9 Aralık 2021 Perşembe

ABDULLAH GÜL'ün ŞÖVALYELİK TÖRENİ

 


 

2. Videoya tıklayınca,  ilahiler eşliğinde, İngilizlerin alkışları arasında, Abdullah Rose ve karısı şövalyelik madalyası alıyorlar. Videonun tamamı yok. Niye yok bilmiyorum. İnternette tesadüfen gördüm. Silebilirler. Bilen varsa kaydetsin silinmeden.

Biliyorsunuz siyasal İslamcılar yani dinciler Atatürk'ü sevmez. Atatürk'ü daha "Atatürk" olmadan önce yani Mustafa Kemal iken de sevmiyorlardı. 

"Yunan ordusuna karşı çıkmayın"

" Yunanlılar dostumuzdur"

"İngilizler dostumuzdur"

"Fransızlar dostumuzdur. Mustafa Kemal ve arkadaşları çapulcudur."

diyorlardı.  Korkak, karaktersiz, güçlüden yanaydılar. Hep padişaha kul olmaya, çanak yalamaya, rüşvete alışmışlardı. Şimdi madem Fransızlar, İngilizler, Yunanlılar yeni "efendileri"ydi, o zaman onlara saygıda kusur etmemelerdi. 

Mustafa Kemal da kim oluyordu ki, Fransız'a, İngiliz'e, Yunan'a, İtalyan'a hatta ABD'ye (çoğu kişi bilmez Samsun limanını bombalamıştı Amerikan gemisi)karşı çıkacaktı? Belki de psikolojik olarak böyle cesur bir insanı için için kıskanıyorlardı. Kendileri gibi "köle ruhlu" değildi Mustafa Kemal. İşgalcilere karşı çıkan cesur yürekli bir devrimciydi. İşte o gün bugün dinciler Atatürk'e düşman oldular. "Keşke Yunan kazansaydı" diyerek geberenler de onların torunları.

Sebebi, padişah yani halife yani saray, çaresizlikten İngiliz, Fransız, Yunan ne derse yapmak zorundaydılar, borçlu bakkal gibi  (dünya borçları vardı o ülkelere) başları eğikti. (Padişahın yani Osmanlı'nın bu borçlarını sonradan Atatürk öldükten sonra bile yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, son kuruşuna kadar ödedi. )


İşte bu dinciler bir de tutup Atatürk'e "İngilizlerle gizli anlaşma" yaptı filan gibi iftiralar atarlar. Aslında İngiliz'le, Yunan'la, Fransız'la anlaşan hep dincilerdi. Günümüzdeki dinciler de işte böyle İngiliz Kraliçesinden alkışlarla şövalye nişanları alırlar. Atatürk niye İngilizlerden, Fransızlardan nişan, şövalyelik almadı? Çünkü değil onlarla işbirliği yapmak, alayının çanına ot tıkadı. Mis gibi kovaladı yurdumuzdan. S....tiri çekti hepsine. Neye uğradıklarını şaşırdılar. Ne güzeldi, padişah hepsiyle işbirliği yapıyordu oysa. Tam paylaşmışken Anadolu'yu  nereden çıkmıştı bu asi devrimci Mustafa Kemal? 

Atatürk, yabancılardan sadece Osmanlı İmparatorluğunun subayı iken, 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya müttefik olduğundan; o savaşta ve Çanakkale Harbi'nde yaptığı kahramanlıklardan ötürü nişan almıştır. 

Cumhuriyet kurulduktan sonra ise sadece TBMM'nin, Türk Hava Kurumu'nun nişan ve madalyalarını almıştır. 

Soruyorum: İngilizler kolay kolay İngiliz olmayan, İngilizlerin çıkarına hizmet etmeyen kimselere böyle şövalyelik vs. unvan, nişan, madalya vermezler. Ne yaptı da aldı? TSK' yı Silivri' ye attığı için mi? BOP, için mi? Suriye'ye, Libya'ya, Irak'a işgali desteklediği için mi? Colin Powell ile "gizli antlaşma" yaptığı için mi? Galiba hepsi....ve kim bilir daha bilmediğimiz neler için? 

Ünlü devrimci Fidel Castro'nun bir sözü vardır. (Ona ait deniliyor; araştırmadım) der ki:

"Düşmanın sana madalya veriyorsa, sendi bir puştluk var demektir."

E, bu yazımı  Madde madde akepe'nin SUÇLARI ile birlikte okursanız, "dış güçler" dediklerinin niye Abdullah Rose'a şövalye nişanı, madalya verdiklerini anlamanız zor olmaz.  Dinci dedikleri düne kadar peygamber muamelesi yaptıkları Fettoş'un da neden Müslüman bir ülkede değil de, Hristiyan ABD'de yaşadığını hatırlayın. Erbakan'ın kızının ailecek neden Müslüman bir ülkeye değil de ABD'ye yerleştiğini anımsayın. Dinciler böyledir. Para ve güç neredeyse oraya yamanırlar.  
   

