31 Temmuz 2024 Çarşamba

DÜŞMAN AŞIKLAR 44 - SERAP'ı KURTARMA OPERASYONU

Kuveytli petrol zengini ve kokain kaçakçısı şeyh Ömer Vahab, telefonuna bakıp iç çekti.


"Yarabbi! Ne güzellik! Saatler sonra beşinci eşim olacaksın."

Ekranda Serap'ın kitap imza gününde çekilmiş bir resmi vardı. Kristal bardaktaki iki parmak viskiyi bir yudumda bitirdi. Ülkesinde içki, kumar, uyuşturucu yasaktı ama sarayında her çeşidini içer, Monako kumarhanelerinde bir gecede milyonları rulet masasında kaybederdi. Zenginliğine ve cahilliğine paralel, zevksiz, rüküş, altın varakları göz yoran, şatafatın estetik sanıldığı sarayında, esmer, etli butlu dört karısı yeni kumalarını merak ediyorlardı.

Ömer, asıl adı Recep olan çakma Saddam'la anlaşmıştı. Ülkeye kokain sokmak riskliydi ama koskoca şeyhin yatını kimse aramazdı. İçi tıkış tıkış Dolar olan Bond çantanın kapağını kapattı. En güvendiği adamını çağırdı:

"Akdeniz'de uluslararası sularda Saddam'la buluşacaksın; takası yapacak; kokain ve kızın karşılığında bu çantayı vereceksin; içinde 3. 000.000 Dolar var. Sonra kızı bana getireceksin."

*****

Sabah olduğunda, internet "Ünlü feminist yazar ve araştırmacı gazeteci kaçırıldı." haberiyle çalkalanıyordu. Yeşil gözlü müdür için Serap, torunu kadar kıymetliydi. Hemen harekete geçti. Kız, zaten sevilen, ünlü biri olduğundan; emir de en yukarıdan yani Adalet Bakanlığı'ndan gelince, kıytırık uyuşturucu kaçakçısının hiç şansı kalmamıştı. Operasyonu, Mehmet'in dostu, Özel Kuvvetler'den Kartal yönetecekti. Şehir dışındaki çiftlik evi Serap yüzünden deşifre olduğundan, başka bir yere taşınmıştı. Mobese görüntüleri, uydu ve dron takibi, polisin muhbirleri, hapisteki adamlarının cezada indirim karşılığı ötmesiyle, inlerini bulmaları zor olmadı.

Ne kadar ünlü de olsa, narkotik ve terörle mücadelenin ortaklaşa baskınına kimse bir gazeteciyi almazdı ama arkadaşının sayesinde bir çelik yelek de Mehmet'e verdiler. Yine de Kartal,

"Mehmet, bekle önce biz girelim, söz: Saddam'ı bulursak senin."

dedi. Az sonra koçbaşıyla kapıyı açıp, kendilerini Escobar'ın adamları sanan birkaç salakla çatışmaya girdiler. On beş dakika içinde çoğu

"Teslim oluyorum! Ateş etmeyin!"

diye, silahları attılar. Bir ölü, üç de yaralı vardı.

"Yat yere! Yat! Yat!"

denmesiyle eğitimli köpek gibi - gerçi dört ayaklı sevimli dostları bunlara benzetmek haksızlık olur - yere yattılar. İçlerinden en ödleği bülbül gibi öttü:

"Komiserim itirafçı olursam cezam azalır di mi? Saddam, kızı ve malları tekneye götürdü. Kızı bir Arap şeyhine satacakmış. Valla benim bi suçum yok abicim."

Rıhtıma vardıklarında, tekne çoktan uzaklaşmıştı. Kartal, Sahil Muhafaza'yı aradı ve uydu takibiyle "Dalgıç1" isimli tekneyi takibe başladılar. Mehmet'in beyni

"Ya yetişemezsek? Ya şeyhin sarayına gittiyse? Yabancı bir ülkenin topraklarında izinsiz operasyon yapamayız...Diplomatik çabalar? Belki...ya şeyh suçlu bulunmamak için her şeyi inkar edip, kızı yok ederse? Kendi gazetecilerini konsoloslukta yok edip, asitlerde eritmiş vahşiler sonuçta.... Allah'ım düşünmek bile istemiyorum...."

gibi sorularla yanıyor; arada Nil'in telefonlarına çok kısa cevaplar veriyor; merak etmemesini, iz üzerinde olduklarını söylüyordu.

*****

Nil'in evindeyse, Şehnaz, Asuman, Ayşe ve Madam Angela, papatya çayı, kolonya ve sakinleştiricilerle Serap'ın annesini yatıştırmaya çalışıyorlardı. Eylül,

"Nil teyze merak etmeyin, babam kaç kere çoook uzak yerlere gitti, taaaa Irak'a gitti, Afganistan'a gittiiii, babişkom kötü adamları böööle döver, - minik elleriyle havaya hayali yumruklar attı - Serap ablayı da kurtarır, dedem de öyle diyoo."

deyince, kadıncağız, burnunu çekerek

"İnşallah canım, inşallah. Asumancığım, buzdolabında dün akşamdan kalan çikolatalı pasta var, çay da yapın ben iyiyim. Benim yüzümden siz de sabahladınız. Ayşe hanımcığım siz de eve gitmediniz, eşiniz siz olmadan..."

"Ay, merak etme ayol o pintiyi....dün gece adamlar ellerinde silahlarla geldiğinde, cebine pizza dilimleri tıkıştırıyordu. Boşayacağım da Mıstık, küçük..."

" Haklısınız, boşanmayın, üzülmesin. Ne yaparsınız; herkesin bir huyu var işte. Rahmetli annem koca piyangodur derdi. İyisi de çıkar, kötüsü de."

Bahçe kapısının önünde de tv kameramanları, muhabirler vardı. Serap ve Mehmet, sağ salim eve dönerlerse, görüntüleri kaçırmak istemiyorlardı. Bir kadın muhabir evin önünde canlı yayın yapıyor ve seyircilere bilgi veriyordu.

"Sevgili izleyiciler,  ünlü feminist yazar, araştırmacı gazeteci Serap Arda'nın evinin önündeyiz. Son aldığımız habere göre Serap Arda'yı bulmak için özel bir operasyon düzenlendi ama gizli olduğu için bu konuda bizim de bilgimiz yok tek bildiğimiz yine ünlü köşe yazarı ve savaş muhabiri Mehmet Foçalı'nın da operasyona katıldığı. Bildiğiniz üzere iki yazar eskiden deyim yerindeyse kanlı, bıçaklı düşmandı ama birbirlerine aşık olduklarını açıklamışlardı ve ikiliye yakın kaynaklar yakında evleneceklerini söylüyorlardı. Şimdi reklamlar. bizden ayrılmayın."



Mehmet'in endişesi boşunaydı. Uyduyla takip sonucunda tekneye yetiştiler. Sahil Güvenlik'in güvertesinde en sağlam zırhı bile parçalayan, MK38 makineli tüfeğinden, 25 mm kalibre mermilerle, gümbür gümbür uyarı ateşi açıldı, başlarında gri kask, kulaklarında koruyucu kulaklık, üzerlerinde can yeleği olan iki kişiden biri, mermi şeridini namluya yüklüyor, diğeri ateş ediyordu, birinci namludan yağmur gibi kurşun yağarken, ikinciden boş kovanlar patır patır denize düşüyordu. Bir diğeri megafonla

" Dalgıç1, motorları durdur ve teslim ol. Kaçamazsınız."

diye anons yaptı.

"Amanın bu ne! Saddam! Yandık!"

"Allah kahretsin! Ner'den haber aldılar? Kim öttü lan?"

" Kim ötebilir ki Saddam? Bizden kimse konuşmadı."

Saddam salak değildi, çatışmaya girerse öleceğini biliyordu ve canı tatlıydı. Tek çaresi kokainleri denize atmaktı.

"Çocuklar malı denize atıyoruz. Çabuk, delil yoksa suç da yok."

"Ya kız ne olacak?"

"Lan! Sahi bir de kız vardı! Elini, ayağını bağlayıp denize at. Sorguda, 'Bilmiyoruz, gözdağı için kaçırmıştık, dün gece serbest bıraktık, ötesini bilmeyiz diyeceksiniz. Anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı Saddam."

Onlar panikle kokain çuvallarını denize atarken, Kartal, Mehmet ve çakı gibi iki özel tim görevlisi, çelik yeleklerini giyerek, Zodyak bota atladılar.

*****

Serap, kapının kilidinde anahtarın döndüğünü duydu, silah seslerini duymuştu, ya kurtarılacak ya da adamlar tarafından öldürülecekti. Bir gün önce bahçedeki partiyi basan Saddam,

"Seni değil, o gün işime burnunu sokup, her şeyi mahveden şu sarışını istiyorum."

dediğinde pasta tabağındaki çatalı fark ettirmeden alıp kot pantolonunun cebine tıkıştırmıştı. Üzerinde hâlâ çikolata, krema olan çatalı alıp, arkasında sakladı; kapı açıldı. İçeri giren tipsiz

"Gitme vakti geldi güzelim." dedi.

"Yakalandınız, nereye gideceksiniz ki açık denizde?"

" Valla üzülüyorum, şeyhin beşinci eşi olacakken, balıklara yem olacaksın."

"Gerzek! Balıklara yem olmak daha iyidir, çok istiyorsan şeyhin eşi sen ol."

diyerek, bütün gücüyle adamın iki bacağının tam ortasına tekme attı, acıdan iki büklüm olup, haykıran ve elleriyle apış arasını tutan adama çatalı sapladı, boynundan kan fışkıran adam

"Aahhh!"

diye bağırırken, koşarak odadan çıkan kız kapıyı da arkadan kilitlemeyi ihmal etmedi. Ayak sesleri duydu ve merdivenlerin altına saklandı, kimse aşağı inmeyince tekrar yukarı çıktı. Deniz, dalgalı olduğundan ayağının altı sürekli sallanıyor, yaz da olsa rüzgâr iliklerine işliyor, uzun saçları darmadağın havalanıyor, gömleği yelken gibi şişiyordu. Düşmemek için küpeşte korkuluklarına tutuna tutuna yürüyordu ki, bir çift güçlü el ağzını kapatıp, belinden kavradı.

"Bittim."

diye düşünürken, Victor&Rolf traş losyonunun kokusunu tanıdı. Aynı anda Mehmet

"Şşttt! Benim canım. Sesini çıkartma."

diyerek elini yavaşça kızın dudaklarından çekti. Serap, kurtarıcısına sarıldı. O da ona. Ama zaman öpüşüp koklaşma zamanı değildi.

"Sana bir şey yaptılar mı?"

"Hayır, iyiyim."

"Beni üzmemek için söylemiyorsun değil mi?"

"Hayır, hayır, iyiyim."

"Off! Çok şükür, sen şu cankurtaran sandalına saklan, başını eğ, çıkma."

"Ya sen?"

"Şşt...beni merak etme, dört kişiyiz, sen saklan, ben diğerlerinin yanına gidiyorum."

"Ben de işe yararım! Bir tanesini çatalla hakladım bile."

"NE?"

"Evet, ben de geliyorum."

"Hayır! Hepsi silahlı söz dinle! Saklan!"

"Seni yalnız bırakmam!"

"Valla şeytan diyor yatır dizine bas köteği!"

"Neee? Yok artık?"

Mehmet, baktı olmayacak, kızı tuttuğu gibi filikanın içine pek de nazik olmayacak biçimde attı. Poposu tahtalara ve küreklere çarpan kız, doğrulmaya çalışırken Mehmet gözden kaybolmuştu. Arkasından bağırdı:

"Maço! Maganda! Annem haklıymış dünyada evlenmem seninle!"

Adamlar ise o esnada ellerindeki kokainden kurtulmuşlardı.

"Son çuvalı da attık. Artık kanıt bulamazlar."

"Vay, vay, vay, ne salakça bir plan! Tam sana göre."

"Foçalı? "

Kartal ve iki adam ellerindeki silahları çetenin elemanlarına doğrulttular.

"Teslim olun! Aptalca bir şey yapmayın, silahlarınızı yere atın."

Sahil güvenliğin uyarı ateşinden zaten yeterince tırsmış olan adamlar silahlarını atıp, ellerini kaldırdılar. Bir, ikisi nereye yüzecekse, kendini denize attı. Geriye elinde hala silah, Recep kalmıştı.

"Kartal, bu pisliği bana bırak"

"Zevkle, yalnız dikkat et gebermesin, adam yerine koyarlar, hapis yatmanı istemem."

Ondan sonrası Recep için cehennemdi. Çakma Saddam, silahının tetiğine davranmadan Mehmet'in uçan tekmesiyle neye uğradığını şaşırdı. Sol kroşe, sağ kroşe derken, çete reisi, gözleri mosmor, kaşı patlamış, burnu yamulmuş, iki büklüm yere yuvarlanınca, Kartal, yakışıklı adama müdahale etti.

"Mehmet, yeter! Elinde kalacak yoksa..."

Yakışıklı adam, Saddam'ın konuşacak hali kalmadığından öteki suratsızlardan birine döndü:

"Şu Şeyh'le nerede buluşacaksınız? Denizde mi? Limanda mı?"

" Denizde buluşacaktık. Şeyh'in adamı bizi teknesinde bekleyecekti."

Kartal, Mehmet'e döndü:

" Gözünden ne planladığını anlıyorum ama iki ülke arasında krize sebep olursun koçum."

Mehmet gülümsedi ama önce Serap, sağ salim karaya çıkmalıydı. Kartal'a

"Bir fikrim var ve sana söz: İki ülke arasında kriz çıkmayacak."

" Sen öyle diyorsan...."

Tüm adamların elleri kelepçelenmiş, operasyon başarıyla sonuçlanmıştı. Güzel haberi alan Nil, Asuman ve annesi, Mehmet'in annesi Şehnaz, Madam Angela ve küçük Eylül, sevinç çığlıklarıyla evi inletirken, birbirlerine sarılıp sevgi yumağı oluşturdular. Madam Angela

"Demedim mi ben size ayol? Boşuna korktunuz, aslan gibi çocuk, sözünü tuttu."

derken, kıyıya çıktıklarında Serap, Mehmet'in kendisiyle gelmeyeceğini öğrenerek şaşırdı.

"Ne demek ben gelmiyorum?"

"Küçük bir işim kaldı."

"Ne işi? Yakalandılar işte."

"Gelinlikçiye gideceğim."

"Gelinlikçi mi?"

"Şeyhe gelinini götüreceğim. Madem söz vermişler adamcağız hayal kırıklığına uğramasın."

"Ne gelini? Hangi gelin? Saçmalama! Mehmet? Mehmeeeet! Gitme! Hayır! Mehmeeeett!"

