31 Temmuz 2024 Çarşamba

DÜŞMAN AŞIKLAR 44 - SERAP'ı KURTARMA OPERASYONU

Kuveytli petrol zengini ve kokain kaçakçısı şeyh Ömer Vahab, telefonuna bakıp iç çekti ve


"Yarabbi! Ne güzellik! Saatler sonra beşinci eşim olacaksın."

dedi. Ekranında Serap'ın kitap imza gününde çekilmiş bir resmi vardı. Kristal bardaktaki iki parmak viskiyi bir yudumda bitirdi. Ülkesinde içki, kumar, uyuşturucu yasaktı ama sarayında her çeşidini içer, Monako kumarhanelerinde bir gecede milyonları rulet masasında kaybederdi. Zenginliğine ve cahilliğine paralel, zevksiz, rüküş, altın varakları göz yoran, şatafatın estetik sanıldığı sarayında, esmer, etli butlu dört karısı yeni kumalarını merak ediyorlardı.

Ömer, asıl adı Recep olan çakma Saddam'la anlaşmıştı. Ülkeye kokain sokmak riskliydi ama koskoca şeyhin yatını kimse aramazdı. İçi tıkış tıkış Dolar olan Bond çantanın kapağını kapattı. En güvendiği adamını çağırdı:

"Akdeniz'de uluslararası sularda Saddam'la buluşacaksın; takası yapacak; kokain ve kızın karşılığında bu çantayı vereceksin; içinde 3. 000.000 Dolar var. Sonra kızı bana getireceksin."

*****

Sabah olduğunda, internet "Ünlü feminist yazar ve araştırmacı gazeteci kaçırıldı." haberiyle çalkalanıyordu. Yeşil gözlü müdür için Serap, torunu kadar kıymetliydi. Hemen harekete geçti. Kız, zaten sevilen, ünlü biri olduğundan; emir de en yukarıdan yani Adalet Bakanlığı'ndan gelince, kıytırık uyuşturucu kaçakçısının hiç şansı kalmamıştı. Operasyonu, Mehmet'in dostu, Özel Kuvvetler'den Kartal yönetecekti. Şehir dışındaki çiftlik evi Serap yüzünden deşifre olduğundan, başka bir yere taşınmıştı. Mobese görüntüleri, uydu ve dron takibi, polisin muhbirleri, hapisteki adamlarının cezada indirim karşılığı ötmesiyle, inlerini bulmaları zor olmadı.

Ne kadar ünlü de olsa, narkotik ve terörle mücadelenin ortaklaşa baskınına kimse bir gazeteciyi almazdı ama arkadaşının sayesinde bir çelik yelek de Mehmet'e verdiler. Yine de Kartal,

"Mehmet, bekle önce biz girelim, söz: Saddam'ı bulursak senin."

dedi. Az sonra koçbaşıyla kapıyı açıp, kendilerini Escobar'ın adamları sanan birkaç salakla çatışmaya girdiler. On beş dakika içinde çoğu

"Teslim oluyorum! Ateş etmeyin!"

diye, silahları attılar. Bir ölü, üç de yaralı vardı.

"Yat yere! Yat! Yat!"

denmesiyle eğitimli köpek gibi - gerçi dört ayaklı sevimli dostları bunlara benzetmek haksızlık olur - yere yattılar. İçlerinden en ödleği bülbül gibi öttü:

"Komiserim itirafçı olursam cezam azalır di mi? Saddam, kızı ve malları tekneye götürdü. Kızı bir Arap şeyhine satacakmış. Valla benim bi suçum yok abicim."

Rıhtıma vardıklarında, tekne çoktan uzaklaşmıştı. Kartal, Sahil Muhafaza'yı aradı ve uydu takibiyle "Dalgıç1" isimli tekneyi takibe başladılar. Mehmet'in beyni

"Ya yetişemezsek? Ya şeyhin sarayına gittiyse? Yabancı bir ülkenin topraklarında izinsiz operasyon yapamayız...Diplomatik çabalar? Belki...ya şeyh suçlu bulunmamak için her şeyi inkar edip, kızı yok ederse? Kendi gazetecilerini konsoloslukta yok edip, asitlerde eritmiş vahşiler sonuçta.... Allah'ım düşünmek bile istemiyorum...."

gibi sorularla yanıyor; arada Nil'in telefonlarına çok kısa cevaplar veriyor; merak etmemesini, iz üzerinde olduklarını söylüyordu.

*****

Nil'in evindeyse, Şehnaz, Asuman, Ayşe ve Madam Angela, papatya çayı, kolonya ve sakinleştiricilerle Serap'ın annesini yatıştırmaya çalışıyorlardı. Eylül,

"Nil teyze merak etmeyin, babam kaç kere çoook uzak yerlere gitti, taaaa Irak'a gitti, Afganistan'a gittiiii, babişkom kötü adamları böööle döver, - minik elleriyle havaya hayali yumruklar attı - Serap ablayı da kurtarır, dedem de öyle diyoo."

deyince, kadıncağız, burnunu çekerek

"İnşallah canım, inşallah. Asumancığım, buzdolabında dün akşamdan kalan çikolatalı pasta var, çay da yapın ben iyiyim. Benim yüzümden siz de sabahladınız. Ayşe hanımcığım siz de eve gitmediniz, eşiniz siz olmadan..."

"Ay, merak etme ayol o pintiyi....dün gece adamlar ellerinde silahlarla geldiğinde, cebine pizza dilimleri tıkıştırıyordu. Boşayacağım da Mıstık, küçük..."

" Haklısınız, boşanmayın, üzülmesin. Ne yaparsınız; herkesin bir huyu var işte. Rahmetli annem koca piyangodur derdi. İyisi de çıkar, kötüsü de."

Bahçe kapısının önünde de tv kameramanları, muhabirler vardı. Serap ve Mehmet, sağ salim eve dönerlerse, görüntüleri kaçırmak istemiyorlardı. Bir kadın muhabir evin önünde canlı yayın yapıyor ve seyircilere bilgi veriyordu.

"Sevgili izleyiciler,  ünlü feminist yazar, araştırmacı gazeteci Serap Arda'nın evinin önündeyiz. Son aldığımız habere göre Serap Arda'yı bulmak için özel bir operasyon düzenlendi ama gizli olduğu için bu konuda bizim de bilgimiz yok tek bildiğimiz yine ünlü köşe yazarı ve savaş muhabiri Mehmet Foçalı'nın da operasyona katıldığı. Bildiğiniz üzere iki yazar eskiden deyim yerindeyse kanlı, bıçaklı düşmandı ama birbirlerine aşık olduklarını açıklamışlardı ve ikiliye yakın kaynaklar yakında evleneceklerini söylüyorlardı. Şimdi reklamlar. bizden ayrılmayın."