Bu nişanla ilgili ayrıntılı bilgi ve fotoğraf (İngilizce)

Haberle ilgili yorumlar (Türkçe)


7 Aralık 2021 Salı

ARKADAŞLARIMIN GÜZEL KİTAPLARI - OKUMAYAN KALMASIN

Sevgili  arkadaşım Sevil'in Ya Başka Bir Hayat Mümkünse isimli kitabı ile yine sevgili arkadaşım Hanife'nin Fırçadaki Son Şiir isimli kitaplarını çok önceden alacaktım ama olmadı. Bugüne nasipmiş diyelim. 


Ah, canım yavrumla, melek oğluşumla çekmiştim bu resmi. 

Hanifeciğimin kitabı ünlü şair Orhan Veli Kanık'ın hayatını anlatan bir kitap. Woww! 400 sayfa ve daha yeni başladığım için okuyup bitirince  ayrıca yazacağım yorumumu. Ama ilk sayfayı açıp baktım roman gibi yazmış yani  "Şurada doğdu, sonra şu okula gitti...." gibi sıkıcı, bildik biyografi değil asla. Roman tadında.  

Sevilciğimin de, Hanifeciğimin de ellerine, emeklerine sağlık diyorum.

Sevil'imin kitabı bir kişisel gelişim kitabı dersem yanılmış olmam sanıyorum.  Önce ondan başladım çünkü sayfa sayısı olarak az ama içerik olarak dolu dolu ve öyle olduğu için bir solukta bitirdim. Masal gibi bir kendini arayış hikayesi. Çok sürükleyici, akıp gidiyor sayfalar. Sıkılmak mı? Ne mümkün?

Olaylar Haksunag gezegeninde geçiyor. Ana kahramanımız genç bir kız: Mira. Cips isminde bir de kedisi var. Gezegende yaşayan ölü insanlar var. Ayol bunlar bana bir yerden tanıdık geldi. Hani 

" Çıkar telefonunu göster."

diyen, böyle her şeye tepkisiz, kendilerine ne anlatılmışsa ona inanan, Matrix filmindeki kırmızı hapı içmiş tiplere benzettim. Mira ise farklı, o yaşayan ölü değil. Umudu var, iyimser, enerjik ve soruyor, sorguluyor. Bir gün Mira,  Prinori Garanarga isimli bir yazarla tanışıyor ve onun notlarını her gün bir bölüm okumaya başlıyor. Yazarımızın bir şartı var:  Mira, bu notları bir başkasına da okutacak. Mira, yazarın dediğini yapıyor, kendi okuyor ve bir başkasına da okutuyor. 

Notlarda neler mi var? Düşüncelerinin tutsağı olmak - zihin oyunları - korku - suçlu hissetmek - aşkın halleri - kendin olmak - huzur - her şeyi alıp kabul etmek / hayatı kabul etmek  gibi felsefi konular.

Kitapta en sevdiğim cümlelerden bazıları şunlar: 

" Korku ağırlık verir, sevgi hafiflik,  korkan insanlar değişmekten de korkuyorlar  ( Aç parantez yine Türkiye'nin ve o 'çıkar telefonunu göster' diyenlerin haline benzettim. -  değişmek/dönüşmek -  pes etmek yok - "Şaşırt kendini ve mevcut enerjiyi"  "Bulanlar hep arayanlardır" "en güçlü görünenler en hassas olanlardır"  "Kendimizin en itici, en egolu, en hatalı, en gölgeli yanlarını da keşfetmeliyiz o da biziz" su akıyor, güneş doğuyor...niye akıyorum diye düşünmüyor ya da ya akamazsam diye. Şemsi Tebrizi'den başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma  şu an bu satırları okuyorsan arayışın bitmediği içindir umudun tükenmediği içindir - "

Ben, kendi adıma "Su akıyor; niye akıyor, güneş doğuyor, niye doğuyorum diye düşünmüyor" cümlesini o kadar çok sevdim ki, hani ben deis/agnostiğim ya, işte aradığım bu cümleymiş : Yaratıcı da - tabii benim fikrim katılmayabilirsiniz -  tıpkı su gibi, yaratıyor ama yaratıyorum demiyor. Yani su, su olduğunun farkında değil, yaratıcı da yaratıcı olduğunun farkında olmayabilir. Neyse konuyu dağıtmayayım; 

Derken bir gün yazarımız yani Pirigori  aniden ortadan kaybolur, acaba nereye gitmiştir?Cevabı kitabı okuyunca alacaksınız.  

Finalini çok sevdim. Tabii söylemiyorum, çok güzel bir sürpriz bekliyor okuru. Söylersem olmaz, tadı kaçar; alıp okuyun. 

Tekrar, eline, emeğine, yüreğine sağlık Sevilciğim. Bol okurlu olsun inşallah. Simyacı'dan aldığım tadı aldım yeminle. 

Sevilciğimin bloğu: Düş Tasarımcısı 

Hanifeciğimin bloğu: Hanife Mert