 SAHTE GELİN isimli bölümde buluşmak üzere😂😂😂


30 Temmuz 2024 Salı

DÜŞMAN AŞIKLAR 43 - SERAP KAÇIRILIYOR

Eylül, babasının bacağına sarıldı. "Babişko?"

"Korkma canım. Ben yanındayım, arkama geç. Dost! Otur! Tamam, yok bir şey."

Genç adam, çete elemanlarının Dost'u hiç düşünmeden vuracaklarını tahmin ettiğinden, köpeği yatıştırdı; üstlerine atlarsa, kızı, ömrünce unutamayacağı acı bir olaya tanık olsun istemiyordu.

Tipsizin kendi gibi meymenetsiz adamları, herkesin telefonlarını almaya başladı.

"N'apoorsunuz telefon hırsızı mısınız?"

"Çok konuşma moruk ver telefonunu."

"Moruk babandır bre! Ben gençken sokağa çıkınca mahallenin tüm gençleri güzel Angela sokağa çıktı diye birbirlerini ezer idi."

Çakma Saddam "Ha, ha, ha! Ahın gitmiş, vahın kalmış! diye kahkaha atarken, ötekisi telefonları tek, tek, çit şeklindeki çimlerin arkalarına fırlattı. Saddam, Mehmet'e

"Sana o gün bir düşman kazandın demiştim."* deyince, genç adam öfkelendi.

" Bana bak kör müsün? Burada çocuklar, kadınlar ve yaşlılar var. Dışarı gidelim, hesabın neyse benimle gör. "

" Seni değil o gün işime burnunu sokup, her şeyi mahveden şu sarışını istiyorum."

"SAKIN! SAKIN! Gebertirim seni."

Serap, Mehmet'e döndü;

"Merak etme canım, çocuklara ve yaşlılara bir şey olmasın, ben başımın çaresine bakarım."

"HAYIR! Bırak onu, beni al!"

"Ne yapayım seni? Akıllı kız! Aferin, gel böyle Serap hanım. Kimse kıpırdamasın."

"Kızımmm! Hayır! Pislik! Dokunma kızıma!"

" Hadi cümleten iyi akşamlar."

"Saddam! Yeminle ölümün elimden olacak! Saçının teline zarar verirsen! Serap! Kurtaracağım seni!"

"Kızımmm! Kızımmm! İmdaaat!"

"Fadıl! Adam Serap ablayı götürüyor! Allah'ım!"

Adamlar, Serap'ı, camları siyah filmle kaplı plakasız bir araca bindirirken, Mehmet, babasına "Baba, ev telefonundan 155'i ara" diyerek arabasına koştu ama hem kendisinin, hem de Serap'ın aracının lastikleri keskin bir şeyle kesilmişti. Koşarak tekrar bahçeye döndü, babası kötü haberi verdi: Adamlar dışarıdan telefon kablolarını da kesmişlerdi. İki çocuk "Biz buluruz!" diyerek çim çitlere doğru koşturdular, Osman bey evden ışıldak getirdi ve telefonları aramaya koyuldular. Madam, Şehnaz, Ayşe ve Asuman ise "Kızımmm" diye ağlayan kadıncağızı teselli etmeye çalışıyordu. Önce bir telefonu, onu çaldırarak diğerlerini de buldular. Ancak, araçlar çoktan uzaklaşmıştı. Mehmet, Nil hanımın yanına geldi. İki elini kadının omuzlarına koydu.

" Söz veriyorum Nil Hanım: Serap'ı sağ salim getireceğim."






dedi. Bir koşu yatak odasına çıktı. Çekmeceden silah, şarjör, bol bol yedek mermi, uydu telefonu, telsiz ve şarj aletini aldı. Dağcı botlarını giydi, bağcıklarını bağladı. Kenarı tırtıklı bir Rambo bıçağını, botunun içine gizledi. Sevdiği kadını kurtarma operasyonu için hazırdı.

29 Temmuz 2024 Pazartesi

DÜŞMAN AŞIKLAR 42 - DOKTOR CİVANIM

"Aşkım; tamam, yaptım ama niye yaptım bir sor. Bilmediğin şeyler var. Sana anlatamam."

"Bir dakika, önce misafirimi yolcu edeyim, seninle sonra hesaplaşacağız. Çok teşekkür ediyorum Ayhan, sağol. Seni daha fazla meşgul etmeyeyim. Eşine selamlar."

"Estağfurullah Serapcığım, baş üstüne. Görüşürüz."

Serap, arkadaşını uğurladı ve tekrar salona girdi.

"Serap, bak yeminle bildiğin gibi değil, bu....bu iş....ben...se..."

Serap "Pufff" diye günlerdir nefesini tutmuş gibi derin bir nefes verdi.

"Biliyorum şapşal! Annemin kan davası güden akrabalarının olduğunu da, Çiğdem'in sana şantaj yaptığını da öğrendim."

"Kan davası mı?"

"Şaşırdın tabii...ama öğrenmem iyi oldu yoksa seni asla affetmezdim."

"Nasıl öğrendin ki?"

"Annemden. Çiğdem'e gitmiş, ağzını arayınca kadın her şeyi anlatmış."

Madam Angela

"Göroorsunuz değil mi? Kötülük yapmak istedi ama Allah yanına bırakmadı. İlahi adalet"

"Ama bir daha ne olursa benimle paylaşacaksın, öyle sır, mır yok. Birlikte halledeceğiz ne halledilecekse."

"Söz hayatım. Affettin mi şimdi beni?"

"Affettim üçkağıtçı."

deyince, Mehmet, Serap'ı kucakladı. Annesi ve babası

"Oyyy! Alla'm! Şükür! ", "Al benden de o kadar hanım." diyerek Koltuklarına çöktüler. Madam Angela

"Doktooor civanım, doktor, doktor civanımmm."

diye gerdan kırarak, şıkır şıkır oynamaya başladı. Tam o sırada Eylül hoplaya zıplaya merdivenlerden aşağı indi. Hasretle kucaklaşan ikiliyi gördü:

"Babişko! Serap abla! Barıştınız mı? YAŞASINNNN!"

Madam Angela,

"Tabii barıstılar kuzucum, doktoor civanım, doktor, doktor civanım. Ayol doktor da pek bi yakısıklıymış 40 yas genç olsa idim, kaçırmaz idim ben bu doktoru. "

"İlahiiiii Madam Angela. Alemsiniz. Doktor değil ki, tiyatro oyuncusu. Sakalı da takmaydı."

"Olsun fark etmez."

Annesi,

"Madem bu çıkmazdan kurtulduk, kutlayalım bunu."

"Valla iyi olur hanım. Ama bira da içeceğim."

"İç canım iç; göbeğin yeterince büyümedi ;biraz daha büyüt."

"Babişko, bahçeye yuvaylak fenerler de asalım."

"Asarız kuzucuk."

Serap

"'yuvaylak' diyen dillerini yesinler senin, fenerler bizim evde, hadi gidip alalım."

"Oleyyy!"

Onlar bitişik eve giderken, ter içinde kalan Mehmet, önce gidip duş aldı. Kimse yorulmasın, zahmete girmesin diye dışarıdan pizza, patates kızartması, içecek, soğuk mezeler ve tatlı siparişi verdiler. Ağaçlara Japon fenerlerini asarken Eylül'ün keyfi görülmeye değerdi. Sonra da Asuman'ları, Fadıl'ı ve Özgür'ü de davet ettiler.

"Eee? Şu mor giysiliyi çağırmayacak mısın?"

Serap kahkaha attı.

"Dün gece yetmediyse çağırayım Fezücüğümü..."

"Hele bir!"

diyen Mehmet, Serap'ı belinden tuttuğu gibi havaya kaldırdı.

"Aaayyyy! Yapma Mehmet annenlerin önünde! "

"Yahu, bir tartmak istedim kaç kilosun diye. Malum evlenince eşikten kucağımda geçireceğim. "

Serap, gülerek

"Hıııı..ne demezsin, bahaneye bak..." derken, yakışıklı adam, kahkaha atarak, kızı yavaşça indirirdi.

******
Bir gece arayla yine parti olmasına tahmin edersiniz ki, en çok "Dünya Para İhsan" bey sevindi. Özgür'ün anne ve babası ise Asu'ların evindeki, olaylı biten kız istemeden* sonra pinti İhsan bey ile bir araya gelmek istememişlerdi ki, haksız da değillerdi. Sucuklu pizza dilimini yanağını şişire şişire yerken,

"Yahu ne şanslı aileyiz, iki gecedir akşam yemeği bedavaya geliyor. Pizzalar da çok lezzetliymiş. Bol bol ye Mıstık. "

"Baba yaa, doydum, biz, Eylül'le oynucaaz. "

Asuman, Serap'a sarıldı

"Ablacığımm, ikinizi böyle görmek öyle mutlu etti ki beni. Dün epey acımıştım enişteye"

"Valla ben bile acıdım. Parti diye geldi ama geldiğine geleceğine bin pişman oldu. Fezü de iyi rol yaptı. Mor takımının, pembe takımının parasını da faiziyle verdim. Sevindi."

"Ahahahaha. Sonunda. Ben gidip bir Moonlight Serenade koyayım. Alem dans görsün."

"Tamam canım."

Müzik başladı. Serap ve Mehmet, gözleri birbirlerinin gözlerinde yavaş yavaş dans etmeye başladılar. Tek eksik, çizgi filmlerdeki gibi gökyüzünden ışıl ışıl dökülen yıldız tozlarıydı. Madam Angela, Özgür'le, Asuman da Fadıl'la dansa kalkarak onları yalnız bırakmadı. Ay Işığı Serenad'ı bitince, Eylül;

"Ben de, ben de, ben de!" diye zıp zıp zıpladı. Babası, kuzucuğunu kırmadı. En çok alkışı da ikisi aldılar.

Yemekler yendi, sıra tatlıya gelince, küçükler masaya koştular.

"Oley! Çikolatalı. "

Şehnaz hanım, sabırsızlıkla bekleyen küçüklere iki kocaman dilim pasta uzattı. Sonra da büyüklere ikram etti. Aşıkların anneleri yer, içerken, sohbete başladılar.

"Nil hanımcığım, ne kadar birbirlerine yakışıyorlar değil mi?"

"Valla oğlunuzun adı maçoya çıkmış ama kızımın kalbine söz geçiremedim."

Şehnaz güldü, " Dıştan öyle gözükür ama inanın onun maçoluğu sadece kötü adamlara karşı. Arabayla işe giderken otobanda ezilmiş kedi veya köpek görsün, ağlaya ağlaya yola devam eder ; ben anneyim biliyorum. Kızınızı çok seviyor, biz de öyle, torunumun bile kalbini kazandı. Serap abla diyor da başka şey demiyor."

"Çok tatlı Maşallah."

"Bence artık gecikmeyelim, bir an önce bunları baş göz edelim. Ne dersiniz Nil hanımcığım?"

Madam

" Bence durduğunuz kabahat ayol, baksanıza birbirlerine nasıl da yakısoorlar."

"Neee? Hayır, hayır, ben daha kızımdan ayrılmaya hazır değilim. Onsuz ne yaparım?"

O sırada sevdalılar iki kişilik salıncağa oturmuş, yemek konusunu tartışıyorlardı:

"Nasıl yani hayatım şimdi sen hiç yemek yapmayı bilmiyor musun?"

"E, herhalde canım. Bende dört saat yaprak saracak bir tip var mı?"

" Şey....şey....e ...evlenince ne yiyeceğiz?"

"Ben sana güvenmiştim."

Mehmet'in gözleri sonuna kadar açıldı.

"Nasıl?"

" En iyi aşçılar hep erkek değil mi? Yemek yapmayı bildiğini düşündüm."

"Şey.....kursuna giderim hayatım. Yalnız kimseye söyleme yoksa komşular üstümde önlük resmimi çekip; "Maço Köşe'nin ünlü muhabiri imambayıldı yaparken" diye şantaj yapıp para isterler."

Serap, kahkaha attı.

"Şaka hayatım, merak etme seni aç bırakmam. Çok güzel makarna ve menemen yapıyorum. Bir de...."

Sözü, çocukların kahkahalarıyla kesildi. Eylül ve Mıstık birbirlerinin çikolataya bulanmış yüzlerine bakıp gülüyorlardı.

"Yüzün hep çikolata olmuş."

"Senin burnunda bile çikolata var."

"Senin de yanağın heeep çikolata."

Tam o sırada Dost, havlamaya başladı. Asuman elindeki kola şişesini şangırtıyla düşürdü, gözleri dehşetle açılmış, bahçe kapısına bakıyordu. Ellerinde otomatik tabancalar olan on kişi içeri girdi. Silahlar kendilerine çevriliydi. Ortalarındaki kısa boylu, göbekli, siyah bıyıklı, kel tipin kara gözleri fıldır fıldır dönüyor; bir elindeki tespihi sallıyordu.

"Dünya ne küçük değil mi Foçalı?"

"Çakma Saddam!"

28 Temmuz 2024 Pazar

DÜŞMAN AŞIKLAR 41- FELÇ NUMARASI MEYDANA ÇIKIYOR:)

Nil, siyah elbisesini giydi; aynı renk şapkasını taktı. Çorapları, ayakkabıları dahil, tepeden tırnağa karalar içinde, bir taksiye binip Zincirlikuyu mezarlığında indi. Çiğdem'in cenazesi toprağa verilmiş, herkes gidiyordu. Karanfiller, laleler ve papatyalarla kaplı toprak yığınına yaklaştı.

Elinde bir tane kırmızı gül vardı.

" Emily İçin Bir Gül hikayesini bilir misin Çiğdem? Okusaydın, aç gözlü, hırslı ve saplantılı kitap kahramanlarının sonlarının iyi olmadığını, başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edilemediğini bilirdin. Keşke seni engellemenin başka bir yolu olsaydı; demek ki, yokmuş. Benim ve kızımın ölmesine sebep olacak, sevenleri ayıracak, Mehmet'i yıkacak, küçük Eylül'ü, babaannesi, dedesini çok üzecektin. Yine de affet."

diyerek çiçeği yavaşça mezarın üstüne bıraktı.

Dönüş yolunda yürürken, binlerce liralık çantalarıyla hava atan iki kadının "Ayol şimdi tabutta selfi çekemedim diye üzülüyordur " diye alay ettiklerini duydu. Sağlıklarında birbirine canım, cicim diyenlerin sahte dostluklarıyla yüzü limon yemiş gibi ekşidi.



Aynı saatlerde, Mehmet, elinde telefon, en iyi dostunu aradı:

"Özgür, aman yavaş konuş kimse duymasın."

