su şimdilik çok derin değildi, pantolonu dizlerine kadar ıslanmıştı. Buz gibi sudan kana kana içti. Dikkatle suyun içinde ilerlemeye başladı. Hışırtılı kanat sesleri duydu, yarasalar olmalıydı. Çok üşüyordu, tir tir titriyordu. Ama pes etmeyecekti. Lambasının ışığı ve suyun aksi mağaranın duvarlarında ışık oyunları yapıyordu. Bir ara korktuğu bir hayvanın duvarda kıvrıla kıvrıla gittiğini görerek ürperdi, su içmeye gelmiş zararsız bir kara yılandı. Yine de çığlığı mağarada üstü üste üç dört kez yankı yaptı:

" Allah'ım! N'olur çıkayım buradan! Yardım et bana. N'olur, yardım et!"

derken birden sesi kesildi, derinlik aniden boğazına kadar yükselmişti. Elinde kazmayla yüzmeye başladı çok zor oluyordu ama yapmak zorundaydı. Kazmayı bırakamazdı. Neyse ki, az sonra tekrar su diz hizasına geldi. Sırılsıklam olmuştu. Tirtir titreyerek ilerlemeye devam etti. Nihayet su azalarak bitti. En azından tavan kocamandı, emeklemekten kurtulmuştu. Çömeldi ve dinlenmeye karar verdi. Saatten haberi yoktu. Soğukta uyursa ölür müydü acaba dedikleri gibi? Çok uykusu gelmişti. Uyuyacak ve her şey bitecek, ölecek miydi? Uyumamalıydı. Bu mağara acaba nereye açılıyordu? Gidecekti. İlerleyecekti. Ne kadar yürüdü bilmiyordu.

Sabah olmuştu ama Yeşim farkında değildi. Sonra Vraaak! Vraaak! Tiyuuut! Tiyuutt! Çiyuv! Çiyuv! sesler duydu. Bu sesleri çok iyi tanıyordu, Acıgöl'ün su kuşlarıydı bunlar. Babası öğretmişti: Karabatak! Sümsük, Çamurcun, Sakarca....Göle çok yakın olmalıydı. Kulağını mağaranın duvarına dayadı sesler çok yakından geliyordu. Mağara belki de gölle yer altında kavuşuyordu. Önündeki duvar kalkerliydi. Yumuşacık kalker. Kazması en kolay toprak! Kazmayı vurdu.

"Vur Yeşim! Vur!"

diyordu içinden,

"Hayatın için vur! Seni buraya atan adamın kafasına vuruyormuş gibi vur! Buradan çıkana kadar vur! Burada ölmeyeceksin! Çıkacaksın!"

Her vuruşta taşlar parçalanarak düşüyordu, biraz daha, biraz daha! Bir yarık açıldı ve ışık içeriye sızınca içinden şükürler etti. Mağaranın çıkışını bulmuştu. Hayatında hiçbir şeye bu kadar çok sevindiğini hatırlamıyordu.

Yeşim, can havliyle kazmayı vurmaya devam ederken, Serdar, sabaha karşı evine gelmiş, banyo yapmış, bir şeyler yemiş, Luke'un karnını doyurmuştu. Telefonunu da şarj ettikten sonra Luke'u alıp tekrar yola çıktı. Gölün yakınındaki toprak yolda ilerliyordu ki, Luke havlamaya başladı. Delikanlı, ne oluyor bu ses ne? diye düşünmeye başladı. Ses tekrarladı:

"Güm, güm, güm!"

bir sesler geliyordu tepeden. 


Sese kulak kabarttı: Güm, güm, güm...

 Her gün bir yerden deprem haberleri geliyordu. Serdar kendi kendine

"Eyvahlar olsun? Deprem mi oluyor yoksa?"

dedi. Luke, tepenin dibindeki noktaya gözlerini dikmiş, kulaklarını arkaya yatırmış havlamaya devam ediyordu. Derken, sesler arttı, irili ufaklı taşlar dökülürken, topraklar yarıldı ve bir kazmanın ucu gözüktü.



 Ardından, çizmeli bir ayak açılan oyuktan dışarı adım attı, sonra başındaki baret neredeyse düşecek kadar eğilmiş, saçları ve giysileri ıslak bir kız kolunu yüzüne siper ederek kendisini aralıktan dışarı attı. Toz, topraklar genzine, ağzına, burnuna kaçtığı için öksürüyordu, gözleri saatlerce karanlıktan sonra ışıktan kamaştı, karşısında sürekli havlayan bir köpeği ve hayal meyal ona bakan bir adam gördüğü an her yer karardı ve Yeşim, boş çuval gibi yere düştü.


Serdar'ın ağzı açık kalmış, göz bebekleri büyümüştü.

"Aman Allah'ım! Bu o! "

diyerek kızın yanına koştu. Montunu çıkartıp üzerine örttü. Sonra hemen 112'yi, arama kurtarma ekip şefini, kızın annesi Fatma'yı ve en son evi aradı. Anne ve babasına da güzel haberi verdi. Yeşim'i o bulmamış, kız, kendisini kurtarmıştı. Aynen böyle söyledi. Kerem;

"Helal olsun! Çok şükür Yarabbim. Maşallah ne güçlü kızmış. Ne yaptı, etti kurtardı kendini. Sen de tam zamanında oradaymışsın oğlum. Bu da Allah'ın işi. Yoksa kızcağız saatlerce baygın ambulansı bekleyecekti."


Ambulans geldi ve kızın üzerine hipotermi olmaması için özel bir battaniye örttüler ve oksijen maskesi taktılar. Hayattaydı, nabız alıyorlardı. Sirenler çala çala son hızla hastaneye yetiştirdiler.  Az sonra sevinçten pembe yanakları al al yanan Fatma, hastanede kızının yanındaydı, kurtulduğu için şükrediyor, Serdar'a teşekkür üstüne teşekkür ediyordu. Televizyon ekibi de hastanenin önündeydi. Yeşim'in koluna serum takılıydı. Yüzündeki yara, berelere, çiziklere batikon sürülmüştü. Düşerken alnını çarptığı yerde ceviz gibi bir şişlik vardı. Çok bitkin düştüğünden hâlâ uyuyordu. Kaburgalarında da çatlaklar vardı.

19. Bölümün sonu


Yazan ve çizen: Müjde Dural
Not: Bu hikayedeki isim, kurum ve kişilerin gerçek kişilerle, kurumlarla ilgisi yoktur, kurgudur. İsim benzerliğidir.


2 yorum:

  1. ne güzel bölümdü. mağara kısmı çok heyecanlıydı. neyse ki kendini kurtardı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim canım. Beğenmene sevindim. Bu arada benim kendi yorumum spama düşmüş :) daha dün akşam sana yazmıştım. Arada kendi yorumlarımı da spamda buluyorum. :)

      Sil