Mehmet'in endişesi boşunaydı. Uyduyla takip sonucunda tekneye yetiştiler. Sahil Güvenlik'in güvertesinde en sağlam zırhı bile parçalayan, MK38 makineli tüfeğinden, 25 mm kalibre mermilerle, gümbür gümbür uyarı ateşi açıldı, başlarında gri kask, kulaklarında koruyucu kulaklık, üzerlerinde can yeleği olan iki kişiden biri, mermi şeridini namluya yüklüyor, diğeri ateş ediyordu, birinci namludan yağmur gibi kurşun yağarken, ikinciden boş kovanlar patır patır denize düşüyordu. Bir diğeri megafonla

" Dalgıç1, motorları durdur ve teslim ol. Kaçamazsınız."

diye anons yaptı.

"Amanın bu ne! Saddam! Yandık!"

"Allah kahretsin! Ner'den haber aldılar? Kim öttü lan?"

" Kim ötebilir ki Saddam? Bizden kimse konuşmadı."

Saddam salak değildi, çatışmaya girerse öleceğini biliyordu ve canı tatlıydı. Tek çaresi kokainleri denize atmaktı.

"Çocuklar malı denize atıyoruz. Çabuk, delil yoksa suç da yok."

"Ya kız ne olacak?"

"Lan! Sahi bir de kız vardı! Elini, ayağını bağlayıp denize at. Sorguda, 'Bilmiyoruz, gözdağı için kaçırmıştık, dün gece serbest bıraktık, ötesini bilmeyiz diyeceksiniz. Anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı Saddam."

Onlar panikle kokain çuvallarını denize atarken, Kartal, Mehmet ve çakı gibi iki özel tim görevlisi, çelik yeleklerini giyerek, Zodyak bota atladılar.

*****

Serap, kapının kilidinde anahtarın döndüğünü duydu, silah seslerini duymuştu, ya kurtarılacak ya da adamlar tarafından öldürülecekti. Bir gün önce bahçedeki partiyi basan Saddam,

"Seni değil, o gün işime burnunu sokup, her şeyi mahveden şu sarışını istiyorum."

dediğinde pasta tabağındaki çatalı fark ettirmeden alıp kot pantolonunun cebine tıkıştırmıştı. Üzerinde hâlâ çikolata, krema olan çatalı alıp, arkasında sakladı; kapı açıldı. İçeri giren tipsiz

"Gitme vakti geldi güzelim." dedi.

"Yakalandınız, nereye gideceksiniz ki açık denizde?"

" Valla üzülüyorum, şeyhin beşinci eşi olacakken, balıklara yem olacaksın."

"Gerzek! Balıklara yem olmak daha iyidir, çok istiyorsan şeyhin eşi sen ol."

diyerek, bütün gücüyle adamın iki bacağının tam ortasına tekme attı, acıdan iki büklüm olup, haykıran ve elleriyle apış arasını tutan adama çatalı sapladı, boynundan kan fışkıran adam

"Aahhh!"

diye bağırırken, koşarak odadan çıkan kız kapıyı da arkadan kilitlemeyi ihmal etmedi. Ayak sesleri duydu ve merdivenlerin altına saklandı, kimse aşağı inmeyince tekrar yukarı çıktı. Deniz, dalgalı olduğundan ayağının altı sürekli sallanıyor, yaz da olsa rüzgâr iliklerine işliyor, uzun saçları darmadağın havalanıyor, gömleği yelken gibi şişiyordu. Düşmemek için küpeşte korkuluklarına tutuna tutuna yürüyordu ki, bir çift güçlü el ağzını kapatıp, belinden kavradı.

"Bittim."

diye düşünürken, Victor&Rolf traş losyonunun kokusunu tanıdı. Aynı anda Mehmet

"Şşttt! Benim canım. Sesini çıkartma."

diyerek elini yavaşça kızın dudaklarından çekti. Serap, kurtarıcısına sarıldı. O da ona. Ama zaman öpüşüp koklaşma zamanı değildi.

"Sana bir şey yaptılar mı?"

"Hayır, iyiyim."

"Beni üzmemek için söylemiyorsun değil mi?"

"Hayır, hayır, iyiyim."

"Off! Çok şükür, sen şu cankurtaran sandalına saklan, başını eğ, çıkma."

"Ya sen?"

"Şşt...beni merak etme, dört kişiyiz, sen saklan, ben diğerlerinin yanına gidiyorum."

"Ben de işe yararım! Bir tanesini çatalla hakladım bile."

"NE?"

"Evet, ben de geliyorum."

"Hayır! Hepsi silahlı söz dinle! Saklan!"

"Seni yalnız bırakmam!"

"Valla şeytan diyor yatır dizine bas köteği!"

"Neee? Yok artık?"

Mehmet, baktı olmayacak, kızı tuttuğu gibi filikanın içine pek de nazik olmayacak biçimde attı. Poposu tahtalara ve küreklere çarpan kız, doğrulmaya çalışırken Mehmet gözden kaybolmuştu. Arkasından bağırdı:

"Maço! Maganda! Annem haklıymış dünyada evlenmem seninle!"

Adamlar ise o esnada ellerindeki kokainden kurtulmuşlardı.

"Son çuvalı da attık. Artık kanıt bulamazlar."

"Vay, vay, vay, ne salakça bir plan! Tam sana göre."

"Foçalı? "

Kartal ve iki adam ellerindeki silahları çetenin elemanlarına doğrulttular.

"Teslim olun! Aptalca bir şey yapmayın, silahlarınızı yere atın."

Sahil güvenliğin uyarı ateşinden zaten yeterince tırsmış olan adamlar silahlarını atıp, ellerini kaldırdılar. Bir, ikisi nereye yüzecekse, kendini denize attı. Geriye elinde hala silah, Recep kalmıştı.

"Kartal, bu pisliği bana bırak"

"Zevkle, yalnız dikkat et gebermesin, adam yerine koyarlar, hapis yatmanı istemem."

Ondan sonrası Recep için cehennemdi. Çakma Saddam, silahının tetiğine davranmadan Mehmet'in uçan tekmesiyle neye uğradığını şaşırdı. Sol kroşe, sağ kroşe derken, çete reisi, gözleri mosmor, kaşı patlamış, burnu yamulmuş, iki büklüm yere yuvarlanınca, Kartal, yakışıklı adama müdahale etti.

"Mehmet, yeter! Elinde kalacak yoksa..."

Yakışıklı adam, Saddam'ın konuşacak hali kalmadığından öteki suratsızlardan birine döndü:

"Şu Şeyh'le nerede buluşacaksınız? Denizde mi? Limanda mı?"