"Merak etme abicim, yenge, ekibiyle fısır fısır konuşuyor; kesin erkekleri çekiştiriyorlardır. Zavallı Fadıl'ı da kendilerine benzetmişler. Üzerine 'Ben feministim' yazan tişört giymiş, yolda herkes gülüyordur bu nasıl erkek diye."

" Allah iyiliğini versin, aslında çok iyi çocuk. Gerçi Kanada başbakanı da aynısından giymişti."

"Abicim, Trudeau giyer orası çağdaş ülke, bize fazla gelir."

" Neyse, boşver şimdi, bak ne diyeceğim: Çiğdem'le evlilik haberinin asparagas olduğunu basına duyurmamız lâzım."

"Bizim patron halletti o işi: 'Rahmetli, biliyorsunuz ilgi çekmeyi çok severdi, o maksatla bir şaka yapmış, kulaktan kulağa yayılmış, aslı yok, Mehmet beyin Serap hanıma aşık olduğunu bütün Türkiye biliyor.' dedi. "

"İyi olmuş. Peki ya felç hikayesi?"

"Onda da sıkıntı yok. Herkes seni hâlâ Afganistan'da sanıyor." 

"Harika. Ben de bir çözüm buldum: Bir kliniğe gitmiş gibi yapacağım. Bir ay sonra mucize bir fizik tedaviden sonra ayağa kalktım diye gelirim. Yok, yok, bir ay Serap'tan uzak kalmaya dayanamam; on beş gün olsun."

"Tamam. Yalnız dua et de, yenge 'Seni çok seviyorum felç de olsan evlenelim.' demesin. Neyse kapatmam lâzım patron sesleniyor. Hadi görüşürüz."

Mehmet, Özgür'ün söylediğini düşününce, paniğe kapıldı. Ya güzel kız gerçekten öyle bir şey derse? Bir içim su karısına bakıp, yalanı meydana çıkmasın diye dokunamayıp, yutkunan bir adam! Ölümden beter! diye mırıldandı. İnsan beyni böyle çaresiz ve çıkmazlarla dolu anlarda "Seni biraz kapatayım, dinlen, güncellen, reset yap, kendine gel" dermiş. Pencereden vuran yaz güneşiyle, gözleri 'yeniden başlat' yapmak üzere kapandı, kaykılarak kanepeye uzandı, telefon elinden halının üzerine düştü. Mışıl mışıl uyurken alttaki rüyayı görmeye başladı:

Rüyasında, Serap ile evlenmişlerdi. Güzel kız, üzerinde seksi geceliklerle odada geziyor; banyodan çıkmış üzerinde havlu biçimli bacaklarına krem sürüyordu.

"Aşkımmm, genç, güzel karıma dokunamıyorum diye acı çekmiyorsun ya? "

"Iıııı...yok....ııııı.....yok....yok"

"Hayatımm? Banyodan sonra nemlendirici sürerken, bir şey hissettmiyorsun değil mi?" deyince de

"Iııı, ıııı.....hiss....hissetmiyorum."

Alnında boncuk boncuk terle, "Hiaaaaa!" diye irkilerek uyandı.

"Allah'ım çok şükür rüyaymış! Çin işkencesinden beterdi."

Ter içinde kaldığından gidip bir güzel duş aldı, giyindi. Havluyla kafasını kurulaya kurulaya salona geldi. Serap görür diye bahçeye bile çıkamıyordu, eve hapsolmuştu. Annesi, babası televizyonda dizi izler; kendisi de internette Libya'yla ilgili haberleri okurken akşam oldu. Eylül, odasında bebekleriyle oynuyordu. Minik fincanlarını, çay takımını dizdi, içlerinde çay varmış gibi ağzına götürerek "Hüüp, Hüüp" diye çay içti. Sonra

" Şimdi uslu uslu durun çocuklar, ben ütü yapacağım."

diyerek oyuncak ütüsünü alıp, bebeklerinin minik kıyafetlerini ütülemeye başlamıştı ki, zil çaldı. Mehmet, yerinden sıçradı.

"AÇMAYIN SAKIN! Serap olabilir! Kol askım! Sandalye!"

Panikten kol askısını bu sefer de sağ koluna takıp, tekerlekli iskemleye oturdu.

"Tamam baba, açabilirsin şimdi."


Osman bey, kalkıp kapıyı açtı. Karşısında keçi sakallı, gözlüklü, kır saçlı, entel tipli bir bey ve tesettürlü, koyu renk gözlüklü bir kadın, yanlarında da Madam Angela vardı. Adam, lafa girdi:

"Arz-ı hürmetler ederim efendim, bendeniz Nöroloji uzmanı profesör doktor Attilla Demir. Bu da yardımcım fizik terapi ve alternatif tıp uzmanı Azadiya hanım. Kendisi Özbekistanlıdır. Türkçe bilmez; yeni geldi. Biz aramızda Rusça anlaşıyoruz. Efendim, bizi Serap hanım gönderdi. Oğlunuzu muayene etmemiz için. Ricasını kıramadım. Madam Angela da eksik olmasın, evinizi gösterdi."

"Evet ya, ellerinde bir adres kağıdı baka baka yüroorlardı. Ee, bizi içeri davet etmeyecek misiniz ayol?"

"Ah, kusura bakmayın, çok affedersiniz, şaşırdım, buyurun, buyurun."

Adamcağızın yüzü "Şimdi ne halt edeceğiz?" diyordu. Misafirler ve Madam içeri girdi.

"Oğlum, beyefendi ve han'fendi...."

"Duydum baba, şey, doktor bey, ikinize de çok teşekkür ederim, zahmet edip evimize kadar gelmişsiniz ama ben felç değilim."

"Ne? Nasıl yani? "

"Şimdi uzun hikaye ama çok özel bir sebep yüzünden felç numarası yapmak zorunda kaldım. İnanın mecburiyet. Ölüm kalım meselesiydi."

"Yok canım? İnanmıyorum. Doktor korkusu olmasın? Çoğu hasta canı acıyacağını düşünerek, fizik tedaviden korkar."

" Valla değil doktor bey, yalnız ne olur Serap duymasın. Öğrenirse mahvolurum. Her şeyi onun için yaptım ama haberi yok. Hayat memat meselesiydi. Gittik, evde yoktu filan dersiniz. Ben zaten bu işi on beş gün içinde halledeceğim. İnanmazsanız bakın..."

Mehmet ayağa kalktı. Kolundaki askıyı yere fırlattı. Sonra ip atlar gibi zıp, zıp, zıpladı.

"Gördünüz mü kolumda da, bacaklarımda bir sorun yok. Hatta bir saniye...." diyerek

halıya uzandı. Güçlü pazularını şişire şişire şınav çekmeye başladı.

"Birrr"

"Kiii.."

"Üç..."

Mehmet dördüncüyü çekerken, Azadiya hanım soyunmaya başladı: Birer birer önce baş örtüsünü, sonra üzerindeki tüniği, en sonunda kara gözlüklerini çıkartıp yanındaki koltuğun üzerine koydu. Bu, Serap'tan başkası değildi. Mehmet'in annesinin ve babasının şaşkınlıktan ağızları açık kalırken, güzel kız, onlara gülümseyerek, parmağını dudağına götürdü ve 'sus' işareti yaptı. Yakışıklı adam kafasını yukarı kaldırmadığından, kızı görmüyordu. Gözleri halıda seslendi:

"Dörtt....yetmez mi doktor bey?"

Sakallı adam Serap'a baktı. Kız, başını 'hayır' anlamında sallayınca,

"Birazcık daha çekin öyle karar vereceğim Mehmet bey."

dedi.

"Altıı...."

"Yedii....."

.......

"Yirmi....ıııhh!:..."

Karı, koca, müstakbel gelinlerinin hatırına bir şey diyemiyorlardı ama yüzü kıpkırmızı olmuş, alnının damarları kabarmış, dişlerini sıkarak şınav çeken oğlu "ıııhh!" dedikçe, Şehnaz hanımın yüzü düştü. Ne de olsa anne yüreğiydi. Madam Angela bile ellerini dizine vurup, başını sağı-sola sallayıp, içinden "Vah, vah, canı çıkooor delikanlının." diyordu ki, Serap, eliyle doktora durmasını işaret etti.

Doktor seslendi:

"Tamam, ikna oldum. Sapasağlamsınız."

Serap

"Ben de. Maşallah turp gibisin canım!"

deyince Mehmet ayağa fırladı.

" Hiii! SERAP!"

"Serap ya! Ta başından beri numara yaptığını biliyordum. Seni sahtekar! Şınav çekersin ha?"

27 Temmuz 2024 Cumartesi

DÜŞMAN AŞIKLAR 40 - İNTİKAM PARTİSİ TAM GAZ:)

Bahçede Serap'ın intikam partisi tüm hızıyla devam ediyordu. Asuman, Serap'ın göz işaretiyle, Moonlight Serenade'i koyunca, Mehmet'in suratı üzgün adam emojisine döndü. Fezü zaten önceden tembihliydi.

"Serap hanım, bu dansı bana lütfeder misiniz?"

"Hayır! Moonlight Serenade olmaz!"

"A, niye Mehmet bey?"

"Bu bizim şarkımız!"

"Allah! Allah! Başkasıyla evleneceksiniz; bizim şarkımız mı kaldı?"

"Hayır! Başka şarkı seç! Ay Işığı Serenadı olmaz!"

"Hıh! Bal gibi de olur."

Ancak, Serap, kendi kalbine de kıyamadığından, B planı hazırdı. Tam Fezü, elini Serap'ın eline uzatmıştı ki, Asuman

"Ay ablacığım, obur ben, çok yedim galiba bana bir şeyler oluyor!" dedi. Serap, annesi, Ayşe, Asuman'ın başına üşüştüler, sevimli tombiş asistan göz kırparken, fısıldadı:

"Nasıl ablacığım iyi becerdim mi?"

" Hem de nasıl? Bu şarkıyı bir başkasıyla paylaşamazdım."

Asuman'ı oturttular, arkasına yastıklar dayadılar, eline de bir bardak limonlu su verdiler. Mehmet, Özgür'e "Gördün mü kanka, karma diye bir şey var." "Haklısı abicim çak" derken Serap bıyık altından gülüyordu. Kız, az sonra çok iyi olduğunu söyleyince, Madam Angela eline udunu aldı:

"Ah, bu udun dili olsa da konuşsa, rahmetli annemin idi, Büyük Ada'dadaki evde böyle toplasir, musiki sefası yapardık."

Fezü,

"Haydi çal, Madam Angela, ben de söylerim. Sesim de güzeldir övünmek gibi olmasın."

"Ada sahillerinde bekliyorum..." la başlayıp Serap'ın gözlerinin içine baka baka

" seni senden, güzelim, istiyorum..."

derken Mehmet,

"Lan! Sen kimi kimden istiyorsun?" dedi ve ayağa kalkmaya yeltendi. Bıraksalar "Şehadet getir lan, şimdi geberteceğim seni!" diyecekti ki,

Özgür panikle,

"Yapma abicim! Numara yaptığını anlayacaklar! Otur!" diyerek, kan ter içinde, Mehmet'i omuzlarından bastırmaya çalışıyordu ki, yakışıklı köşe yazarının cep telefonuna mesaj geldi:

"Oğlum, az önce haberlerde söylediler: Çiğdem, banyo küvetinde selfi çekerken ölmüş. Cereyan çarpmış zavallıya. Allah'ın işi işte, onunla evlenmek zorunda değilsin artık."

Genç adam boş bulunup "Allah!" diyerek ayağa fırladı.

Tüm başlar ona döndü, bütün gözler Mehmet'in üzerindeydi.

Özgür fısıldadı:

"Abicim n'apıyorsun? Sen felçlisin?"

deyince, anında yine oturdu.

Özgür

"Şey, Afganistan'daki doktor demiş böyle ani şey...şeyler olabilirmiş. Değil mi kanka? Sen dediydin. Felcin çok değişik bir tipi."

"Ehem, evet dedi ki, böyle şoke edici bir haberde filan fırlayabilirsin ama sonra hemen yine düşersin diye. Ehm, haklıymış."

"Evet Mehmet doğru söylüyor hatta tıbbi bir adı da vardı ama şu an hatırlayamadım. Latince ya...eee nöro paralizssss ya dilimin ucunda da hatırlayamadım şimdi, öyle bir şeydi...hatta dün bir ara öyle fırladıydı."

"Evet yaa, hamam böceği görmüştüm."

Serap, gülerek

"A? Kimse duymasın valla cesur savaş muhabirimizin karizması fena çizilir."

"Şey, aniden karşıma çıkınca...GDO'lu filandı herhalde kedi büyüklüğündeydi."

"A? Kedi büyüklüğünde hamam böceği de hiç duymadım bu bildiğin uzaylı yaratık filan olmasın?"

"Özgür de şahit...değil mi Özgür? Kedi derken yavru kedi, minnak..."

"Evet, valla yavru kedi büyüklüğündeydi...ben de şaşırdım."

"Yaaa? Tabii canım, öyledir. Şimdi N'oldu peki? Uzaylılar dünyayı istila mı etmiş?"

"Yok ama şey, e, şoke oldum; Çiğdem ölmüş. Banyoda selfi çektirirken cereyana kapılmış."

Madam Angela

"Aaa! Su testisi su yolunda kırılır derler hep bornozlu bornozlu seksi fotolar paylasir idi. Vah, vaaaah. Tüylerim diken diken oldu. Allah taksiratını affetsin."

Serap, Mehmet'e

"A? Vah, vah, Allah rahmet eylesin. Dul kaldınız desenize." dedi.

"Yahu evlenmedim ki dul kalayım?"

"İyi de evlenecektin. Değil mi Madam Angela? Uydurmuyorum herhalde."

"Kızcağız doğru söylooor."

" Ama şimdi her şey değişti Serap. Artık....artık..."

"Hayır efendim hiçbir şey değişmedi."

O akşam, Çiğdem'in ölüm haberi duyulunca, Fadıl müziği kapattı. Parti bitmişti. Herkes kendi evine dağılırken, Dünya Para İhsan, masanın yanında çaktırmadan ceplerine zeytinyağlı sarma, sigara böreği tıkıştırıyordu ki, eşi gördü:

"İhsan! Allah seni kahretmesin!"

"Karıcığım, yanlış anlama ziyan olmasın diye..."

Nil, hemen devreye girdi:

"Aşk olsun Ayşe hanımcığım, bir saniye bekleyin ben bir saklama kabı getireyim."

"Hayır Nil hanımcığım, alıştırmayın bu pintiyi! Beni rezil ettin! Valla boşayacağım seni!"

