3 Temmuz 2025 Perşembe

YEŞİM (ROMAN) - 20. Bölüm


Aynı saatlerde, İstanbul'daki Haznedaroğlu malikânesinde, Zerrin, annesi ve kardeşiyle kahvaltı yapıyordu. Babası çoktan işe gitmişti. Salonun duvarındaki büyük tv ekranında doktorlu programlardan biri vardı, romatizma üzerine konuşuyorlardı ki, stüdyodaki sunucunun kulaklığına bir haber geldi ve kadın,

"Doktor bey, özür dilerim....ee, bir dakikalığına sözünüzü keseceğim, eee...şimdi çok güzel bir haber aldık sevgili izleyiciler, Soma'daki kayıp madenci kız Yeşim Özbey sağ salim bulunmuş. Hepimizin ve ailesinin gözü aydın. Evet...güzel haberi de izleyicilerimize verdik, şimdi doktor bey yeniden konumuza dönebiliriz. Fazla kilonun romatizmaya etkisi diyordunuz...."

deyince, Zerrin, şoke oldu, 


elindeki portakal suyu dolu kadehi düşürdü. Bardak tuz buz oldu.

Babası, bu tuhaf tepkiyi göremediği için şüphelenmedi. Sevmeden evlendiği ve hep dırdır eden karısının yüzünü görmemek için her sabah erkenden iş yerine gidip orada kahvaltı ediyordu. Annesi şaşırdı.

"A! Nazar! Nazar! Nazar çıktı. Sümbül hanım!"

"Buyurun?"

"Kızım hemen topla cam kırıklarını birine batmasın...."

"Tamam...." diyen kadın bir koşu gidip, fırça ve faraşla geldi. Zerrin dudağını ısırıyor, ağzını eğip büzüyordu.

"Kızım, tamam, üzülme aaa, yüzün bembeyaz olmuş; alt tarafı bir bardak. Nazar bu nazar. Cana gelmesin, mala gelsin. "

Kardeşi Aslan da haberi duymuştu. Yüzü sarardı. Bu işin sonunda ablasıyla birlikte hapsi boylarlarsa diye ödü kopuyordu. Ama annesi, televizyondaki romatizma programına baktığından iki çocuğun tuhaf tepkisini farkedemedi. Sümbül, kırıkları götürürken seslendi:

"Sümbülcüğüm, bir bardak portakal suyu daha getir canım."

"Hemen....."

"Ya istemiyorum anne, gerek yok."

" Kızım! Aa! Üniversiteye hazırlanıyorsun. C vitamini bana değil asıl sana lâzım. Getir sen Sümbül, ona bakma. Üniversiteyi bir kazan valla bu stres, gerginlik beni bile yordu bir güzel tatile çıkalım. Bodrum olur hatta İtalya filan olur yoksa Miami'ye mi gitsek? Ne dersiniz çocuklar? Valla ne güzel olur değil mi? Hıı? "

xxx

Serdar, arabada sıcaktan bayılmasın ve karnını doyursun, dinlensin diye Luke'u çiftliğe bırakmaya gittiğinde, Yeşim, gözlerini açtı. Yanındaki küçük sandalyede annesi oturuyordu. Şükür üstüne şükrederken, kızına oraya nasıl geldiğini sordu. Yeşim'in en son hatırladığı can havliyle kazma salladığıydı. Sonrasını anımsamıyordu. Annesi gülümsedi,

" Seni Serdar bulmuş güzel kızım. Hemen ambulans çağırmış. Allah razı olsun."

"Serdar derken?"

" Kızım, hani madenin eski ortağı Kerem beyin oğlu var ya? Sadullah beyin torunu. Kız, hani sen çocukken göle attıydın ya, o Serdar işte!"

Yeşim'in yeşil gözleri şaşkınlıkla açıldı. Bir daha hiç karşılaşacağını sanmadığı çocukluk aşkı Serdar ha? Bazen onunla tekrar karşılaşmayı hayal etmişti ama bu şekilde olacağı hiç aklına gelmemişti. Sıçan gibi sırılsıklam! Üstünde madenci tulumu! Aman Tanrı'm! diyordu içinden. 

xxx

O sırada Sümbül, portakal suyunu getirip tekrar çıktı. Kız, annesinin tatil planlarına tek söz etmeyip,  ikinci kez portakal suyu getiren Sümbül'e bir teşekkür bile etmeyince, onun yerine annesi teşekkür etti. Zerrin'in aklı Yeşim'in bulunmasındaydı, portakal suyu filan düşünecek durumda değildi. İçinden

"Allah kahretsin Çetin! Allah kahretsin seni! Hani kızı yolumdan çekmiştin? İnşallah ucu bana dokunmaz. Allah kahretsin! Allah kahretsin! Şimdi ne yapacağım?"

diyordu. Masada daha fazla oturamayacak kadar gergindi. Portakal suyunu alıp ayağa kalktı.

"Anne, bahçede içeceğim. Biraz hava alayım."

"Tamam kızım, tamam. Derslerden bunaldı ablan galiba. Yoksa Miami lafını duyunca zil takıp oynaması lazımdı. Oğlum sen niye yemiyorsun? Bitirsene omletini. Bak Sümbül hanım sen zeytinli seviyorsun diye zeytinli yaptı."