" Denizde buluşacaktık. Şeyh'in adamı bizi teknesinde bekleyecekti."

Kartal, Mehmet'e döndü:

" Gözünden ne planladığını anlıyorum ama iki ülke arasında krize sebep olursun koçum."

Mehmet gülümsedi ama önce Serap, sağ salim karaya çıkmalıydı. Kartal'a

"Bir fikrim var ve sana söz: İki ülke arasında kriz çıkmayacak."

" Sen öyle diyorsan...."

Tüm adamların elleri kelepçelenmiş, operasyon başarıyla sonuçlanmıştı. Güzel haberi alan Nil, Asuman ve annesi, Mehmet'in annesi Şehnaz, Madam Angela ve küçük Eylül, sevinç çığlıklarıyla evi inletirken, birbirlerine sarılıp sevgi yumağı oluşturdular. Madam Angela

"Demedim mi ben size ayol? Boşuna korktunuz, aslan gibi çocuk, sözünü tuttu."

derken, kıyıya çıktıklarında Serap, Mehmet'in kendisiyle gelmeyeceğini öğrenerek şaşırdı.

"Ne demek ben gelmiyorum?"

"Küçük bir işim kaldı."

"Ne işi? Yakalandılar işte."

"Gelinlikçiye gideceğim."

"Gelinlikçi mi?"

"Şeyhe gelinini götüreceğim. Madem söz vermişler adamcağız hayal kırıklığına uğramasın."

"Ne gelini? Hangi gelin? Saçmalama! Mehmet? Mehmeeeet! Gitme! Hayır! Mehmeeeett!"



BÖLÜMLER



30 Temmuz 2024 Salı

DÜŞMAN AŞIKLAR 43 - SERAP KAÇIRILIYOR

Eylül, babasının bacağına sarıldı. "Babişko?"

"Korkma canım. Ben yanındayım, arkama geç. Dost! Otur! Tamam, yok bir şey."

Genç adam, çete elemanlarının Dost'u hiç düşünmeden vuracaklarını tahmin ettiğinden, köpeği yatıştırdı; üstlerine atlarsa, kızı, ömrünce unutamayacağı acı bir olaya tanık olsun istemiyordu.

Tipsizin kendi gibi meymenetsiz adamları, herkesin telefonlarını almaya başladı.

"N'apoorsunuz telefon hırsızı mısınız?"

"Çok konuşma moruk ver telefonunu."

"Moruk babandır bre! Ben gençken sokağa çıkınca mahallenin tüm gençleri güzel Angela sokağa çıktı diye birbirlerini ezer idi."

Çakma Saddam "Ha, ha, ha! Ahın gitmiş, vahın kalmış! diye kahkaha atarken, ötekisi telefonları tek, tek, çit şeklindeki çimlerin arkalarına fırlattı. Saddam, Mehmet'e

"Sana o gün bir düşman kazandın demiştim."* deyince, genç adam öfkelendi.

" Bana bak kör müsün? Burada çocuklar, kadınlar ve yaşlılar var. Dışarı gidelim, hesabın neyse benimle gör. "

" Seni değil o gün işime burnunu sokup, her şeyi mahveden şu sarışını istiyorum."

"SAKIN! SAKIN! Gebertirim seni."

Serap, Mehmet'e döndü;

"Merak etme canım, çocuklara ve yaşlılara bir şey olmasın, ben başımın çaresine bakarım."

"HAYIR! Bırak onu, beni al!"

"Ne yapayım seni? Akıllı kız! Aferin, gel böyle Serap hanım. Kimse kıpırdamasın."

"Kızımmm! Hayır! Pislik! Dokunma kızıma!"

" Hadi cümleten iyi akşamlar."

"Saddam! Yeminle ölümün elimden olacak! Saçının teline zarar verirsen! Serap! Kurtaracağım seni!"

"Kızımmm! Kızımmm! İmdaaat!"

"Fadıl! Adam Serap ablayı götürüyor! Allah'ım!"

Adamlar, Serap'ı, camları siyah filmle kaplı plakasız bir araca bindirirken, Mehmet, babasına "Baba, ev telefonundan 155'i ara" diyerek arabasına koştu ama hem kendisinin, hem de Serap'ın aracının lastikleri keskin bir şeyle kesilmişti. Koşarak tekrar bahçeye döndü, babası kötü haberi verdi: Adamlar dışarıdan telefon kablolarını da kesmişlerdi. İki çocuk "Biz buluruz!" diyerek çim çitlere doğru koşturdular, Osman bey evden ışıldak getirdi ve telefonları aramaya koyuldular. Madam, Şehnaz, Ayşe ve Asuman ise "Kızımmm" diye ağlayan kadıncağızı teselli etmeye çalışıyordu. Önce bir telefonu, onu çaldırarak diğerlerini de buldular. Ancak, araçlar çoktan uzaklaşmıştı. Mehmet, Nil hanımın yanına geldi. İki elini kadının omuzlarına koydu.

" Söz veriyorum Nil Hanım: Serap'ı sağ salim getireceğim."






dedi. Bir koşu yatak odasına çıktı. Çekmeceden silah, şarjör, bol bol yedek mermi, uydu telefonu, telsiz ve şarj aletini aldı. Dağcı botlarını giydi, bağcıklarını bağladı. Kenarı tırtıklı bir Rambo bıçağını, botunun içine gizledi. Sevdiği kadını kurtarma operasyonu için hazırdı.


BÖLÜMLER

29 Temmuz 2024 Pazartesi

DÜŞMAN AŞIKLAR 42 - DOKTOR CİVANIM

"Aşkım; tamam, yaptım ama niye yaptım bir sor. Bilmediğin şeyler var. Sana anlatamam."

"Bir dakika, önce misafirimi yolcu edeyim, seninle sonra hesaplaşacağız. Çok teşekkür ediyorum Ayhan, sağol. Seni daha fazla meşgul etmeyeyim. Eşine selamlar."

"Estağfurullah Serapcığım, baş üstüne. Görüşürüz."

Serap, arkadaşını uğurladı ve tekrar salona girdi.

"Serap, bak yeminle bildiğin gibi değil, bu....bu iş....ben...se..."

Serap "Pufff" diye günlerdir nefesini tutmuş gibi derin bir nefes verdi.

"Biliyorum şapşal! Annemin kan davası güden akrabalarının olduğunu da, Çiğdem'in sana şantaj yaptığını da öğrendim."

"Kan davası mı?"

"Şaşırdın tabii...ama öğrenmem iyi oldu yoksa seni asla affetmezdim."

"Nasıl öğrendin ki?"

"Annemden. Çiğdem'e gitmiş, ağzını arayınca kadın her şeyi anlatmış."

Madam Angela

"Göroorsunuz değil mi? Kötülük yapmak istedi ama Allah yanına bırakmadı. İlahi adalet"

"Ama bir daha ne olursa benimle paylaşacaksın, öyle sır, mır yok. Birlikte halledeceğiz ne halledilecekse."

"Söz hayatım. Affettin mi şimdi beni?"

"Affettim üçkağıtçı."

deyince, Mehmet, Serap'ı kucakladı. Annesi ve babası

"Oyyy! Alla'm! Şükür! ", "Al benden de o kadar hanım." diyerek Koltuklarına çöktüler. Madam Angela

"Doktooor civanım, doktor, doktor civanımmm."

diye gerdan kırarak, şıkır şıkır oynamaya başladı. Tam o sırada Eylül hoplaya zıplaya merdivenlerden aşağı indi. Hasretle kucaklaşan ikiliyi gördü:

"Babişko! Serap abla! Barıştınız mı? YAŞASINNNN!"

Madam Angela,

"Tabii barıstılar kuzucum, doktoor civanım, doktor, doktor civanım. Ayol doktor da pek bi yakısıklıymış 40 yas genç olsa idim, kaçırmaz idim ben bu doktoru. "

"İlahiiiii Madam Angela. Alemsiniz. Doktor değil ki, tiyatro oyuncusu. Sakalı da takmaydı."

"Olsun fark etmez."

Annesi,

"Madem bu çıkmazdan kurtulduk, kutlayalım bunu."

"Valla iyi olur hanım. Ama bira da içeceğim."

"İç canım iç; göbeğin yeterince büyümedi ;biraz daha büyüt."

"Babişko, bahçeye yuvaylak fenerler de asalım."

"Asarız kuzucuk."

Serap

"'yuvaylak' diyen dillerini yesinler senin, fenerler bizim evde, hadi gidip alalım."

"Oleyyy!"

Onlar bitişik eve giderken, ter içinde kalan Mehmet, önce gidip duş aldı. Kimse yorulmasın, zahmete girmesin diye dışarıdan pizza, patates kızartması, içecek, soğuk mezeler ve tatlı siparişi verdiler. Ağaçlara Japon fenerlerini asarken Eylül'ün keyfi görülmeye değerdi. Sonra da Asuman'ları, Fadıl'ı ve Özgür'ü de davet ettiler.

"Eee? Şu mor giysiliyi çağırmayacak mısın?"

Serap kahkaha attı.

"Dün gece yetmediyse çağırayım Fezücüğümü..."

"Hele bir!"

diyen Mehmet, Serap'ı belinden tuttuğu gibi havaya kaldırdı.

"Aaayyyy! Yapma Mehmet annenlerin önünde! "

"Yahu, bir tartmak istedim kaç kilosun diye. Malum evlenince eşikten kucağımda geçireceğim. "

Serap, gülerek

"Hıııı..ne demezsin, bahaneye bak..." derken, yakışıklı adam, kahkaha atarak, kızı yavaşça indirirdi.

******
Bir gece arayla yine parti olmasına tahmin edersiniz ki, en çok "Dünya Para İhsan" bey sevindi. Özgür'ün anne ve babası ise Asu'ların evindeki, olaylı biten kız istemeden* sonra pinti İhsan bey ile bir araya gelmek istememişlerdi ki, haksız da değillerdi. Sucuklu pizza dilimini yanağını şişire şişire yerken,

"Yahu ne şanslı aileyiz, iki gecedir akşam yemeği bedavaya geliyor. Pizzalar da çok lezzetliymiş. Bol bol ye Mıstık. "

"Baba yaa, doydum, biz, Eylül'le oynucaaz. "

Asuman, Serap'a sarıldı

"Ablacığımm, ikinizi böyle görmek öyle mutlu etti ki beni. Dün epey acımıştım enişteye"

"Valla ben bile acıdım. Parti diye geldi ama geldiğine geleceğine bin pişman oldu. Fezü de iyi rol yaptı. Mor takımının, pembe takımının parasını da faiziyle verdim. Sevindi."

"Ahahahaha. Sonunda. Ben gidip bir Moonlight Serenade koyayım. Alem dans görsün."

"Tamam canım."

Müzik başladı. Serap ve Mehmet, gözleri birbirlerinin gözlerinde yavaş yavaş dans etmeye başladılar. Tek eksik, çizgi filmlerdeki gibi gökyüzünden ışıl ışıl dökülen yıldız tozlarıydı. Madam Angela, Özgür'le, Asuman da Fadıl'la dansa kalkarak onları yalnız bırakmadı. Ay Işığı Serenad'ı bitince, Eylül;

"Ben de, ben de, ben de!" diye zıp zıp zıpladı. Babası, kuzucuğunu kırmadı. En çok alkışı da ikisi aldılar.

Yemekler yendi, sıra tatlıya gelince, küçükler masaya koştular.

"Oley! Çikolatalı. "

Şehnaz hanım, sabırsızlıkla bekleyen küçüklere iki kocaman dilim pasta uzattı. Sonra da büyüklere ikram etti. Aşıkların anneleri yer, içerken, sohbete başladılar.

"Nil hanımcığım, ne kadar birbirlerine yakışıyorlar değil mi?"

"Valla oğlunuzun adı maçoya çıkmış ama kızımın kalbine söz geçiremedim."

Şehnaz güldü, " Dıştan öyle gözükür ama inanın onun maçoluğu sadece kötü adamlara karşı. Arabayla işe giderken otobanda ezilmiş kedi veya köpek görsün, ağlaya ağlaya yola devam eder ; ben anneyim biliyorum. Kızınızı çok seviyor, biz de öyle, torunumun bile kalbini kazandı. Serap abla diyor da başka şey demiyor."

"Çok tatlı Maşallah."

"Bence artık gecikmeyelim, bir an önce bunları baş göz edelim. Ne dersiniz Nil hanımcığım?"

Madam

" Bence durduğunuz kabahat ayol, baksanıza birbirlerine nasıl da yakısoorlar."

"Neee? Hayır, hayır, ben daha kızımdan ayrılmaya hazır değilim. Onsuz ne yaparım?"

O sırada sevdalılar iki kişilik salıncağa oturmuş, yemek konusunu tartışıyorlardı:

"Nasıl yani hayatım şimdi sen hiç yemek yapmayı bilmiyor musun?"

"E, herhalde canım. Bende dört saat yaprak saracak bir tip var mı?"

" Şey....şey....e ...evlenince ne yiyeceğiz?"

"Ben sana güvenmiştim."

Mehmet'in gözleri sonuna kadar açıldı.

"Nasıl?"

" En iyi aşçılar hep erkek değil mi? Yemek yapmayı bildiğini düşündüm."

"Şey.....kursuna giderim hayatım. Yalnız kimseye söyleme yoksa komşular üstümde önlük resmimi çekip; "Maço Köşe'nin ünlü muhabiri imambayıldı yaparken" diye şantaj yapıp para isterler."

Serap, kahkaha attı.

"Şaka hayatım, merak etme seni aç bırakmam. Çok güzel makarna ve menemen yapıyorum. Bir de...."

Sözü, çocukların kahkahalarıyla kesildi. Eylül ve Mıstık birbirlerinin çikolataya bulanmış yüzlerine bakıp gülüyorlardı.

"Yüzün hep çikolata olmuş."

"Senin burnunda bile çikolata var."

"Senin de yanağın heeep çikolata."

Tam o sırada Dost, havlamaya başladı. Asuman elindeki kola şişesini şangırtıyla düşürdü, gözleri dehşetle açılmış, bahçe kapısına bakıyordu. Ellerinde otomatik tabancalar olan on kişi içeri girdi. Silahlar kendilerine çevriliydi. Ortalarındaki kısa boylu, göbekli, siyah bıyıklı, kel tipin kara gözleri fıldır fıldır dönüyor; bir elindeki tespihi sallıyordu.

"Dünya ne küçük değil mi Foçalı?"

"Çakma Saddam!" 😕😡😲😲


BÖLÜMLER

28 Temmuz 2024 Pazar

DÜŞMAN AŞIKLAR 41- FELÇ NUMARASI MEYDANA ÇIKIYOR:)

Nil, siyah elbisesini giydi; aynı renk şapkasını taktı. Çorapları, ayakkabıları dahil, tepeden tırnağa karalar içinde, bir taksiye binip Zincirlikuyu mezarlığında indi. Çiğdem'in cenazesi toprağa verilmiş, herkes gidiyordu. Karanfiller, laleler ve papatyalarla kaplı toprak yığınına yaklaştı.

Elinde bir tane kırmızı gül vardı.

" Emily İçin Bir Gül hikayesini bilir misin Çiğdem? Okusaydın, aç gözlü, hırslı ve saplantılı kitap kahramanlarının sonlarının iyi olmadığını, başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edilemediğini bilirdin. Keşke seni engellemenin başka bir yolu olsaydı; demek ki, yokmuş. Benim ve kızımın ölmesine sebep olacak, sevenleri ayıracak, Mehmet'i yıkacak, küçük Eylül'ü, babaannesi, dedesini çok üzecektin. Yine de affet."

diyerek çiçeği yavaşça mezarın üstüne bıraktı.

Dönüş yolunda yürürken, binlerce liralık çantalarıyla hava atan iki kadının "Ayol şimdi tabutta selfi çekemedim diye üzülüyordur " diye alay ettiklerini duydu. Sağlıklarında birbirine canım, cicim diyenlerin sahte dostluklarıyla yüzü limon yemiş gibi ekşidi.



Aynı saatlerde, Mehmet, elinde telefon, en iyi dostunu aradı:

"Özgür, aman yavaş konuş kimse duymasın."

"Merak etme abicim, yenge, ekibiyle fısır fısır konuşuyor; kesin erkekleri çekiştiriyorlardır. Zavallı Fadıl'ı da kendilerine benzetmişler. Üzerine 'Ben feministim' yazan tişört giymiş, yolda herkes gülüyordur bu nasıl erkek diye."

" Allah iyiliğini versin, aslında çok iyi çocuk. Gerçi Kanada başbakanı da aynısından giymişti."

"Abicim, Trudeau giyer orası çağdaş ülke, bize fazla gelir."

" Neyse, boşver şimdi, bak ne diyeceğim: Çiğdem'le evlilik haberinin asparagas olduğunu basına duyurmamız lâzım."

"Bizim patron halletti o işi: 'Rahmetli, biliyorsunuz ilgi çekmeyi çok severdi, o maksatla bir şaka yapmış, kulaktan kulağa yayılmış, aslı yok, Mehmet beyin Serap hanıma aşık olduğunu bütün Türkiye biliyor.' dedi. "

"İyi olmuş. Peki ya felç hikayesi?"

"Onda da sıkıntı yok. Herkes seni hâlâ Afganistan'da sanıyor." 

"Harika. Ben de bir çözüm buldum: Bir kliniğe gitmiş gibi yapacağım. Bir ay sonra mucize bir fizik tedaviden sonra ayağa kalktım diye gelirim. Yok, yok, bir ay Serap'tan uzak kalmaya dayanamam; on beş gün olsun."

"Tamam. Yalnız dua et de, yenge 'Seni çok seviyorum felç de olsan evlenelim.' demesin. Neyse kapatmam lâzım patron sesleniyor. Hadi görüşürüz."

Mehmet, Özgür'ün söylediğini düşününce, paniğe kapıldı. Ya güzel kız gerçekten öyle bir şey derse? Bir içim su karısına bakıp, yalanı meydana çıkmasın diye dokunamayıp, yutkunan bir adam! Ölümden beter! diye mırıldandı. İnsan beyni böyle çaresiz ve çıkmazlarla dolu anlarda "Seni biraz kapatayım, dinlen, güncellen, reset yap, kendine gel" dermiş. Pencereden vuran yaz güneşiyle, gözleri 'yeniden başlat' yapmak üzere kapandı, kaykılarak kanepeye uzandı, telefon elinden halının üzerine düştü. Mışıl mışıl uyurken alttaki rüyayı görmeye başladı:

Rüyasında, Serap ile evlenmişlerdi. Güzel kız, üzerinde seksi geceliklerle odada geziyor; banyodan çıkmış üzerinde havlu biçimli bacaklarına krem sürüyordu.

"Aşkımmm, genç, güzel karıma dokunamıyorum diye acı çekmiyorsun ya? "

"Iıııı...yok....ııııı.....yok....yok"

"Hayatımm? Banyodan sonra nemlendirici sürerken, bir şey hissettmiyorsun değil mi?" deyince de

"Iııı, ıııı.....hiss....hissetmiyorum."

Alnında boncuk boncuk terle, "Hiaaaaa!" diye irkilerek uyandı.

"Allah'ım çok şükür rüyaymış! Çin işkencesinden beterdi."

Ter içinde kaldığından gidip bir güzel duş aldı, giyindi. Havluyla kafasını kurulaya kurulaya salona geldi. Serap görür diye bahçeye bile çıkamıyordu, eve hapsolmuştu. Annesi, babası televizyonda dizi izler; kendisi de internette Libya'yla ilgili haberleri okurken akşam oldu. Eylül, odasında bebekleriyle oynuyordu. Minik fincanlarını, çay takımını dizdi, içlerinde çay varmış gibi ağzına götürerek "Hüüp, Hüüp" diye çay içti. Sonra

" Şimdi uslu uslu durun çocuklar, ben ütü yapacağım."

diyerek oyuncak ütüsünü alıp, bebeklerinin minik kıyafetlerini ütülemeye başlamıştı ki, zil çaldı. Mehmet, yerinden sıçradı.

"AÇMAYIN SAKIN! Serap olabilir! Kol askım! Sandalye!"

Panikten kol askısını bu sefer de sağ koluna takıp, tekerlekli iskemleye oturdu.

"Tamam baba, açabilirsin şimdi."


Osman bey, kalkıp kapıyı açtı. Karşısında keçi sakallı, gözlüklü, kır saçlı, entel tipli bir bey ve tesettürlü, koyu renk gözlüklü bir kadın, yanlarında da Madam Angela vardı. Adam, lafa girdi:

"Arz-ı hürmetler ederim efendim, bendeniz Nöroloji uzmanı profesör doktor Attilla Demir. Bu da yardımcım fizik terapi ve alternatif tıp uzmanı Azadiya hanım. Kendisi Özbekistanlıdır. Türkçe bilmez; yeni geldi. Biz aramızda Rusça anlaşıyoruz. Efendim, bizi Serap hanım gönderdi. Oğlunuzu muayene etmemiz için. Ricasını kıramadım. Madam Angela da eksik olmasın, evinizi gösterdi."

"Evet ya, ellerinde bir adres kağıdı baka baka yüroorlardı. Ee, bizi içeri davet etmeyecek misiniz ayol?"

"Ah, kusura bakmayın, çok affedersiniz, şaşırdım, buyurun, buyurun."

Adamcağızın yüzü "Şimdi ne halt edeceğiz?" diyordu. Misafirler ve Madam içeri girdi.

"Oğlum, beyefendi ve han'fendi...."

"Duydum baba, şey, doktor bey, ikinize de çok teşekkür ederim, zahmet edip evimize kadar gelmişsiniz ama ben felç değilim."

"Ne? Nasıl yani? "

"Şimdi uzun hikaye ama çok özel bir sebep yüzünden felç numarası yapmak zorunda kaldım. İnanın mecburiyet. Ölüm kalım meselesiydi."

"Yok canım? İnanmıyorum. Doktor korkusu olmasın? Çoğu hasta canı acıyacağını düşünerek, fizik tedaviden korkar."

" Valla değil doktor bey, yalnız ne olur Serap duymasın. Öğrenirse mahvolurum. Her şeyi onun için yaptım ama haberi yok. Hayat memat meselesiydi. Gittik, evde yoktu filan dersiniz. Ben zaten bu işi on beş gün içinde halledeceğim. İnanmazsanız bakın..."

Mehmet ayağa kalktı. Kolundaki askıyı yere fırlattı. Sonra ip atlar gibi zıp, zıp, zıpladı.

"Gördünüz mü kolumda da, bacaklarımda bir sorun yok. Hatta bir saniye...." diyerek

halıya uzandı. Güçlü pazularını şişire şişire şınav çekmeye başladı.

"Birrr"

"Kiii.."

"Üç..."

Mehmet dördüncüyü çekerken, Azadiya hanım soyunmaya başladı: Birer birer önce baş örtüsünü, sonra üzerindeki tüniği, en sonunda kara gözlüklerini çıkartıp yanındaki koltuğun üzerine koydu. Bu, Serap'tan başkası değildi. Mehmet'in annesinin ve babasının şaşkınlıktan ağızları açık kalırken, güzel kız, onlara gülümseyerek, parmağını dudağına götürdü ve 'sus' işareti yaptı. Yakışıklı adam kafasını yukarı kaldırmadığından, kızı görmüyordu. Gözleri halıda seslendi:

"Dörtt....yetmez mi doktor bey?"

Sakallı adam Serap'a baktı. Kız, başını 'hayır' anlamında sallayınca,

"Birazcık daha çekin öyle karar vereceğim Mehmet bey."

dedi.

"Altıı...."

"Yedii....."

.......

"Yirmi....ıııhh!:..."

Karı, koca, müstakbel gelinlerinin hatırına bir şey diyemiyorlardı ama yüzü kıpkırmızı olmuş, alnının damarları kabarmış, dişlerini sıkarak şınav çeken oğlu "ıııhh!" dedikçe, Şehnaz hanımın yüzü düştü. Ne de olsa anne yüreğiydi. Madam Angela bile ellerini dizine vurup, başını sağı-sola sallayıp, içinden "Vah, vah, canı çıkooor delikanlının." diyordu ki, Serap, eliyle doktora durmasını işaret etti.

Doktor seslendi:

"Tamam, ikna oldum. Sapasağlamsınız."

Serap

"Ben de. Maşallah turp gibisin canım!"

deyince Mehmet ayağa fırladı.

" Hiii! SERAP!"

"Serap ya! Ta başından beri numara yaptığını biliyordum. Seni sahtekar! Şınav çekersin ha?"


BÖLÜMLER

27 Temmuz 2024 Cumartesi

DÜŞMAN AŞIKLAR 40 - İNTİKAM PARTİSİ TAM GAZ:)

Bahçede Serap'ın intikam partisi tüm hızıyla devam ediyordu. Asuman, Serap'ın göz işaretiyle, Moonlight Serenade'i koyunca, Mehmet'in suratı üzgün adam emojisine döndü. Fezü zaten önceden tembihliydi.

"Serap hanım, bu dansı bana lütfeder misiniz?"

"Hayır! Moonlight Serenade olmaz!"

"A, niye Mehmet bey?"

"Bu bizim şarkımız!"

"Allah! Allah! Başkasıyla evleneceksiniz; bizim şarkımız mı kaldı?"

"Hayır! Başka şarkı seç! Ay Işığı Serenadı olmaz!"

"Hıh! Bal gibi de olur."

Ancak, Serap, kendi kalbine de kıyamadığından, B planı hazırdı. Tam Fezü, elini Serap'ın eline uzatmıştı ki, Asuman

"Ay ablacığım, obur ben, çok yedim galiba bana bir şeyler oluyor!" dedi. Serap, annesi, Ayşe, Asuman'ın başına üşüştüler, sevimli tombiş asistan göz kırparken, fısıldadı:

"Nasıl ablacığım iyi becerdim mi?"

" Hem de nasıl? Bu şarkıyı bir başkasıyla paylaşamazdım."

Asuman'ı oturttular, arkasına yastıklar dayadılar, eline de bir bardak limonlu su verdiler. Mehmet, Özgür'e "Gördün mü kanka, karma diye bir şey var." "Haklısı abicim çak" derken Serap bıyık altından gülüyordu. Kız, az sonra çok iyi olduğunu söyleyince, Madam Angela eline udunu aldı:

"Ah, bu udun dili olsa da konuşsa, rahmetli annemin idi, Büyük Ada'dadaki evde böyle toplasir, musiki sefası yapardık."

Fezü,

"Haydi çal, Madam Angela, ben de söylerim. Sesim de güzeldir övünmek gibi olmasın."

"Ada sahillerinde bekliyorum..." la başlayıp Serap'ın gözlerinin içine baka baka

" seni senden, güzelim, istiyorum..."

derken Mehmet,

"Lan! Sen kimi kimden istiyorsun?" dedi ve ayağa kalkmaya yeltendi. Bıraksalar "Şehadet getir lan, şimdi geberteceğim seni!" diyecekti ki,

Özgür panikle,

"Yapma abicim! Numara yaptığını anlayacaklar! Otur!" diyerek, kan ter içinde, Mehmet'i omuzlarından bastırmaya çalışıyordu ki, yakışıklı köşe yazarının cep telefonuna annesinden mesaj geldi. Yazılanlar şöyleydi:

"Oğlum, az önce haberlerde duyduk: Çiğdem, banyo küvetinde selfi çekerken ölmüş. Cereyan çarpmış zavallıya. Allah'ın işi işte, onunla evlenmek zorunda değilsin artık."

Genç adam boş bulunup "Allah!" diyerek ayağa fırladı.

Tüm başlar ona döndü, bütün gözler Mehmet'in üzerindeydi.

Özgür fısıldadı:

"Abicim n'apıyorsun? Sen felçlisin?"

deyince, anında yine oturdu.

Özgür

"Şey, Afganistan'daki doktor demiş böyle ani şey...şeyler olabilirmiş. Değil mi kanka? Sen dediydin. Felcin çok değişik bir tipi."

"Ehem, evet dedi ki, böyle şoke edici bir haberde filan fırlayabilirsin ama sonra hemen yine düşersin diye. Ehm, haklıymış."

"Evet Mehmet doğru söylüyor hatta tıbbi bir adı da vardı ama şu an hatırlayamadım. Latince ya...eee nöro paralizssss ya dilimin ucunda da hatırlayamadım şimdi, öyle bir şeydi...hatta dün bir ara öyle fırladıydı."

"Evet yaa, hamam böceği görmüştüm."

Serap, gülerek

"A? Kimse duymasın valla cesur savaş muhabirimizin karizması fena çizilir."

"Şey, aniden karşıma çıkınca...GDO'lu filandı herhalde kedi büyüklüğündeydi."

"A? Kedi büyüklüğünde hamam böceği de hiç duymadım bu bildiğin uzaylı yaratık filan olmasın?"

"Özgür de şahit...değil mi Özgür? Kedi derken yavru kedi, minnak..."

"Evet, valla yavru kedi büyüklüğündeydi...ben de şaşırdım."

"Yaaa? Tabii canım, öyledir. Şimdi N'oldu peki? Uzaylılar dünyayı istila mı etmiş?"

"Yok ama şey, e, şoke oldum; annem mesaj atmış. Haberlerde duymuş. Çiğdem ölmüş. Banyoda selfi çektirirken cereyana kapılmış."

Madam Angela

"Aaa! Vah, vaaah! Su testisi su yolunda kırılır derler hep küvetin içinde, banyoda bornozlu bornozlu seksi fotolar paylasir idi. Vah, vaaaah. Tüylerim diken diken oldu. Allah taksiratını affetsin."

Serap, Mehmet'e

"A? Vah, vah, Allah rahmet eylesin. Dul kaldınız desenize." dedi.

"Yahu evlenmedim ki dul kalayım?"

"İyi de evlenecektiniz. Değil mi Madam Angela? Uydurmuyorum herhalde."

"Kızcağız doğru söylooor."

" Ama şimdi her şey değişti Serap. Artık....artık..."

"Hayır efendim hiçbir şey değişmedi."

O akşam, Çiğdem'in ölüm haberi duyulunca, Fadıl müziği kapattı. Parti bitmişti. Herkes kendi evine dağılırken, Dünya Para İhsan, masanın yanında çaktırmadan ceplerine zeytinyağlı sarma, sigara böreği tıkıştırıyordu ki, eşi gördü:

"İhsan! Allah seni kahretmesin!"

"Karıcığım, yanlış anlama ziyan olmasın diye..."

Nil, hemen devreye girdi:

"Aşk olsun Ayşe hanımcığım, bir saniye bekleyin ben bir saklama kabı getireyim."

"Hayır Nil hanımcığım, alıştırmayın bu pintiyi! Beni rezil ettin! Valla boşayacağım seni!"

"Estağfurullah, estağfurullah. Ziyan olmasın gerçekten de."

diyen Nil, bir koşu mutfağa gidip saklama kabıyla geldi, servis maşasını alıp, içini doldururken , kadıncağız diğerlerinin görmediğine şükrediyordu.

Serap, Asuman'a

"Yarın planımızın asıl önemli kısmını oynayacağız unutma sakın."

"Unutur muyum ablacığım? Hi,hi,hi. İyi geceler."

"İyi geceler canım."

Davetliler arabalarına binerken, Ayşe hanımın kocası seslendi:

"Sahi Mehmet Bey, inşallah iyileşirseniz sakın tekerlekli sandalyenizle, kol askınızı atmayın; bana verin ziyan olmasın. Bir gün lâzım olur. Dünya para."

Mehmet, Eylül'e her zamanki gibi en sevdiği masalı okudu, küçük kız "İyi geceler baba" dedikten sonra Shirley Bassey'in "Till" ini pikaba koydu, annesi, babası, Eylül uyuduğundan sesi iyice kıstı; efkârını dağıtmak için buzdolabından bir bira aldı.

Şarkı,

"Ay, dünyayı terk edene,
Tüm denizler kuruyana,
Güneş soğuyana;
Nehirler tersine akana kadar seni seveceğim..."

derken, "Ya Serap beni affetmezse?..." diye içip içip, Serap diye diye sızdı. Sabahın köründe baş ağrısıyla kalkıp, kızı anlamasın diye panikle camları açtı, odayı havalandırdı, bira kutusunu çöpe attı, dişlerini fırçaladı, duş aldı, maydanoz çiğnedi. Pencereden arabasına doğru giden Serap'ı görünce, kendini yere attı. Yakışıklı yüzü, kedinin mama tabağının içindeydi. Kız, tülün arkasından görmüştü tabii ama görmemiş gibi yaptı. İçinden

"Hmm..at kendini yerlere bakalım, görürsün sen." diyerek arabasına binerken, tavşanlı, polar pijamalarıyla Eylül, ağzı, yüzü mamaya bulaşmış babasına bakıp sordu:

"Babişko???? Sen kedinin maması mı yiyosun? Paramız bitti, fakir mi olduk yoksa?"

"Aslghsslllksssslwws."

😂😂😂


BÖLÜMLER

DÜŞMAN AŞIKLAR 39 - ÇİĞDEM' in SONU

Yeşil gözlü müdür - ki, artık hapishane müdürü değil Milli İstihbarat Teşkilatı' nda üst düzey bir görevdeydi- öyle olunca bir telefonla Çiğdem'in tüm bilgilerine ulaştı. Ekranında kadının instagram sayfası açıktı. Bol bol bornozlu, SPA'lı, köpükler içinde selfiler çekmişti. Eliyle çenesini sıvazladı ve kendi kendine

"Demek küvette selfi çekmeyi seviyorsun Çiğdem Hanım. Hmm...işte bu çok iyi." diye mırıldandı.



Çiğdem, beyaz Afyon mermeri şık banyosuna girdi, mumları ve tütsüleri yaktı, küveti sıcak suyla doldurdu, vanilyalı banyo köpüğüyle köpürttü, içine güllü banyo tuzu, lavanta esansı, yasemin esansı döktü.

"Mmmmm! Lüküs hayattt, lüküs hayaatt...ha, haayt! Ne güzel şantaj yaptım ama..."

diyerek vanilya, gül, lavanta ve yasemin kokularını içine çekti. Küvete uzandı. Gözlerini yumdu. Aynı anda, karanlık caddede, siyahlar giyinmiş, kapüşonunu takmış bir adam, ağzını kulaklığının mikrofonuna yanaştırarak:

"Eve yaklaştım."

dedi. Daha önceden birkaç adama uzaktan villanın internetini bozdurmuş ve o bahaneyle eve soktuğu iki adamından biri Çiğdem'in hizmetçisini meşgul ederken, öteki başarıyla gizli kameraları evin birçok yerine yerleştirmişti. Günlerdir haberi olmadan bir minibüs içinden kadının ve çalışan hizmetli kızın her hareketini izliyorlardı. Hangi gün banyoya girdiğini dahi biliyorlardı.

Bilgisayar başındaki hacker,

"Tamamdır. Bizimki dışında kameralar ve kapının şifreleri devre dışı. Hizmetli kız mutfakta. Hedef banyoda ama telefonunu almadı."

dedi. 

"Anlaşıldı, daha iyi, eve giriyorum" diyen Tarık, az sonra içerideydi. Kadının cep telefonu ve şarj aleti masanın üzerinde duruyordu eldivenli eliyle önce telefonu aldı ve özel dedektifle ilgili tüm mesajları ve rehberdeki 'dedektif' kaydını sildi. Hızlı hızlı yukarı çıktı. Banyo kapısını araladı. Çiğdem'in arkası ona dönüktü ve şarkı söylüyordu:

"Eninde sonunda benim olacaksın Mehmet Foçalıııı...
Sevgiyi, aşkı bende bulacaksın Mehmet Foçalııı..."

Sonra panikle ciyakladı"

"A! Telefonumu unutmuşum! Ay! Nasıl unuttum? Mutluluktan herhalde. Ha, ha, haay!"

Eldivenli eller, şarj aletini prize soktu, küvetin yanına yaklaştı ve telefonu suya bıraktı. Cızırtılar, kıvılcımlar çıktı! Çiğdem ne olduğunu bile anlamadan son nefesini verdi. Eski hapishane müdürü sonuçtan emin olmak için biraz bekledi.

" Masum insanların hayatlarını mahvetmek istemenin bedeli Çiğdem hanım."

diyerek çıktı. Kulaklıktaki ses

"Kız yukarı çıkıyor!"

diye uyardı. Hizmetli kız, elinde yumuşacık havlular, oraya doğru geliyordu. Adam, hemen yan odaya saklandı, nefesini tuttu. Kızcağız, banyonun kapısını tıklattı.

" Havlularınızı getirdim Çiğdem hanım"

Cevap gelmeyince içeri girdi.

"Aaaaaaaaaaa! Çiğdem hanım! İmdaaat!"

Küvetin kenarında bir kısmı kömüre dönüşmüş, yanmış telefonu ve şarj kablosunu gören kız, hıçkırarak, kekeleyerek,  112'yi ararken, Tarık, arabasına binmişti bile.

Vaktiyle, polise bilgi sağladığı için uyuşturucu baronlarının infaz etmesinden kurtarıp, iyi bir üniversitede bilgisayar mühendisliğinde okuttuğu, her karşılaştıklarında elinden öpüp, "Hayatımı size borçluyum Tarık amca." dediği genç, bir bilgisayar dehasıydı. Hepi topu, 10 dakikada hallolmuştu. Sormamıştı bile, Niye? Kim? Ne yapacaksınız? diye. Ona güveni tamdı.

*****
Haberleri izleyenler sunucu

"İnstagram fenomeni Çiğdem Avcı , banyo küvetinde selfi çekmek isterken, telefonunun suya düşmesiyle hayatını kaybetti. Uzmanlar bu tür kazaların sık sık görüldüğünü söyleyerek, cep telefonlarının kesinlikle banyoya sokulmaması konusunda uyarıyorlar. Geçenlerde Rusya'da Anastasia Scherbinina isimli instagram ünlüsü kadın da aynı şekilde hayatını kaybetmişti. "

deyince,  gözaydınına gittikleri akrabalarının evinde sohbet ederken açık televizyonda haberi duyan Mehmet'in anne ve babası şoke oldular.  Annesi;

"Aaa! Nasıl yani? Çiğdem ölmüş mü?" diye sorunca eşi cevap verdi:

"Öyle dedi hanım. Valla ne yalan söyleyeyim zerre üzülmedim. Allah taksiratını affetsin."

" Ay! Valla bende üzülemedim. Oğlumuz şantajdan kurtuldu; artık Serap'la evlenmesine mani kalmaz."

" Aynen öyle hanım. Her şer'de bir hayır vardır diye boşuna dememişler!"

"Valla öyle. Allah günahlarını affetsin."

"Amin, amin..."

"Dur ben hemen Mehmet'e mesaj atayım. Boşu boşuna felç taklidi yapıp duruyor zavallı."

diyen kadıncağız telefonuna sarıldığında, Serap'ın intikam partisi tam gaz devam ediyordu. 


BÖLÜMLER