"Estağfurullah, estağfurullah. Ziyan olmasın gerçekten de."

diyen Nil, bir koşu mutfağa gidip saklama kabıyla geldi, servis maşasını alıp, içini doldururken , kadıncağız diğerlerinin görmediğine şükrediyordu.

Serap, Asuman'a

"Yarın planımızın asıl önemli kısmını oynayacağız unutma sakın."

"Unutur muyum ablacığım? Hi,hi,hi. İyi geceler."

"İyi geceler canım."

Davetliler arabalarına binerken, Ayşe hanımın kocası seslendi:

"Sahi Mehmet Bey, inşallah iyileşirseniz sakın tekerlekli sandalyenizle, kol askınızı atmayın; bana verin ziyan olmasın. Bir gün lâzım olur. Dünya para."

Mehmet, Eylül'e her zamanki gibi en sevdiği masalı okudu, küçük kız "İyi geceler baba" dedikten sonra Shirley Bassey'in "Till" ini pikaba koydu, annesi, babası, Eylül uyuduğundan sesi iyice kıstı; efkârını dağıtmak için buzdolabından bir bira aldı.

Şarkı,

"Ay, dünyayı terk edene,
Tüm denizler kuruyana,
Güneş soğuyana;
Nehirler tersine akana kadar seni seveceğim..."

derken, "Ya Serap beni affetmezse?..." diye içip içip, Serap diye diye sızdı. Sabahın köründe baş ağrısıyla kalkıp, kızı anlamasın diye panikle camları açtı, odayı havalandırdı, bira kutusunu çöpe attı, dişlerini fırçaladı, duş aldı, maydanoz çiğnedi. Pencereden arabasına doğru giden Serap'ı görünce, kendini yere attı. Yakışıklı yüzü, kedinin mama tabağının içindeydi. Kız, tülün arkasından görmüştü tabii ama görmemiş gibi yaptı. İçinden

"Hmm..at kendini yerlere bakalım, görürsün sen." diyerek arabasına binerken, tavşanlı, polar pijamalarıyla Eylül, ağzı, yüzü mamaya bulaşmış babasına bakıp sordu:

"Babişko???? Sen kedinin maması mı yiyosun? Paramız bitti, fakir mi olduk yoksa?"

"Aslghsslllksssslwws."

😂😂😂

DÜŞMAN AŞIKLAR 39 - ÇİĞDEM' in SONU

Yeşil gözlü müdür - ki, artık hapishane müdürü değil Milli İstihbarat Teşkilatı' nda üst düzey bir görevdeydi- öyle olunca bir telefonla Çiğdem'in tüm bilgilerine ulaştı. Ekranında kadının instagram sayfası açıktı. Bol bol bornozlu, SPA'lı, köpükler içinde selfiler çekmişti. Eliyle çenesini sıvazladı ve kendi kendine

"Demek küvette selfi çekmeyi seviyorsun Çiğdem Hanım. Hmm...işte bu çok iyi." diye mırıldandı.



Çiğdem, beyaz Afyon mermeri şık banyosuna girdi, mumları ve tütsüleri yaktı, küveti sıcak suyla doldurdu, vanilyalı banyo köpüğüyle köpürttü, içine güllü banyo tuzu, lavanta esansı, yasemin esansı döktü.

"Mmmmm! Lüküs hayattt, lüküs hayaatt...ha, haayt! Ne güzel şantaj yaptım ama..."

diyerek vanilya, gül, lavanta ve yasemin kokularını içine çekti. Küvete uzandı. Gözlerini yumdu. Aynı anda, karanlık caddede, siyahlar giyinmiş, kapüşonunu takmış bir adam, ağzını kulaklığının mikrofonuna yanaştırarak:

"Eve yaklaştım."

dedi. Daha önceden birkaç adama uzaktan villanın internetini bozdurmuş ve o bahaneyle eve soktuğu iki adamından biri Çiğdem'in hizmetçisini meşgul ederken, öteki başarıyla gizli kameraları evin birçok yerine yerleştirmişti. Günlerdir haberi olmadan bir minibüs içinden kadının ve çalışan hizmetli kızın her hareketini izliyorlardı. Hangi gün banyoya girdiğini dahi biliyorlardı.

Bilgisayar başındaki hacker,

"Tamamdır. Bizimki dışında kameralar ve kapının şifreleri devre dışı. Hizmetli kız mutfakta. Hedef banyoda ama telefonunu almadı."

dedi. 

"Anlaşıldı, daha iyi, eve giriyorum" diyen Tarık, az sonra içerideydi. Kadının cep telefonu ve şarj aleti masanın üzerinde duruyordu eldivenli eliyle önce telefonu aldı ve özel dedektifle ilgili tüm mesajları ve rehberdeki 'dedektif' kaydını sildi. Hızlı hızlı yukarı çıktı. Banyo kapısını araladı. Çiğdem'in arkası ona dönüktü ve şarkı söylüyordu:

"Eninde sonunda benim olacaksın Mehmet Foçalıııı...
Sevgiyi, aşkı bende bulacaksın Mehmet Foçalııı..."

Sonra panikle ciyakladı"

"A! Telefonumu unutmuşum! Ay! Nasıl unuttum? Mutluluktan herhalde. Ha, ha, haay!"

Eldivenli eller, şarj aletini prize soktu, küvetin yanına yaklaştı ve telefonu suya bıraktı. Cızırtılar, kıvılcımlar çıktı! Çiğdem ne olduğunu bile anlamadan son nefesini verdi. Eski hapishane müdürü sonuçtan emin olmak için biraz bekledi.

" Masum insanların hayatlarını mahvetmek istemenin bedeli Çiğdem hanım."

diyerek çıktı. Kulaklıktaki ses

"Kız yukarı çıkıyor!"

diye uyardı. Hizmetli kız, elinde yumuşacık havlular, oraya doğru geliyordu. Adam, hemen yan odaya saklandı, nefesini tuttu. Kızcağız, banyonun kapısını tıklattı.

" Havlularınızı getirdim Çiğdem hanım"

Cevap gelmeyince içeri girdi.

"Aaaaaaaaaaa! Çiğdem hanım! İmdaaat!"

Küvetin kenarında bir kısmı kömüre dönüşmüş, yanmış telefonu ve şarj kablosunu gören kız, hıçkırarak, kekeleyerek,  112'yi ararken, Tarık, arabasına binmişti bile.

Vaktiyle, polise bilgi sağladığı için uyuşturucu baronlarının infaz etmesinden kurtarıp, iyi bir üniversitede bilgisayar mühendisliğinde okuttuğu, her karşılaştıklarında elinden öpüp, "Hayatımı size borçluyum Tarık amca." dediği genç, bir bilgisayar dehasıydı. Hepi topu, 10 dakikada hallolmuştu. Sormamıştı bile, Niye? Kim? Ne yapacaksınız? diye. Ona güveni tamdı.

*****
Haberleri izleyenler sunucu

"İnstagram fenomeni Çiğdem Avcı , banyo küvetinde selfi çekmek isterken, telefonunun suya düşmesiyle hayatını kaybetti. Uzmanlar bu tür kazaların sık sık görüldüğünü söyleyerek, cep telefonlarının kesinlikle banyoya sokulmaması konusunda uyarıyorlar. Geçenlerde Rusya'da Anastasia Scherbinina isimli instagram ünlüsü kadın da aynı şekilde hayatını kaybetmişti. "

deyince, Mehmet'in anne ve babası şoke oldular. Yoruldukları için Serap'ın partisinden müsaade isteyip erken ayrılmış ve evlerine gitmişlerdi. Haberi onlar da duydular. Annesi;

"Aaa! Nasıl yani? Çiğdem ölmüş mü?" diye sorunca eşi cevap verdi:

"Öyle dedi hanım. Valla ne yalan söyleyeyim zerre üzülmedim. Allah taksiratını affetsin."

" Ay! Valla bende üzülemedim. Oğlumuz şantajdan kurtuldu; artık Serap'la evlenmesine mani kalmaz."

" Aynen öyle hanım. Her şer'de bir hayır vardır diye boşuna dememişler!"

"Valla öyle. Allah günahlarını affetsin."

"Amin, amin..."

"Dur ben hemen Mehmet'e mesaj atayım. Boşu boşuna felç taklidi yapıp duruyor zavallı."

diyen kadıncağız telefonuna sarıldığında, Serap'ın İNTİKAM PARTİSİ TAM GAZ devam ediyordu. 

26 Temmuz 2024 Cuma

DÜŞMAN AŞIKLAR 38 - SERAP'ın İNTİKAM PARTİSİ :)


Çiğdem kahkaha atarken, Nil, kapıyı çarpıp çıktı. Taksi çağırma düğmesine bastı. Beklerken, çantasından telefonunu çıkarttı. Bir numara tuşlayınca, çok uzaklarda bir yerde, kahverengi, maun çalışma masasının üzerindeki siyah cep telefonu zangırdayarak çalmaya başladı. Bir el, ortadaki küçük yuvarlağa bastı, elin sahibi, cezaevi müdürüydü. Siyah saçları kırlaşmış, seyrelmiş, alnında çizgiler oluşmuş ama yeşil gözleri berraklığını kaybetmemişti. Tanıdığı bir numara değildi. Nil, gencecik kızken, hapse girdiğinde cep telefonu alacak kadar zengin değildi ama adamın numarasını ezberlemişti ve İstanbul'a gidip, kütüphanede çalışmaya başlayınca, kendisine en ucuzundan bir telefon alıp; kurtarıcısını 'Kuğu Gölü' olarak kaydetmişti. Titreyen bir sesle

"Kuğu Gölü balesine bilet aldım."

dedi ve adamın yıllar önce tembih ettiği üzere hemen kapattı.

Tarık, şifreyi duyunca irkildi, alnında bir damar kabardı, yanağı seğirdi. Cemil'in ailesinin her şeyi öğrendiğini sandı. Öyle olmadığını öğrenince rahatladı. Koca bir aileyle uğraşmaktansa, sadece şantajı yapan kadına engel olması gerekecekti. Yirmi altı yıl önce başarmıştı. Yine halledecekti.

"Panik yok Nil. Sakın korkma arkanda ben varım. Şimdilik o kadını oyala yeter. Foçalı ile evleneceğini sanarak rahat davransın. Korkarsa bilgileri internete verebilir. İşim zorlaşır. Anladın değil mi?"

"Anladım. Merak etmeyin. Sağolun, çok sağolun....ayağınıza taş değmesin sizin de, ailenizin de."

"Sen de sağol Nil. Numaranı kaydettim. İçin rahat olsun. Benden haber bekle."

Böylece, kadıncağız rahat bir nefes aldı. Müdüre güveniyordu. Ancak sosyetiği nasıl ikna edecek, nasıl halledecek bilemiyordu. Dualar ede ede evin yolunu tuttu.

Küçük müttefiki sayesinde Mehmet'in felç numarası yaptığını öğrenen Serap, ertesi sabah gazeteye gelince, Asuman ve Fadıl'la baş başa verip; fısır fısır konuşmaya başladı.

"Tamam, beni ve annemi korumak için yapmış ama çok kızdım. Şimdi sıra bende. İNTİKAM ÇANLARI ÇALSIN.

"Çalsın ablacığım. Hi, hi, hi."

Fadıl sordu:

"Ne yapıyoruz?"

"Önce Fezü'nün telefonunu bulun bana çocuklar. Sonrası kolay."

"Güvenlikte vardır Serap abla, hemen alıp geleyim. Tüm ziyaretçilerin telefonunu kaydediyorlar."

Az sonra Asu numarayı getirdi ve çakma olmayan sarışınımız konuşmaya başladı:

"Fezü bey, merhaba. Ben Serap Arda, bir şey soracaktım, hani siz şu meşhur mor takımın, pembe takımın parasını alabildiniz mi? Hmm, o zaman annem adına ben ödeyeceğim. Hem de faiziyle. Sonuçta kumpası annemle birlikte kurmuşlar. Yalnız minik bir yardıma ihtiyacım var. Bakın şimdi dinleyin ..."

Güneş battı, evlerin ışıkları peş peşe yandı. Mehmet, eli çenesinde bu durumdan nasıl çıkacağını düşünüyordu. Annesi ve babası, vapura binip; yeni doğan bebekleri için bir akrabalarına gözaydınına gitmişti ki, yan bahçeden müzik sesleri geldi. Kendi kendine söylendi:

"N'oluyor? Bir yerde düğün mü var?"

Tam o sırada, Eylül, bahçeden geldi.

"Babişko! Nil teyzelerin bahçesinde parti var. Biz de davetliyiz."

"NE? Ben felçliyken, parti mi veriyorlar? YUH!"

"Felç diilsin ki, numara yapıyorsun."

"Ama onlar bilmiyor ki."

"Evet ama babişko bu şürpriiiizzz. Özgür abi de orada."

"Kankam da mı orada. E, gidelim o zaman. Davete icap etmemek olmaz. Ben kolumun askısını takayım, sen de tekerlekli sandalyemi getir kuzucuk."

Mehmet, sahte kol askısını evvelsi akşam sağ koluna taktığını unuttuğundan, bu sefer sol koluna taktı. Eylül mahsus bir şey demedi. Sonuçta, o Serap'ın takımındandı.

Renk renk ampuller ve Japon fenerleri bahçeye bir masal havası vermişti.

Anne- kızın misafirleri de yabancı değildi: Asuman, annesi, babası 'Dünya Para İhsan', küçük kardeşi Mıstık, Fadıl, Özgür, Madam Angela ve Fezü.

Mehmet, tekerlekli sandalyeyle bahçeye gelince, ekip hep bir ağızdan

"GEÇMİŞ OLSUNNNN!" diye bağırdı.

Elindeki birayı kaldıran Özgür:

"Sana MORAL GECESİ düzenledik. İyileşeceğin güne abicim."

"Teşekkür ederim, e...eksik olmayın. Sağolun hepiniz."

Serap, Asu ve Fadıl'ın intikam planından habersiz olan kankası fısıldadı:

"Gördün mü abicim? Numaramızı yemişler."

"Gördüm ama içim içimi yiyor, sevdiğimin gözüne baka baka yalan söylüyorum. Burnum uzayacak. "

"Abicim hepsi Serap ve annesi için. Zaman kazandık, ileride bir çözüm buluruz merak etme. Gün doğmadan neler doğar derler."

"İnşallah kanka...."

Fadıl, "Tekrar geçmiş olsun Mehmet abi, ben müziğin sesini açayım; parti başlasın." derken,

Serap geldi.

"Hoş geldiniz Mehmet bey."

"Bey mi?" 😟

"E, herhalde. Bir başkasıyla evleneceksiniz. Siz de bana 'siz' diye hitap ederseniz sevinirim. Bu arada sağ kolunuz alçıda değil miydi?"