Aslan'ın da tüm iştahı kaçmıştı. Gerim gerim geriliyordu. Annesine bir şey belli etmemek için dikkatini omlete vermeye çalıştı. Zerrin, bahçeye çıktı. Portakal suyunu hırsından çimlere boca edip, kadehi verandadaki hasır oturma grubunun ortasındaki sehpanın üstüne bıraktı. Evden iyice uzaklaştı. Kırmızı, pembe, beyaz, sarı güllerin özenle yetiştirildiği yere geldi, bahçenin bu kısmı diğer tarafından yemyeşil çim çitle ayrılıyordu.

Zerrin'in bir metre yükseklikteki çim çitin arkasında emektar bahçıvanın, başında hasır şapka, elinde kocaman çim kesme makası ve meşin eldivenlerle yere çömelmiş, çimlerin düzgün olmayan kısımları budadığından haberi yoktu. Cep telefonunu alıp, Çetin'i aradı. Sinirden ağzını, yüzünü büzüyordu. Çetin, "Güzelim?" der demez

"Bana güzelim deme! Hani Yeşim denen o kız ölecekti? Hani ayağımın altından çekecektin?"

diye bağırmıştı ki, "Kırt" diye makasın sesini duydu. Telefon elinde

"Kim var orada?"

diye seslenince, beyaz bıyıklı, yuvarlak, numaralı gözlüklü, yaşlı bahçıvan ayağa kalktı. Çok şaşırmış olduğu belliydi.

"Şeyy, benim, çim çiti buduyordum küçük hanım..."

derken sesi tedirgin ve rahatsızdı. Her şeyi duyduğu korkuyla bakan gözlerinden belliydi.

"Hidayet amca!"

Kız, çocukluğundan beri ona "amca" diye seslenirdi. Dürüst, namuslu biriydi. Eşiyle müştemilatta oturuyorlardı. Çocuklarını evlendirmiş, torun seviyorlardı. Zerrin, kekeledi:

"Pardon Hidayet amca, şey, a- arkadaşımla aramızda şakalaşıyorduk....espri yani...ya- yanlış anlamadın ya Hidayet amca?"

" Bir şey duymadım zaten kızım. "

İhtiyar, öyle dedi ama yüzü aksini söylüyordu. Zerrin, "Neyse ben gideyim, kolay gelsin." diyerek dönerken, bahçıvan da "Sağol kızım." dedi ve işine devam etti. Alnındaki boncuk boncuk su damlaları güneş altında çalışmaktan çok duyduklarının yüzündendi.

xxx

Serdar, Luke'u çiftliğe bırakıp, bir duş alıp, üstünü değiştirip, Nuriye'nin kızarttığı pişileri de saklama kabına koyup, tekrar hastaneye geldiğinde, girişin önünde televizyoncular, canlı yayın arabaları vardı. Güvenlik onları içeri sokmuyordu. Delikanlı, kızın yanına geldiğinde, Yeşim, uyanmış, polise olanları anlatmıştı. Yatağında dinleniyor ve test sonuçlarını bekliyorlardı. Annesinin yüzü, kızını hastaneye yetiştiren Serdar'ı görünce aydınlandı.  

"Hoş geldin Serdar oğlum."

"Hoş buldum" diyen Serdar, kendine gelmiş olan Yeşim'e döndü ve "Geçmiş olsun." dedi.

Yeşim'in yanakları pembeleşti.

"Çok teşekkür ediyorum. Beni siz bulmuşsunuz."

"Ooo? Sizli bizli olmayalım bence. Biz çok eski arkadaşız. Unuttun mu?"

diye muzip muzip göz kırptı. Yeşim, delikanlının kendisini buz gibi suya attığını unutmadığını anladı; gözlerini mahcup mahcup indirdi.

"Şeyy.....size....

Serdar bir kaşını kaldırıncı düzeltti:

"Sana epey gecikmiş bir özür borçluyum."

Serdar muzip bir tavırla kollarını kavuşturup, yalancıktan titredi.

"Brrrrr! Bayağı üşümüştüm hani."

diyerek gülünce, kız da rahatladı. Annesi lafa girdi:

"Valla ilkokuldayken çok yaramazdı kızım, sana bir şey olacak diye çok korktuyduk rahmetli babasıyla. "

Serdar güldü,

"Ama olmadı. Sahi aşağıda televizyoncular seni bekliyor. Başına neler geldiğini merak ediyorlar, doğrusu ben de çok merak ediyorum."

Yeşim, olanları kısaca tekrar anlattı. Zaten anlatacak uzun bir şey de yoktu.

"Senin oradan elinde kazmayla çıkışın ömür boyu gözümün önünden gitmeyecek! Valla Helal olsun! Ben deprem oluyor filan sandım. "

"Çıkana kadar kazma salladığımı hatırlıyorum ama sonrasını anımsamıyorum."

Fatma

"Elleri kırılsın! Sürüm sürüm sürünsünler! Ne istediler kızımdan? Kimsenin tavuğuna kışt demedik. Kendi halimizde insanlarız biz Serdar oğlum...kim ne ister ki, benim kızımdan? "

"Çok tuhaf gerçekten de Fatma teyze. Şey ben koridora çıkıp babamları arayayım, haber bekliyorlardı. Kantinden bir şey ister misin Yeşim? Meyve suyu, kuru pasta?"

"Sağol, bu sıcak pişiler harika."

"Afiyet olsun, bizim Nuriye teyzenin pişileri meşhurdur.". 


20. Bölümün sonu




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder