10 Şubat 2025 Pazartesi

YEŞİM 10 (ROMAN)

Fatma haykırdı:

"Hayır! Hayır! Hayır! Hayır! Allah'ım n'olur onlara bir şey olmasın! Hüseyinime, Burakcanıma bir şey olmasın. Kimseye bir şey olmasın. Kimse ölmesin. N'olur Allah'ım! "

Sağına, soluna şaşkın şaşkın baktı. İçeri koştu, çantasını, cep telefonunu aldı. Kapının anahtarını alacaktı ki, yere düşürdü; eğilip tekrar aldı, ayakkabısını bir türlü giyemedi, sağ tekini, sol tekini birbirine karıştıracak kadar afallamıştı. İçinden dualar ediyor, kötü düşünmemeye çalışıyordu. Anahtarı aldığı halde kapıyı aralık bıraktığının  farkında değildi. 

 "Kötü bir şeyler olacak olsa, bugün içimden gelip mantı açmazdım....niye içimden geldi? Çünkü akşam hep beraber olacağız sofrada......tabii ya...." 

diyordu. Asılmayı bekleyen çamaşırlar mavi sepette beklerken, koşa koşa dolmuş, minibüs bulmaya gitti. Sarmanlar, tekirler,  minnoşlar kapının aralık olduğunu hemen fark ettiler ve içeri doluştular. Uzun tüylü, kara kedi "Oh! Ne konfor!" diyerek sedirde uyumaya başladı, tekir mutfağı kolaçan etti, açıkta yiyecek yoktu; döndü ve karanın yanına uzandı,  sarman ise kirli sepetinin içinde uykuya daldı. 


Aynı saatlerde, Serdar'ın babasının yorgun kalbi, oğlunun düğün gününün skandalla son bulmasına ve biricik evladının depresyona girmesine dayanamadı. Günlerdir içine atmıştı. "Kolum!" diyerek olduğu yere yığıldı. Hemen, İstanbul'un en iyi kalp doktorlarının olduğu bir özel hastaneye doğru yola çıktılar. Araç, siren çala çala giderken, paramedik, saçları beyazlamış, hafif göbekli, yaşlı adama sedyede kalp masajı yapıyordu. Eşi, hem dua ediyor; hem de Binnur'u suçluyor ve içinden 

"Hep o Binnur'un yüzünden! Oğlumu mahvetti, babası ondan çok üzüldü, tek oğlu. Biricik evladı. Nasıl üzülmesin? Dayanamadı kalbi işte."

diyordu. Kadının 90 yaşındaki annesi de evinde düşüp; kalçasını kırmıştı ve kalça ameliyatı olmuştu. Fizik tedavi yapıyorlardı. Neyse ki, çok dinç bir kadındı. Her gün hastaneye gidiyordu. Şimdi hem eşi, hem annesi ne yapacağını şaşırmıştı. Aksilikler, felaketler üst üste gelir denir ya. Aynı öyle olmuştu. 



Göçük sonrası madenin önü ana baba günüydü ve ambulanslar, itfaiye, kurtarma ekibi, arama köpekleri, çekim yapan tv kanalları ve yakınlarından haber bekleyen endişeli  insanlarla doluydu. Kalabalıkta, anne kız birbirlerini buldular. Ama Burakcan'dan da, Hüseyin'den de haber yoktu.

"Saatler geçti. Kurtarma çalışmaları devam ediyordu. Hava karardı. Bulutsuz yaz gecesinde yıldızlar ışıl ışıl parlıyordu. Fatma, kızına moral vermeye çalıştı:

" Ağlama kız! Benim de moralimi bozma! Şimdi alkışlarla, ıslıklarla herkes sağ salim çıkacak, baban ve kardeşin de..."

"Anne? Bir şey olmamıştır di mi?"

"Olmamıştır kızım...ne kazalar atlattı baban..."

"Burakcan bi çıksın, iyi bir fırça çekeceğim ona."

"Sen mi, ben mi? Haylaz çocuk! Senin madende ne işin var dedim ama dinlemedi. İlla görecekmiş. Kızım, dur. Konuşturma beni, duamı şaşırdım. Sen de dua et."

Polisler, güvenlik sebebiyle barikat kurmuş, bekleşenleri yaklaştırmıyordu. Saatler geçmek bilmiyordu. Derken, babalarının arkadaşı Adem, yüzü simsiyah, ikisinin yanına geldi. Elinde bir baret tutuyordu. Fatma adama sordu:

"Adem abi, kurban olayım bişi söyle! Yaşıyorlar değil mi?"

Ama Adem konuşamıyor, Fatma'ın yüzüne bakamıyordu. Gözlerine dikkatle bakınca akıttığı siyah göz yaşları fark edildi.


"Başın sağ olsun bacım....maalesef ikisini de kurtaramamışlar....yedi şehidimiz var, Hüseyin de son anda oğlunu çıkartmaya çalışmış ama ..... "

Adem, cümlesini tamamlayamadı. Hani bazen kıyamet günü nasıl olacak deriz ya, işte o gün Fatma ve Yeşim için kıyamet günüydü. Sanki, galaksiler çarpışmış,  obur bir kara delik, yıldızları, gezegenleri yutmuş, dünyanın ekseni yamulmuş, kutuplar yer değiştirmişti.

Ertesi gün, mezarlıkta ikisi Hüseyin'in ve oğlu Burakcan'ın olmak üzere, bayraklara sarılı yedi tabut yan yana dizildi. Sadece ağlama ve hıçkırık sesleri duyuluyordu, bir kolundan Yeşim, diğer kolundan annesi tutmasa, Fatma'nın dizleri tutmayacaktı. 

Göl Büyücüsü ile deli sandığı oğlanın hikayesini kızına anlatabilse, belki biraz teselli olurdu ama anlatamazdı. 

Ölüm karşısında çaresiz olan insanoğlu önce şoke olur, sonra inkâr etmek ister, kimi isyan eder ve nihayet kabulleniş gelir. Fatma, isyan aşamasındaydı. Cenaze dönüşü evin kapısı ardına kadar açık ve önü ayakkabı doluydu. Fatma, kolonyalarla, limonlu sularla ayakta durmaya çabalıyordu. Halasının kızı hemşireydi ve arada tansiyonunu ölçüyordu. İçeriden "Yaaasiiin, vel Kuranıl hakimmm..." ve hıçkırık sesleri geliyordu. Fatma'nın ve Hüseyin'in akrabalarından üç kadın helva yapmak için mutfağa girmişti. Un ve tereyağında kavrulan süt kokusu küçük odayı kapladı. Bahçedeki kediler bile şaşkındı. Olağanüstü bir gün olduğunun farkındaydılar. Yeşim'in ağzını bıçak açmıyordu. Güzel yeşil gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Daha ÖSS'yi kazanacaktı, resim öğretmeni olacaktı. Küçük kardeşi de maden mühendisi olacaktı. Bunların hayalini kuruyordu babası. Şimdi ne olacaktı? 

Devam edecek...

Yazan: Müjde Dural
Not: Bu romandaki kişiler ve kurumlar hayalidir. Gerçek kişi ve kurumlarla alakası yoktur. İsim benzerliğidir.


11 yorum:

  1. Uzun zamandır okumamıştım. Hepsini en kısa zamanda okuyacağım en heyecanlı yerinde kalmıştım :)
    Forumda yorum yapan kişilere her ay hediye vermeye başladık. Belki o şanslı kişi siz olabilirsiniz. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne zaman isterseniz:) A, öyle mi? Şimdiden kazananları tebrik ederim. Teşekkür ediyorum. :)

      Sil
    2. Teşekkür ederim :)
      Sizleri de yorumlaşmaya bekleriz :D

      Sil
    3. Ya, kusura bakmayın da sanki hediye için yorum yapacakmışım gibi hissettim. Ben başka yazılarınıza yorum yapıyorum yine öyle yapayım, hediye için yorum yazmış olmak istemem. :)))
      (yanlış anlamayın lütfen)

      Sil
    4. Yok yok artık her ay bloğumuzu ziyarette bulunan ve yorum kişilere bu şekilde hediyeler vereceğiz.
      Hiç sorun değil yanlış anlaşılacak bir durum yok :)

      Sil
  2. Merhabalar.
    Korktuğum başıma geldi. Burakcan'ın, babasına unuttuğu yemeği götürmesinden belliydi. İşte bir maden faciası daha ve biri çocuk 6 madenci daha yaşamını kaybetti. Çok üzüldüm. Her ne kadar yaşam devam ediyor olsa da, bundan sonra Fatma'nın ve Yeşim'in işi zor.
    Hikayenin diğer tarafındaki Serdar'ın yaşadıkları ve babasının bu yaşanılan olay karşısında kalp rahatsızlığı geçirmesi de pek hayra alamet değil.
    Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Recep Abi,
      Evet; hikayede maalesef korktuğunuz oldu. Serdar'ın babasının da başına gelenlerle aynı zamana denk gelmesi ileriki bölümlerde hayırlara vesile olacak.
      Yorumunuz için çok teşekkür ediyorum.
      Selamlar, saygılar.

      Sil
  3. oyyyy bu sefer gülmediiik üzüldüüük bu bölümdeeee :) geçen bölümde gerilimli idiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Maalesef öyle oldu deepcim ama ileriki bölümlerde heyecanın yanısıra güleceğiz de:) Çok teşekkürler yorumun için.

      Sil
  4. Hikayenin bu bölümünü tahmin ediyordum ama...Cümlemin sonunu getiremeyeceğim galiba. Faciayı iliklerime kadar hissettim. Tabii yazarın muazzam anlatımı hisleri daha da kuvvetlendiriyor. Bu gibi faciaların ardından geride kalanlar için öyle zor ki...Ancak yaşayanlar bilir bunu.
    Kaleminize, gönlünüze sağlık olsun. Sonraki bölümde görüşmek üzere, faciaların, üzüntülerin olmadığı zamanlar diliyorum. ❤️

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın Nazlıcığım, ölen öldüğünü bilmez; kalan için daha acıdır dayanılması...daha zordur. Yaşamayan bilmez gerçekten. Çok teşekkür ediyorum canım, görüşmek üzere.
      Aminnnn......❤️🙏

      Sil