"Assesllssss! Dün beni öyle görünce şoke oldun ya, aklında yanlış kalmıştır. Sol kolum alçıdaydı."

"Tabii canım, öyledir. Ben size tabak getireyim, sağ elinizin alçıda olmaması iyi oldu. Çok güzel şeyler yaptık hatta pastanın üstünü Eylülcüğüm süsledi. Değil mi canım?"

diyerek masaya gitti. Eylül

"Evet babişko. Çilekleri ben dizdim. Biz, Çıldırgan ve Limon'la oynayacağız." diyerek, kedileri seven Mıstık'ın yanına koşarken, elinde bir tane yaprak sarma, şapur-şupur yiyerek Fezü geldi.

" Mehmet Bey, geçmişler olsun efendim. Allah'tan ümit kesilmez belki bir mucize olur. Tıp her gün ilerliyor."

" Senin ne işin var burada? Yediğin yumruklar yetmedi mi? "

"Ne işim olacak? Siz Çiğdem hanımla evleniyormuşsunuz; bu durumda ben de artık Serap hanıma rahat rahat kur yapabilirim. Hatta ilan-ı aşk edebilirim."

"Grrrrrr..."👿 Ölümüne mi susadın salak? Bak valla 20 yıl yatarım demem seni..."

"İlahi Mehmet bey, madem başkasıyla evleniyorsunuz, bırakın biz de Serap hanımla mutlu olalım. Ben masaya döneyim sıcacık ıspanaklı börekte gözüm kalmıştı. Size de getireyim mi? "

"Çiğ çiğ yerim lan seni börek niyetine, kaçma gel!"

Serap, tabak hazırlarken, diğerleri yiyip, içip, sohbet ediyordu. Mehmet, kaşlarını çattı, Fezü'nün arkası ona dönüktü, son hızla arkadan gelip adama çarptı. Zavallının iki diz kapağı, seramik zemine ÇATIRR diye çarptı. Herkes başına üşüştü.

"Ah! Dizim! Gitti dizim!"

"Aa, çok pardooon!"

"N'oldu burada? O çatırtı neydi?"

"Mehmet bey,  tekerlekli arabasıyla Fezü'ye çarptı!"

" Daha yeni felç olduğum için kullanmasını öğrenemedim. Kusura bakma Fezü. Kaza."

Serap, Mehmet'in sırıtkan suratına bakar bakmaz durumu anladı.

"Tabii canım! Kaza! Ona ne şüphe? Hadi afiyet olsun." diyerek tepsiyi yakışıklı adamın kucağına bıraktı ve dizleri sızlayan zavallıya döndü:

"Fezü Bey, öpiim de geçsin."

Çay servisi yapan Asuman, kızın kulağına fısıldadı:

"Hiii! Füze atsaydın ablacağım, öyle ölmez."


"Grrrrr!"

" Müstehak Asucuğum." diyen Serap Mehmet'e döndü:

Bir şey mi dediniz Mehmet bey? Yoksa guruldadınız mı? Duyamadım. Neyse, buz torbası getireyim."

"Sağolun Serap hanım, öyle dediniz ya, geçti bile şimdiden."

"Ama önce Mehmet beye çay ikram edelim."

diyerek Asuman'ın elindeki tepsiden ince belli bardaktaki, dumanı üstünde kıpkırmızı çayı aldı ve kaynar kaynar adamın dizine boca etti.

"Aahhhhhhh! Yandım!"

"Ay, pardon kaza oldu. Ne sakarım, kusura bakmayın ama siz niye bağırdınız ki? Hissetmemeniz lâzım?"

Mehmet, sağ eliyle pantolonunun diz kısmını teninden uzak tutmaya çalışırken,

"Şey, şey, psikolojik olarak bağırdım! Yani otomatik olarak yani...sanki hissedeceğimi sandım! Yoksa hissetmedim tabii."

dedi.

"Hmm, anladım. Zaten Fezücüğüme buz getiriyordum size de getireyim. Siz hissetmeseniz de bacağınız yanmasın."

"Fezücüğüm mü?"

derken gözlerinden yaş gelmek üzereydi.

Asuman,

"Ay, ablacığım! Senden korkulur. Hi,hi,hi.."

diyerek bıyık altından gülüyordu.

"Eee, müstahak. Yaptıkları yetmiyormuş gibi bir de misafirime kötü davranıyor."

Az sonra güzel feminist, buz torbalarını hem Mehmet'e, hem Fezü'ye verdikten sonra müzik setinin sesi açtı.

"Haydi Asu, Fadıl, Madam Angela, oturmayın öyle."

deyince hepsi kalktılar ve şıkır şıkır oynamaya başladılar. Güzel kız

" Aman desinler desinler
Şeker yesinler; bu kız bu oğlana yanmış desinler"

şarkısının "Bu oğlana" kısmında, eliyle Fezü'yü işaret ediyor, adamın ağzı kulaklarına varırken, Mehmet dişlerini sıkıp, parmaklarını tekerlekli sandalyenin koluna geçiriyordu. Burnundan ve kulaklarından neredeyse dumanlar çıkacaktı.

Fadıl ve Asuman

"Adamcağıza gerçekten inme inecek!"

diye gülüyorlardı.

"İnsin çocuklar, hak etti. Ay, tövbe tövbe, inmesin."

"Gördün mü Özgür? Şu kız şu oğlana yanmış derken Fezü'yü gösterdi! Öleyim ben yahu!"

"Abiciğim, misilleme yapıyor, üzülme."

"Öyle mi dersin?"

"Öyledir kanka, sonuçta Çiğdem'le evleneceksin, o kadarcık intikam almasın mı?"

"Haklısın galiba ah biz iyi yapmadık galiba."

"Başka çaremiz mi vardı abiciğim? Daha iyisini bulana kadar oyalarız Çiğdem'i."

"O da doğru. Şşt, pinti İhsan bey geliyor. Duymasın."

Dünya Para İhsan:

"Mehmet bey oğlum, bu kol askısına dünya para vermişsinizdir. Bana deseydiniz evdeki eski çaputlarla bir güzel yapardım. İsraf."

"Ah! İhsan! Bana fenalık getirtme n'olur bari bir gün para konuşma."

"Tamam karıcığım, masaya gideyim bedava bir sürü güzel yiyecek var. Bol bol yiyeyim. Akşam yemeğinden tasarruf yapmış oluruz. Siz de bol bol yiyin, sabah kahvaltıya bile acıkmayız belki.

"Ah, ah, Asuman'a kısmet çıkınca, tüm bakkala, manava, konu, komşuya, askerlik arkadaşlarına kadar soracağım, cimri olmasın diye."

"Ben cimri değilim karıcığım, tutumluyum."

"Sus! Hâlâ konuşuyor."

Nil, yorulup oturan kızına döndü:

"Kızım, sen Sinatra, caz filan dinlersin, bu kıro müziklerden hazzetmesin nereden çıktı?"

"Mecburen anne, şarkının sözleri intikamıma çok uyduğu için özellikle seçtim."

"Ah! İki deli aşık! Allah'ım ben bunlarla ne yapacağım?" derken,

Mehmet, Özgür'e

" Ben, Çiğdem'le evlenince, Serap da inadına bu ibişle evlenirse, yüksek bir binadan atlarım".

dedi.

" Abicim, dur bakalım. Belki aklımıza başka bir çözüm gelir. Sonuçta vakit kazandık. "

Çözüm diye bulduklarına pişman olan Mehmet, Fezü'ye tatlı tatlı gülümseyen Serap'a acıklı gözlerle bakıyor; iki ufaklık, kedilerle koşmaca oynuyor, havaya zıplayıp, Japon fenerlerini sallayarak harika vakit geçiriyorlardı.

DÜŞMAN AŞIKLAR 37- SÖYLEMOOR, UTANOOR:)

Serap'ın dikişleri alınmıştı. Ana, kız hastaneden çıktılar ve eve gittiler. Annesinin ve anneannesinin seslerini duyan kedicik patileriyle kapıyı tırmaladı ve miyavladı. Açılır açılmaz da bahçeye koştu.

"Hoş bulduk Çıldırgan! Yani yüzümüze bakmadan bahçeye koş! Bravo!"

"Kızım, kediler öyledir. Severler ama belli etmezler."

"Biliyorum anne, şaka yaptım. A, Mehmet'ten mesaj geldi."

"Aaaah! Ah! Feminist kızım bir maçoya varacak. Komşular imdat diye bağırasım var."

"Ya annee...."

"Tamam, tamam, ben mutfağa gidiyorum."

Serap mesaja baktı:

"Sevgilim, aşkım, aniden görev çıktı, Afganistan'a gidiyorum. Hoşça kal demeye vaktim olmadı kusura bakma."

Yirmi tane öpücük ve yirmi tane de kırmızı kalp vardı.

Serap, hemen cevap yazdı:

"Güle güle git, güle güle gel bir tanem, kendine çok dikkat et."

ve öpücük selfisi yolladı.

*****

Akşam oldu, ertesi sabah oldu, sonraki gün, ondan sonraki gün, Mehmet'ten hiç haber gelmiyordu. Ne mesaj, ne arama. Serap dokunsalar ağlayacak haldeydi. Dayanamadı, gazeteyi aradı. Patronu

"Kızım, Afganistan'a gittiğinden beri benim de haberim yok. Üzülme, biliyorsun cep telefonu kullanmak yasak öyle yerlerde. İyi düşün, iyi olsun."

dedi. Serap telefonu kapatırken, patronun Özgür'le "çak" yaptığını tabii ki görmedi.

Tam bir hafta geçti.

"Anne delireceğim! Kimse bir şey bilmiyor! Nerede bu adam? Günde 40 kere mesaj atardı. Öldü mü? Yaralandı mı? Dincilere esir mi düştü? Kafasını mı kes...."

"Ay! Kızım! Allah korusun! Niye aklına hep kötü kötü şeyler geliyor? Savaş muhabiri olmak kolay mı? Patronu demiş ya, belki telefon etmesi yasak bir bölgededir. Askerlerimiz korur onu merak etme, kendi de maşallah kendisini savunamayacak biri değil. Dur sana yavru kedi videoları bulayım da moralin düzelsin."

diyen Nil, telefonuna bakınca, gözleri yuvalarından fırladı.

"AAAAAAAAAAA!"

"Ne? Ölmüş mü? Mehmet öldü mü?"

"Ne ölmesi? PUUUU! Keşke geberseymiş oralarda!"

"N'oldu anne?" diyen Serap, koltuğundan fırlarken kucağındaki Çıldırgan neye uğradığını şaşırdı ki, ilk kez kedisini düşünmeden ayağa kalkıyordu. Telefonu annesinin elinden kaptı. Ekrana baktı:

"Ünlü köşe yazarı Mehmet Foçalı'dan şaşırtan karar: Cesur savaş muhabiri, İnstagram fenomeni Çiğdem ile evleniyor."

"OLMAZ! İNANMAM! YALAN!"

Serap, elinde telefon kapıya yöneldi.

"Nereye? Kızım kendi telefonunu al o benimki."

"Ay, ssghgsss! Mehmet'lerin evine. Annesi, babası biliyordur ne olduğunu."

"Of...git bakalım...Ah! Ah! Şeytan diyor git bir silah al, nikâhı bas, tak - tak - tak- tüm şarjörü boşalt! Sen misin kızımı üzen diye..yapar mıyım, yaparım."

Serap, bitişik villanın zilini çaldı. İçinden

"Kesin yalan, doğru olamaz, yalan..."

diyordu. Kapıyı, Özgür açınca şaşırdı.

"Özgür?"

"Ah, Serap hanım. Bence içeri girmeyin."

"Niye? Siz ne işler çeviriyorsunuz? Duyduğum doğru mu? Mehmet, Çiğdem'le mi evleniyor?"

"Şey....maalesef doğru. Ama durum bildiğiniz gibi değ...."

Güzel kız içeri girmek için hamle yapınca, Özgür,

"Hayır, n'olur Serap! Girme...."

"Allah! Allah! Karışma!"

"Hayır, izin veremem, kankam tembih etti."

"Gireceğim, mani olamazsın!"

"Hayır!"

Serap içeri girmeye çalışıyor, Özgür kapıyı kapatmaya çalışıyordu. Sonunda kız, "Çekil yolumdan" diyerek sertçe genci itti ve hızla salona girince, tekerlekli sandalyede oturan, kolu alçılı Mehmet'le göz göze geldi.

" MEHMET?"

"Serap, beni bu halde görmeni istemezdim canım. "

İçeride Mehmet'in annesi, babası ve Madam Angela da vardı. Eylül ortalıkta gözükmüyordu.

" AMAN ALLAH'ım! SEN....SEN....."

" Afganistan'dayken bir şarapnel parçası omuriliğime saplandı. Felç oldum."

"NE? Peki bu evlilik hikayesi ne? Kafan da mı felç oldu? Niye aniden Çiğdem'le evlenmeye karar verdin?"

"Ha- hayatım. Şimdi şöyle.....eee, ayaklarım tutmuyor ya, benim gibi bir sakatla evlenmeni istemedim. Gençsin, çok güzelsin. Ömür boyu...."

"Sen delirdin mi? Umurumda mı sanıyorsun?"

"Şey...sa..sa....sadece...sadece...sadece..."

"Sadece ne?"

Madam Angela söze girdi

"Sana sölemoor...utanoor. Sadece bacakları değil söylemesi ayıp başka yerleri de tutmoor imis...

Mehmet içinden

"Allah seni kahretmesin Özgür!"

dedi ve

"Evet canım, ben artık kocalık yapamam yani seni mutsuz etmeye hakkım yok. "

"Madem öyle, Çiğdem'le niye evleneceksin?"

"Şey, ona ceza olsun diye."

"PARDON?"

Özgür, Mehmet'den önce atıldı. Genç adamın bu kısmı gülmeden söyleyemeyip, her şeyi berbat etmesinden korkuyordu.

"Şey, Çiğdem hanım ikinizi çok kıskanıyordu. Mehmet'in Afganistan'a gideceğini duyunca, beddua etmiş, totem yapmış."

Madam Angela

"Evet sook kıskanoordu. İnsallah ayaklarin felc olur da gelirsin demis."

"Yok artık, sanki paralel evrendeyim. Ben gidiyorum. Sana çok geçmiş olsun. Mutluluklar dilerim!"

"Serap!"

Güzel kız, salondan çıktı. Kapının kapandığını duydular. Herkes birbirine baktı.

Babası,

"Cümleten geçmiş olsun! Bir kevaşe yüzünden şu oyuna ortak olduğum için kendimi affetmeyeceğim."

Annesi

"Allah iyiliğinizi versin. Baban haklı, ne diyeceğimi bilemiyorum. Lanet Çiğdem!"

Mehmet,

"İkiniz de haklısınız ama Çiğdem'le evlenmezsem Serap'ın da annesinin de hayatı tehlikeye girecek. Dosyayı gördünüz."

Annesi,

"Off...evladım of...biliyorum da, ne olacak şimdi?"

"Ben de bilmiyorum. İnandı mı acaba?"

Özgür

"Bence inandı abicim. Sen kendini feda ettin ama Serap yengemin de, Nil hanımın da hayatı kurtuldu."

Madam Angela

"Ah bire Mehmet bey oğlum, o musmula suratli kariyi nasil koynuna alacaksiin?"

"Yok be Madam, sıkıysa yatak odamın eşiğine adımını atsın! Kabul etti zaten. Derdi elaleme hava atmak."

"Ah, çocuğum ah, nazarlara geldik. Başka bir çözüm bulsak keşke..."

"Yok ki anneciğim. Kuzucuk bile çok kızmasına rağmen kabul etti."

"Küstü sana zaten oğlum. Odasından çıkmıyor. Yemek de yemedi."

*****

Onlar bu tuhaf durumu konuşurken, Serap, eve girmiş annesiyle konuşuyordu.

"Bu ikisi yani Mehmet ve Özgür bir şeyler döndürüyorlar gibime geliyor anne."

"Nasıl yani?"

"Felç olduğuna inanmıyorum."

"Numara mı yapıyor yani? İyi de niye? Sana deli gibi aşık değil miydi bu adam? "

"Mehmet, felç de olsa benimle evlenirdi."

"Ama demiş ya kocalık yapamayacak olması bana mantıklı geldi..."

"Hayır anne. Bu işte bir bit yeniği var. Hissediyorum."

"Senin sezgilerin güçlüdür. O sayede Gönül Çınar cinayetini çözdün. Peki ne yapacaksın?"

"Bilmiyorum henüz aklımda bir şey yok anne. Şoku atlatmaya çalışıyorum."

******

Aynı dakikalarda, Eylül, odasının penceresinden sincap gibi ağaca tırmandı. Oradan da aşağı indi ve koşa koşa bitişik evin zilini çaldı. Kapıyı Nil açtı.

"A, Eylülcüğüm?"

"Serap ablayla konuşmam lâzım Nil teyze."

"Gel canım. Yatak odasında ağlıyor."

"Ağlamasın çünkü babam felç filan diiil! Hepsi numara yapıyo!"

"NEEE?"

Az sonra Serap her şeyi öğrenmişti.

"Demek öyle dedi baban. Eminsin değil mi canım?"

"Evet Serap abla, seni ve Nil teyzeyi korumak içinmiş. Ama neden koruyacaklar bilmiyorum. Ben babamın Çiğdem'le evlenmesini istemiyorum. Bizim eve gelirse, evden kaçarım."

"Gel bakiiim...kıyamam...sen babana bir şey söyleme. Anlattığı bu yalana inandık sansın. O arada bir çözüm buluruz elbet."

"Yaşasın!"

Serap küçük kıza sarıldı ve annesine sordu:

"Anne? Bu Çiğdem, Mehmet'i evlenmeye zorlayacak kadar ne biliyor ki? Mehmet, seni, beni kimden koruyacak? Kan davalın filan mı var?"

Nil içinden Allah'a şükretti. Kızının bunu soracağını biliyordu. Ne uydursam diye düşünürken, "Kan davası" imdadına yetişmişti.

"Evet canım, maalesef. Bir köylümüz....yani çok eski hikaye, dedenin dedenin dedesi gibi. Herhalde Çiğdem bir şekilde öğrendi; ağzını yoklar, her şeyi anlarım."

"Allah, Allah! Polise niye gitmiyoruz ki anne?"

"Kızım, bunlar çok manyak bir aile, inan polis bile bir şey yapamaz. Biri peşimizi bıraksa, öteki düşer. Siz oturun, ben Çiğdem şırfıntısına gidiyorum. Buzdolabında çikolatalı puding var."

dedi ve gitti. Bir saat sonra kadının evinin kapısındaydı.

"Ooo, Nil hanım, haberi duydun, beni tebrike mi geldin? Ben de telefondan gelinlik modelleri bakıyordum. Şu nasıl? "

Çiğdem, kabarık etekli, straples bir gelinlik fotoğrafı gösterdi.

"Çek şunu gözümün önünden. Ne yaptın?"

"Anlamadım?"

"Mehmet kızıma deli gibi aşıktı, ne yaptın da aniden evlenmeye mecbur ettin? Vaktiyle ondan çocuk filan mı peydahladın? Bir yerlerde gizli bir kızın, oğlun mu var? "

"Hah,hah, hah! Ay çok fazla dizi izlemişsiniz Nil hanımcığım yoksa Handan Çimen mi desem?"

Nil'in yüzü limon gibi sarardı. Dizleri titredi. Gözleri kadının gözlerine sabitlendi.

"Su ister misin? Evet, sırrını biliyorum gerçi eline sağlık...haklıymışsın kocanı öldürmekte."

Serap'ın annesi bir şey diyemiyordu. Çiğdem, şoke olmuş kadının aklından geçeni anladı.

"İyi bir özel dedektif tuttum."

"Sinsi sürüngen! Eğer kızıma tek kelime edersen seni de öldürmekte tereddüt etmem."

"Merak etme ağzım mühürlü. Niye söyleyeyim ki? Yoksa anlaşma bozulur ve Mehmet benimle evlenmez."

"Zavallı! Bir erkekle ancak şantaj yaparak evlenebileceksin."

"Kim bilecek?"

"İblis! Acıyorum sana."

"Ha,ha,ha, ayol sen değil miydin kapıma gelip, ikisini ayırmak için planlar yapan? "

"O başka, o zaman Mehmet'i iyi tanımıyordum. Kızımı mutsuz edecek diye düşünüyordum ama birbirlerine gerçekten aşık olduklarını anladım. Sen anlamazsın tabii ancak başkalarının yuvasını yıkmayı bilirsin. "

Nil, gitmek üzere kapının kolunu açarken Çiğdem

" Düğüne davetiye yollayayım mı?" diye seslenince, kadın, arkasına döndü:

"O davetiyeyi yediririm sana. Unutma: Son gülen iyi güler."

DÜŞMAN AŞIKLAR 36 - ÇİĞDEM, MEHMET'e ŞANTAJ YAPIYOR

Sosyete Çiğdem'in ise aşıkları ayırmak için kaybedecek zamanı yoktu. Hemen gazeteye gitti. Mehmet, yeni köşe yazısını hazırlıyordu; Serap da dikişlerinin alınması için annesiyle hastaneye gitmişti. Özgür ortalıkta değildi. İçeri girip kapıyı arkasından kapattı. Tam karşısındaki odada, Serap'ın asistanı Asuman, uğursuz kadından işkillenip çaktırmamaya çalışarak ikisini gözetlemeye başladı.

Neler konuştuklarını duyamıyordu ama kadının Mehmet'e bir dosya verdiğini ve genç adamın okurken kaşlarını çattığını gördü. Sonra tartışmaya başladılar. Mehmet yumruğunu masaya indirdi. Duymak için can atıyordu. Kulak verebilse şunları işitecekti:

"Bu bilgileri boşuna getirmedin herhalde. Ne istiyorsun Çiğdem? Para olamaz, yeterince zenginsin. Gazetede köşe yazarı filan mı olmak istiyorsun? Önce 'de' leri, 'da' ları ne zaman ayrı, ne zaman bitişik yazacağını öğrenmen lâzım."

" Ha,ha,ha,ha! Ay! Mehmetciğim! Çok hoşsun. Ne yapayım köşe yazarlığını? İnstagram sayfamın 5 milyon takipçisi var. Unuttun herhalde ben koskoca Çiğdem'im."

"E? Ne istiyorsun?"

Paylaşmazsa ölecek budalası, elini Mehmet'in elinin üstüne koydu. Yakışıklı yazar tarantula değmiş gibi çekti elini.

"Ne isteyeceğim hayatım? SENİ İSTİYORUM. Benimle evleneceksin. Yoksa bunları internete yüklerim. 24 saat içinde duymayan kalmaz. Nil hanımı öldü sanan o adamlar da ölmediğini anlayıp hem Nil'i hem de belli mi olur Serap'ı gebertirler."

Mehmet ayağa fırladı. Yüzü pancar gibi olmuştu, yanağı seğiriyordu.

"Manyak mısın sen? Bu kadar mı düştün? "

Kadın da ayağa kalktı.

" Hayır, seven ve kıskanan bir kadınım. Sana bir hafta mühlet. Düşün, taşın. Cevabın 'hayır' olursa, dediğimi yapmakta bir saniye tereddüt etmem."

"Defol git! Alçak!"

"Şştt...duyacaklar hayatım!"

diyen Çiğdem gidince, Mehmet, camı, çerçeveyi indirecekti ama ofiste olay çıkartmak istemedi.

Özgür de o sırada kafeteryadan geldi, Çiğdem'in gittiğini görünce, odaya girdi.

"Abicim? Yüzün mahkeme duvarı gibi.

"Gel benle Özgür, burada konuşmayalım."

*****

Mehmet, Özgür'ü de alıp, arabasına atladığı gibi deniz kıyısına gitti. İnsanlar koşuyor, yürüyüş yapıyor, köpeklerini gezdiriyordu. Büfeden kendisine ve kankasına iki kahve aldı. Kafein beyni açar belki bir çözüm bulurdu. Yakışıklı adam anlattıkça, Özgür, saçını, başını yoldu. Dosyaya da göz attı; kuşkuya yer bırakmayacak kadar gerçekti.

"İşte böyle."

"Yandık! Abicim bu kadın bildiğin Karanlık Taraf*'a geçmiş."

"Aynen, Sith Lord*u olsa bu kadar kötü olur."

"Bir çözüm bulmamız lâzım ama aklıma gelmiyor. Kafam durdu. "

"Koruma tutsanız. İkiniz evlenince, 24 saat nöbet tutarlar. Kimseyi yaklaştırmazlar.."

Mehmet, derin bir nefes verdi

"Ben de düşündüm ama Serap'tan söz ediyoruz, bu kız evde oturup dantel ören, lahana sarması yapan biri değil, belayı mıknatıs gibi çekiyor. Daha yeni kurşunlandı. Sürekli kontrol edemem. Bir punduna getirip kırmızı ışık yandığında arabasını çapraz ateşe tutsalar? Gazetede çekip vursalar?"

"O da doğru."

" Çiğdem'le evleneceğim."

"Yapma kanka gözünü seveyim yapma. Kendine de, Serap'a da yazık etme. Hem kıza ne diyeceksin?"

"İşte seni o yüzden çağırdım bir şey bulmamız lâzım. Öyle bir şey ki, hem üzülmesin, hem de kuşkulanmasın. "

Özgür, eli çenesinde, sol, sağ, yukarı, aşağı gezindi, durdu. Mehmet de kahvesinden bir yudum aldı.

" Buldum: Bir filmde görmüştüm, işe yaramıştı."

"Söyle."

"Ben aslında gayim dersin."

Mehmet, kahveyi püskürttü.

"Özgür şimdi bir çarparım, bir de yer çarpar!"

"Kızma abicim, o filmde adam öyle deyince...:"

"Bak hâlâ konuşuyor, o'lm bu kız salak mı? İnandırıcı bir şey bulmamız lâzım."

" Hah! Buna ne dersin? Çiğdem bir paylaşım yapmış, bugün herkesin dilindeydi, kimonoyla poz vermiş, "Ben Geyşa ruhlu kadınım, erkeğimin ayağını yıkarım, feministleri hiç sevmem. Hepsi erkek düşmanı' demiş. "

"Eee?"

"E'si şu kanka: Senin köşenin adı bile eskiden 'Maço Köşe değil miydi? Düşündüm, taşındım, feminist bir kadınla yapamayacağıma karar verdim, Geyşa ruhlu biri lâzım bana dersin. Ayağımı filan yıkas..."

"Yok deve! Buna da inanmaz! 'Feminist olduğumu yeni mi öğrendin ÖKÜZ?' der, suratıma da bir yumruk atar gider."

"O zaman, gerçeği söyle. Çiğdem, şantaj yapıyor de. Seni ve anneni korumak için mecbu...."

" Düşünmedim mi sanıyorsun? Gidip Çiğdem'i vurur, paşa paşa hapis yatar."

"Offf!"

"Böyle yapmasa bile annesinin bir cinayet işlediğini, babasının öldürüldüğünü öğrenip kahrolur."

"Haklısın yaa..."

diyen Özgür, eli çenesinde düşünmeye başladı. Mehmet de başını ellerinin arasına almış, yerdeki pembe - gri kilit taşlarının desenlerini ezberliyordu. On beş dakika sessizlikten sonra Özgür ayağa fırladı.

"BULDUM! Yeminle, bu sefer BULDUM kanka. Yalnız yardım gerekiyor, ekip işi olacak. Yoksa inanmaz."


DÜŞMAN AŞIKLAR 35- SIRLAR ORTAYA DÖKÜLÜYOR


Pazar günü, Serap ve Mehmet, Eylül'ü de alarak deniz kıyısına gittiler. Ayakkabılarını çıkartıp, pantolonlarının paçalarını sıvadılar ve el ele sıcacık kumların üzerinde yürümeye başladılar. Eylül, ince taneli kumların üzerine oturdu ve kova ve küreğiyle kumdan kaleler yapmaya başladı.

"Bu kale piyensesin kalesi, bu kale de piyensin, şu kale de kötü cadı Çiğdem'in. Dıt- dıt- dıt- dıt - geliyorummm şimdi yıkacağım senin kaleni kötü cadı...."

Arada buz gibi dalgalar ayaklarını ıslatıyordu. Çok uzatmadan evlenmeye karar vermişlerdi.

"Hmm. Madem yakında karı-koca olacağız, elektrik süpürgesiyle aran nasıl sahi? Onu da yumrukların kadar iyi kullanabiliyor musun?"

"Elektrik süpürgesi mi?"

"E, halıları her zaman ben süpürecek değilim herhalde. Kadın - erkek eşitliği diye bir şey var. Şimdi şöyle yaparız: Odalar kaç taneyse ikiye böleriz, iki odayı ben süpürdüm diyelim, iki tanesini sen, ya da sen salonu elektri ...."

Mehmet, sözünü kesti

"Ben kılıbık mıyım?"

"Ben hizmetçi miyim?"

HOOOP! Genç adam bir hamlede Serap'ı omzuna attı.

"Aaay! N'apıyorsun?"

"Denize atacağım, ne yapacağım?"

" Hayır! Köpek balığı olabilir!"

"Yok daha neler? Hem erkek köpek balığıysa yemez seni! Bu kız feminist, hazmedemem der."

"Ay! Çok komik! Evlenmiyorum seninle! Vaz geçtim!"

"Hele bii! Zilli! Şekspir* seni tanısaydı Hırçın Kız'ın ismini Kate değil Serap koyardı."

"Maço! Seni de tanısaydı Petruchio, Mehmet olurdu."

"Hayatım insafsızlık etmiyor musun? Şekspir* okuyan maço var mı şu dünyada? Demek ki değilim."

" İstisnalar olabiliyormuş. İndir! Evlenmiyorum işte!"

Mehmet, göz ucuyla Eylül'e baktı, kumdan kaleleriyle meşguldü. Serap'ı yere bıraktı; kollarına hapsetti ve fısıldadı:

"Nefes almadan nasıl yaşanmazsa, ben de sen olmadan yaşayamam."

"Ben de."

Dudakları birleşti. Tam o sırada Eylül uzaktan seslendi:

"Babişkoooo! Serap ablaaaa! Burada çocuk var herhalde!"

Serap, müstakbel eşine kızdı:

"Hiii! Hep senin yüzünden!"

"Ne yapayım? Sen de böyle güzel olmasaydın."

Eylül, işaret parmağını tehdit eder şekilde salladı:

" Dondurma alacaksınız yoksa babaannişe bunlar öpüştüler derim."

Babası,

"Tamam kuzucuğum, özür dilerim. Sen bakmıyorsun sandım."

Serap

"Aferin! Özrü kabahatinden büyük!"

diye kızdı. Eylül de onaylar anlamda başını salladı.

Mehmet

"Eyvaaah! Kızlara karşı tek kaldım."

"Evet, babişko, ben artık Serap ablanın takımındayım."

"Bak sen, güzel kızı gördü, babasını anında sattı."

"Yaaaa! Babişkooo! "

"Oy, kıyamam, şaka yaptım kuzucuk. Hadi dondurma yemeye gidelim."

"Benimki çilekli ve çikolatalı olacak"

Böylece kovaları, kürekleri toplayıp, ayakkabılarını giyip, arabalarına bindiler ve en yakın pastanede indiler. Ancak, ikisini tanıyan 13 - 14 yaşlarında üç genç kız koşarak yanlarında geldi:

"Aaa! Serap Arda ve Mehmet Foçalı! Ay n'ooolur, bir selfie çektirebilir miyiz?"

Çocukları kırmak istemeyen çift, onlarla selfie çektirdi.

Serap, Mehmet ve Eylül, tatlı tatlı sohbet edip dondurmalarını yer ve hayranlarıyla selfie çektirirken, bir araba, sosyetik Çiğdem'in evinin önüne park etti. İçinden, gri-beyaz saçlı, yuvarlak gözlüklü, 50'sinde ama delikanlı gibi hızlı hızlı yürüyen, entel tipli bir adam çıktı, elinde bir dosya vardı. Nil, ilk paragrafı okudu:

"AAAAAAAAAAA!"

"Nil Arda: Gerçek adı - soyadı: Handan Çimen. 1995 yılında, eşi Cemil Abalıoğlu'nu bıçaklayarak öldürmüş ve taammüden cinayetten 15 yıl hapse mahkum olmuş."

kadın, dedektife döndü:

"Bunlar çok uzun, gazete haberlerinin kopyaları, mahkeme ve karakol ifadeleri.....siz özet geçseniz Hakan bey, sonra okurum hepsini."

" Tamam, şimdi şöyle Çiğdem hanım: Her şey 26 yıl önce Mersin'de başlamış. Nil Arda yani gerçek adıyla Handan Çimen, 19 yaşındayken, Murat Özkan isimli delikanlıyla sözlenmiş. İki aile arasında nişan bohçaları filan gitmiş gelmiş. "

"Hmmm...."

"Meğer, Cemil Abalıoğlu'nun da kızda gözü varmış. 'Seni başkasına yar etmem' deyip duruyormuş. Kızı tehdit etmeye başlamış. 'Yol yakınken vaz geç, yoksa sözlünü öldürtürüm' demiş ama kız 'Havlayan köpek ısırmaz' diyerek umursamamış. Derken, Murat aniden ortadan yok olmuş. Ne ölüsü, ne dirisi bulunmuş. Handan, bunu Cemil'in yaptırdığına eminmiş ama kanıt yok, ceset yok, polis hiçbir şey yapamamış. Kız, Murat'tan hamileymiş ve ortaya çıkmasın diye mecburen Cemil'le evlenmiş.

"Film gibi..."

"Evet, evlendikten sonra Cemil, bebek olayını anlamış ve çocuk düşsün diye kızı her gün dövmeye başlamış. Bir gece, eşi uyurken, kız adamı bıçaklayarak öldürmüş. Kocasının akrabaları da kendisini öldürmesin diye en yakın karakola sığınmış. Sonra 15 yıl hapse mahkum olmuş. Bebeğini yani Serap Arda'yı hapiste dünyaya getirmiş. Bir yıl anne sütü alsın diye hapiste büyütmüş sonra annesine, babasına emanet etmiş. Nasıl olduysa ki, hapisteyken güçlü birisinin kendisine yardım ettiğini düşünüyorum, adını soyadını Nil Arda olarak değiştirip, afla çıkmış. Ailesiyle birlikte İstanbul'a gitmiş. Bir kütüphanede emekli olana dek memurluk yapmış."

diyen emekli komiser Hakan, Çiğdem'le el sıkışıp, oradan ayrıldı. Kadın "Sizi tüm arkadaşlarıma tavsiye edeceğim." demeyi ihmal etmedi. Adam, arabasına binerken kapının dışından

"Eninde, sonunda benim olacaksın Mehmet Foçalıııı! Sevgiyi, aşkı bende bulacaksın Mehmet Foçalııı, ha, haayt!" diye sesler geliyordu.

26 YIL ÖNCEKİ BÜYÜK SIR

Özel dedektif yanılmıyordu. Temiz yüzlü, yeşil gözlü, bir ayağı vaktiyle bir suçlunun attığı kurşun yüzünden hafif aksayan hapishane müdürü Tarık Gündüz, Handan'ın hikayesinden çok etkilenmekle kalmamış, güzel kıza aşık olmuştu. Ancak, namuslu ve dürüst bir adamdı. Görücü usulü, aşık olmadan evlendiği karısını ve iki küçük çocuğunu üzmenin yanı sıra, siciline zarar gelmemesi için aşkını kalbine gömmüş ama kıza yardıma da karar vermişti. Çünkü hapisten çıkar çıkmaz, Handan'ı da Murat gibi ortadan kaldıracaklarından emindi. Sözlüsünü de büyük ihtimalle ayağına taş filan bağlayıp denize attıklarını düşünüyordu ki, gerçekten de böyle olmuştu.

Cezaevi müdürü, Adalet Bakanlığı'nda güçlü bir yakını olduğundan, af çıkacağını biliyordu. Kız için kapalı kapılar ardında epey uğraştı. Tanık koruma programlarına benzer bir şeyler planladı. Bir gün Handan'ı yanına çağırttı:

" Kendine yeni bir isim ve soyadı bul. Koğuş arkadaşların bilmeyecek; en samimi oldukların bile. Kimseye söylemeyeceksin. Unutma: Hayatın buna bağlı."

Aradan birkaç gün geçti. Hapishanenin önü ana baba günüydü. Ellerinde bavullarla çıkan kadınlar yakınlarıyla kucaklaşıyorlardı. Bekleyenler arasında Abalıoğlu ailesinin tetikçisi de vardı. Esmer, kara bıyıklı, suratı sirke satan adam, ağzında sigara, elindeki telefona bakıp bakıp, ekrandakine benzeyen sarışın, genç, güzel kadını arıyordu. Öyle biri çıkmayınca danışmaya gitti.

"Ne bileyim dayı? Herkes çıktı. Kalabalıkta görmemişsindir belki. İyice bak."

deyince, el, pençe müdürün yanına çıktı. Tarık, sigara ve ter kokan adamın kim olduğunu ve niye geldiğini hemen anladı ama belli etmedi.

"Bir maruzatım var müdürüm. Handan Çimen acaba tah...."

"Haberiniz yok mu? Hastalandı; vefat etti. Siz yakını değil misiniz? "

"Yaa...? Heye*, ee, uzaktan akrabasıyım....uzak...vah, vah... oldu, sağolun..."

Bu konuşma olurken, tanınmamak için kara çarşaf giymiş, ayağında cizlavet, elinde hasır örme sepetle, Nil, çoktan İstanbul'a doğru yola çıkmıştı. "Koskoca müdür yalan söyleyecek değil ya" diyen aile olayı kapattı. Böylece, Nil'in hayatı kurtuldu. Tarık, ne olur, ne olmaz ileride bir şey olursa, yine sevdiği kadının yardımına koşmak için bir de parola ezberletmişti: 

"Kuğu Gölü balesine bilet aldım."


diyecek ve telefonu pat diye kapatacaktı. Hapishane müdürü Tarık sayesinde Nil, İstanbul'a gittikten sonra yine onun desteğiyle bir kütüphanede işe başladı. Annesi ve babası da yanına geldiler. Ne olur, ne olmaz diyerek onlar da isimlerini değiştirmişlerdi. Nil, sabahtan akşama kadar birine Savaş ve Barış'ı, ötekine Yüzüklerin Efendisi'ni, diğerine İnce Memet'i verirken, bol bol kitap da okuyordu. Üç yaşındaki Serap'a anneanne ve dede baktı. Annesi her gün masallar, resimli çocuk hikayeleri getiriyor, okunup bitince yine kütüphanenin raflarına koyuyordu. Serap, minik yaşta kitap kurdu olunca, annesi, onu feminist olarak yetiştirmeye başladı. "Büyüyünce ne olacak benim kızım?" diye sorunca, aldığı cevap aynıydı: "Feminiş ol'cam". Babasını sorunca ise kanserden öldüğünü söylediler. Aylar, yıllar geçip peşlerine kimse düşmeyince rahatladılar.


.*Heye: Mersin ağzıyla "evet"

DÜŞMAN AŞIKLAR 34 - YILDIZLAR ŞAHİT OLMUŞ BU AŞKA :)

İhsan bey, "Kızım bu Mehmet Foçalı'nın kendi gibi bir abisi yok mu?" deyip "Yok babacığım, bildiğim kadarıyla tek çocuk" cevabını alınca karalar bağladı.

"Adam 'Tüh! Dedi. Kaçırırım ben sevdiğim kızı' diyordu, ne nişan masrafı, ne düğün masrafı, hepsi dünya para. Böyle damat dost başına."

Eşi

"Ah! Ah! Babanızın adı "Dünya para İhsan" olacak böyle böyle. Ayol, kaçırdıktan sonra yine düğün yapar. O yakışıklı adam, o güzel kızla düğünsüz evlenir mi? Aklına şaşayım! Bu arada Serap hanıma bizim de geçmiş olsuna gitmemiz lâzım. Asu'nun patronu sayılır."

"Doğru."

" Ramazan bayramında gelen kolonyayı saklamıştım, onu götürürsünüz."

"Baba çiçek de alınır. Tek kolonya olmaz."

"E, tamam o zaman ben bir kabristana kadar gideyim, rahmetli babama da Yasin okurum."

"İnanmıyorum baba. Serap ablaya mezarlıktan mı çiçek götüreceğiz?"

"Kızım, koyuyorlar oraya; çürüyüp gidiyor, yazık, işe yarasın. Bir buket çiçek dünya para."

"Kızım bakma sen babana. Yarın ikimiz ana kız gideriz, yolda bir çiçekçiden ben çok güzel bir çiçek yaptırırım. Baban gelmesin zaten. Ne işi var? Nil hanımın başında erkek yok. Kız kıza olacağız. Sen otur!"

"Canıma minnet, biz baba - oğul tavla oynarız di mi oğlum? Hem iki kişi daha az dolmuş parası..."

"Ay fenalık geliyor...."

Onlar didişirken, akşam oldu. Saat gece 23.00'te Serap uyandı. Öğleden sonra uykuya dalınca aralıksız 8 saat uyumuş şimdi uykusu kaçmıştı. Omzunun ağrısı ilaçların etkisiyle epey azalmıştı. Bahçeye çıktı. Gece Çuha çiçeklerinin kokusunu içine çekti. Cırcır böcekleri ötüyordu. Mehtabı izlemeye başladı. Şimdi Moonlight Serenade çalsa ne güzel olurdu. Şöyle yavaş yavaş kendi kendine dans etmeye başlamıştı ki, iki güçlü kol beline dolandı. Korkudan ölecekti ki,

"Kavalyesiz dans etmek olur mu?"

diye Mehmet kulağına fısıldadı. Elleri hâlâ belindeydi.

"Ödümü patlattın! Sapık sandım!"

"Özür dilerim, korkutmak istemedim. Seni bahçede kendi kendine dans ederken görünce dayanamadım."

"Yaptığını beğendin mi? İfşaa olduk; tüm ülke bizi konuşuyor."

"Bak ne diyeceğim: Gözlerime bak ve beni sevmediğini söyle. Bir daha peşinden koşmayacağım."

"Söz mü?"

Mehmet içinden "Eyvahlar olsun, 'sevmiyorum' derse ne yapacağım? O gün babama söylediğim gibi ıssız adada saç, sakal birbirine karışana kadar inzivaya mı çekileceğim kendime gelene kadar?"

derken

"Söz."

dedi. Serap, gözlerini karizmatik yakışıklıya dikti ve fısıldadı:

"Çok beklersin."

Bundan sonra olanları magazin muhabiri Çakma 007 görseydi "Öpücük 2" olarak internete koyar ve şarkı olarak da "Gece Karanlık, eller birleşmiş" sözleriyle başlayan İki Yabancı'yı eklerdi.


"Yıldızlar şahit olmuş bu aşka, mehtap demiş ki, gece aşk başka..." şarkısıyla özdeşleşen o akşam, Serap, inadı bırakınca, yaşlı gezegen bile mutlu oldu; çünkü her yeni sevdayla, yaşamın her şeye rağmen ne kadar güzel olduğunu hissediyordu. Milyon ışık yılı uzaktan bir yıldız ikisine göz kırptı.

Sonrası Serap ve Mehmet için masal gibiydi. Annesi, kızının mutluluğunu görerek eski tavırlarını bıraktı. Bunda, kızı vurulduğu gün sosyetik Çiğdem'i zil takıp oynarken yakalamasının da payı vardı. O sürüngenle işbirliği yaptığı için kendisine kızıyordu ama kaşlarını çatarak

" Ah! ah! Bir, maço damadım eksikti, o da oldu."

demeyi de ihmal etmiyordu.

Tahmin edeceğiniz üzere sosyal medyada ikisinin takipçileri hem şaşkın, hem de mutluydular. Romantizmi kim sevmez ki? İkisine "SerMeh" diye isim taktılar. Bir takipçi ise

"Tamam, SerMeh iki yıldır can düşmanıydı ama birbirlerine çok yakıştılar. Yine de itiraf etmeliyim ki, bu ikisi evlenince epey didişme olacak. Serap hanım iki elini beline koyup, Mehmet beye 'Camlar silinecek hayatım, al şu bezi, kadın - erkek eşitliği var herhalde!' deyince ne olacağını kestiremiyorum. Bir gülmedir geliyor. "

diye yazmıştı.

Onlar aşıklar hakkında yorumlar yaparken, ikisi bulutların üzerindeydi.

Bu işe Mehmet'in annesi, babası, Asuman, Fadıl, Özgür de çok sevinmişti. Tabii Eylül de.

"Okul açıkken, başka öğrencileri anneleri almaya geliyordu, benim annem melek ya, bulutlarda yaşadığı için gelemiyordu, hep babaanniş veya babam alıyordu. Kıskanıyordum arkadaşlarımı. Artık benim de annem olacak."

diyordu.

Sosyetik Çiğdem ise karalar bağlamıştı. Özel dedektifin getireceği dosyayı bekliyordu.

"Ya Nil denen cadaloz beni korkutmak için öyle söylediyse? Ya kimseyi öldürmediyse? Ya dedektif 'Anlaşılan Nil Arda, size yalan söylemiş. Geçmişini didik didik ettim. Kimseyi öldürmemiş. Bildiğiniz ev kadınıymış. Sıradan bir hayatı olmuş.' derse ne yaparım? Bu ikisini nasıl ayırırım? Param da boşa gider ona yanarım."

diyor ve elma şekeri kırmızısı ojeli tırnaklarını kemiriyordu.

"Kahretsin! Gitti ojeler! Bu ikisi can düşmanıydı, niye öyle kalmadılar? Niye?"

diye bağırıp, kendine gelmek için önce SPA'ya sonra kuaföre gitti. Dudaklarını büzüp, kâh üzerinde havluyla, kâh ojelerini gösterirken, kâh şemsiyeli, kirazlı kokteylini yudumlarken, seksî resimler çekip instagram'a "N'aber, pis fakirler" fotoğrafları attı.


DÜŞMAN AŞIKLAR 33- ÇİĞDEM, NİL'İN SIRRININ PEŞİNE DÜŞÜYOR

Nihayet Serap, polise ifadesini verdi. Mehmet, Nil hanım ayılınca, kendisini görüp yine bayılmasın diye gazeteye gitti. Hiçbirinin henüz haberi yoktu ama internet dünyası ve tv kanalları "Öpücük" ile çalkalanıyordu. Çiğdem, görüntüleri görür görmez, 20.000 liralık telefonunu yere atıp kırdı, yetmedi; 10 santimlik topuğuyla üstünde tepindi.


"Al sana öpücük! Al! Al! Al!"

Kolay değil; peşinden koştuğu cesur, ünlü ve yakışıklı erkeği başkasına kaptırmıştı ama Nil, ağzından daha önce adam öldürdüğünü kaçırmıştı. Bunu unutamıyordu, Serap'ın annesi bunu uydurmuş muydu yoksa gerçekten adam öldürmüş müydü? Gerçeği öğrenmek zorundaydı. Eğer gerçekse, eline büyük bir koz geçebilirdi. Ne yapsam diye düşünürken, internette araştırdı, konu komşusuna telefonla sordu ve paranın satın alabileceği en iyi özel dedektifi tuttu. Bir adam öldürdüğünü ağzından kaçıran Nil Arda'nın geçmişini araştırmasını istedi. Serap ile Mehmet'i ayıracak bir şantaj yapmaya yetecek kadar büyük bir sır bulmayı umuyordu. Bulacaktı da.

Serap ve annesi, Asuman, Fadıl, Madam Angela ile birlikte evlerine gitti. Villaya gelince, korkusuz feministimizi kanepeye yatırıp, etrafında pervane oldular. Annesi ve Madam, mutfağa yemek yapmaya gitti. Fadıl, kadınların arasında tek erkek olarak sıkılıp evine döndü. Asuman da yalnız kalmasın diye kızın karşısındaki koltuğa oturdu ama parmaklarını dudaklarına değdirerek kendi kendine gülümsemesinin sebebini anlaması için annesinden gelecek mesajdaki videoyu izlemesi gerekiyordu ve "ding" mesaj geldi:

"Annem arıyor. ABOOOVVVV!"

"N'oldu Asucuğum? Kötü bir haber mi?"

"Ablam bu NEEE! Ay! Ne romantiiiikkkk! Demek o yüzden biz geldiğimizde annen bayılmıştı. Sizi gidi çifte kumrular siziiii."

"Ne? Ne kumrusu? Ne diyorsun?"

"Bunu diyorum, hi,hi,hi,hi..."

diyerek Asu, telefonu kıza verdi.

"Hiiiiiiiiiiiiiii!"

Videonun altındaki ilk iki yorum şöyleydi:

Bunun gibi yüz binlerce yorum gelmişti. Serap ve Mehmet'in takipçileri ikisinin aşık olmasına kızmamış aksine "Demek en büyük aşklar gerçekten de en büyük kavgalardan doğuyormuş" demişlerdi. Az da olsa

"Hayır, Serap, nasıl yaparsın? Sana neler demişti? Kıllı bacaklı, kız kurusu, bıyıklı, kimseler almamış...unuttun mu?"

diyen yorumlar da vardı. O sırada telefonu çaldı. Arayan gazetenin patronuydu.

"Ercüment Bey arıyor. Kovulduk!"

"Ay, ablacığım üzülme, seni başka gazeteler havada kapar. Kitabın da yok satıyor. Ben de kıytırık bir iş bulurum, beni de düşünme."

Ancak, korktukları olmadı.

" Serap kızım! MUHTEŞEM! Herkes gazetemizi konuşuyor. Tıklanma rekoru kırdık. Siz ikiniz düşmanken de olay oluyor, aşık olunca da. Fransızların dediği gibi O - la - la. O - la - la."

Adam her zamanki gibi gazetenin tirajını, tıklanma rekorunu düşünüyordu ama sonuçta kovulmamışlardı. Asuman, güzel kızın yanına oturdu ve Serap'ın ayağını yerden kesen öpücükle ilgili kızsal bir sohbete daldılar. Annesi duymasın diye fısır fısır konuşuyorlardı.

Sansasyonel haberi bitişik villada ilk duyan Eylül'ün "babanniş"i oldu.

"Amanın! ÖPÜŞMÜŞLER!"

"Kim Şehnaz? 80'lik Ajda yeni koca bulup öpüşmüş mü?"

" Millet, oğlumuzun Serap'a olan aşkını konuşuyor. Kalpler uçuşuyor. Sen bulmaca çöz. Hem nedir bu Ajda? Yoksa sen Ajda'ya mı aşıksın?"

"Tövbe karıcığım. Senin üstüne gül koklar mıyım?"

"Hele bii..."

Adamcağız, elinde arkası silgili kurşun kalem "Afrika'da bir ırmak" düşünürken, bu haberle şaşırdı. O anda odaya giren Eylül her şeyi duydu:

" Babişkom Serap ablaya aşık mı olmuuuş?"

"Kuzucuk? Sen ne duydun ki? Bahçede değil miydin? "

"Duydum işte. Babişkom aşıııkkk! Yaşasın! Çiğdem cadısıyla evlenirler diye çok korkuyordum."

"Sevindin mi?"

"Tabii sevindim babaanniş. Serap ablayı çok seviyorum, kedişi de var. Adı da Çıldırgan."

"Peki, rahmetli annenin yerine yeni anne gelsin istemezsen?"

"Annemi hiç hatırlamıyorum ama yerini almayacak ki, melek çünkü o, melek annem olarak yine kalacak. Hatırlasaydım belki istemezdim."

"E, o zaman oldu bu iş. ÇAK!"

Eylül ve babaannesi, ağızları kulaklarında çak yaptılar.

"Kuzucuğumuzun da rızası olduğuna göre, bak, ne diyorum bey? Kızcağız vurulmuş, ölümlerden dönmüş. Az önce pencereden gördüm, geldiler hastaneden. Hemen geçmiş olsuna gidelim."

"Gidelim, gidelim de. Eli boş gidilmez ki...çiçek alalım."

"Haklısın, kolonya da. Müstakbel gelinimize hoş geldine gidemeden geçmiş olsuna gidiyoruz. A, ev hediyesi de alalım. Sonuçta yeni taşındılar. Adettir."

"E, ne duruyoruz? Hadi benim Uyuz Küheylan'a binelim gidelim bir AVM'ye hem çiçek alalım, hem ev hediyesi. Ben anlamam, kadın işi. Sen seçersin. Müstakbel gelinimizi yakından görelim."

Uyuz Küheylan, emekli Osman beyin 80'li yıllardan kalma, beyaz Şahin'iydi.

"Eski de olsa yürüyor" diyordu. Arada bahçe hortumuyla eski bir dostu gibi sevdiği arabasını bir güzel yıkardı.

"İyi fikir. Ay, çok güzel kız. Ne iyi yapmışız çöpçatanlık yapıp bitişiğimize taşınmasını sağlamakla."

"NE? Bizim evin yanına tesadüfen taşınmadılar mı?"

"Ayol öyle tesadüfler ancak filmlerde olur. Emlakçının eşinden duydum ev aradığını. Sonra da Madam Angela'yla plan yaptık. Gerisi adamcağızın ikna gücüne kalmıştı ki, Allah yardım etti. Hi,hi,hi."

"Bak sen şu işe. Ev hanımı değil FBI ajanı mübarek. "

"E, iyi olmadı mı?"

" Oldu, oldu. Olmaz mı? Ben de sevindim. Kız, hem güzel, hem akıllı, hem iyi bir mesleği var. En önemlisi oğlan sırılsıklam aşık. Torun da seviyor. E, daha ne olsun? Allah mesut etsin inşallah."

"Aminnnn. Hadi kuzucuk gel sen de. Hemen en yakın AVM'ye gidelim. Öğlen yemeği de orada yeriz."

"Yaşasınnn. Ben patates kızartması ile hamburger yiyicem babaanniş.

dedi ve Mehmet'i de arayıp planlarını anlattılar. Yakışıklı genç adam.

"Çok iyi düşünmüşsünüz anne, yalnız kırılacak bir hediye seçmeyin Nil hanım kafanıza atarsa en azından yaralanmazsınız."

diyerek uyardı.

Eylül, hoplaya, zıplaya babaannesi ve dedesiyle birlikte çıktığında, Özgür de, Mehmet'e haberi yetiştirmişti. Mehmet, videoyu izlerken hem kalbi o andaki gibi çarpıyor, hem de Nil hanımın

"İmdaaat! Güvenlik! Polis! Yetişin!"

diye ciyaklamasına gülüyordu. Özgür gülümseyerek

"Bu kadın ölür de kızını sana vermez kanka."

"Vermesin, kaçırırım."

"Yaparsın abicim. He,he, he."

*****

Öğleden sonra Mehmet'in annesi Şehnaz, babası Osman, yanlarına minik Eylül'ü de alarak Serap'ların kapısının zilini çaldılar. Madam Angela ve Asuman hâlâ oradaydı. Bu, yaşlı karı koca için iyi oldu. Yoksa, Nil hanım ikisini de geldiğine geleceklerine pişman edebilirdi. Kızının, Asuman'ın, Madamın ve küçük Eylül'ün hatırına bir şey diyemiyordu. Hal, hatır sormalar, geçmiş olsun dilekleri, hediyeye - çok şık bir kanepe şalıydı - teşekkürden sonra bir sessizlik oldu. Karı-koca, Serap'ın utanacağını düşünerek öpücük videosundan söz etmediler ama çocuktan al haberi sözünü unutmuşlardı.

"Serap abla, iyileşince babişkomla evlenecek misiniz?"

Karı, koca

"Öhöm, öhöm, öhöm..."

diye öksürdüler, birbirlerine baktılar.

"Neeee? Evlenmek mi? Ayol ne diyor bu küçük?"

Eylül, Nil'e baktı

"Ben küçük diilim bi kere Nil teyze, büyüdüm. on yaşındayım."

"Kızım kimseyle evlenmeyecek."

Serap daha fazla dayanamadı:

"Anneciğim, turşumu mu kuracaksın?"

Eylül, kikir kikir kikirdedi.

"Serap abla...insanların turşusu kurulmaz ki....Hihihihi"

"Anneme kalırsa kuracak kuzucuk..."

diye göz kırptı.

Osman bey,

"Valla efendim hayırlısı neyse o olsun, biz kızınızı çok seviyoruz. Evlenirlerse çok mutlu oluruz. Maşallah mükemmel bir evlat yetiştirmişsiniz. Hem de cesur, yani Gönül Çınar cinayetini bile kızınız aydınlattı. Yoksa polis intihar deyip dosyayı kapatmıştı. Değil mi hanım?"

deyince eşi

"Beyim doğru söylüyor, valla Serap hanım Maşallah, hem cesur, hem hanım hanımcık, çok da güzel yani bu kadar özellik tek bir kişide kolay kolay bir arada bulunmaz. Size çekmiş hanımefendi aynı mavi gözler, aynı sarı saçlar..."

Kadıncağız belki biraz iltifat edersem anneyi yumuşatırım diye düşünüyordu.

O sırada Çıldırgan odaya girdi ve Eylül koşarak onunla oynamaya, koşturmaya başladı.

"Babaanniş biz Çıldırgan'la bahçede oynayabilir miyiz?"

"Tamam kuzucuk...yola çıkma sakın. Bahçe içinde oynayın."

Asuman da elinde tepsiyle geldi.

"Çaylarımız geldiiii..."

Çaylar içilirken, Serap, insiyatifi ele aldı.

"Bence şimdilik çayımızı içelim, her şeyi akışına bırakalım olur mu anneciğim?"

dedi. Bu, Mehmet'in anne ve babasını da rahatlattı. Ağızda dağılan kurabiyeleri yiyip, çaylarını içtiler ve izin isteyip, tekrar çok geçmiş olsun diyerek ayrıldılar. Asuman da

"Hadi ablacığım sen de uyu biraz."

deyince, Serap, öpücüğü düşünerek gözlerini kapattı ve uykuya daldı. Sevimli asistanı da otobüse binip evine gitti.