dedi. Ekranında Serap'ın kitap imza gününde çekilmiş bir resmi vardı. Kristal bardaktaki iki parmak viskiyi bir yudumda bitirdi. Ülkesinde içki, kumar, uyuşturucu yasaktı ama sarayında her çeşidini içer, Monako kumarhanelerinde bir gecede milyonları rulet masasında kaybederdi. Zenginliğine ve cahilliğine paralel, zevksiz, rüküş, altın varakları göz yoran, şatafatın estetik sanıldığı sarayında, esmer, etli butlu dört karısı yeni kumalarını merak ediyorlardı.
Ömer, asıl adı Recep olan çakma Saddam'la anlaşmıştı. Ülkeye kokain sokmak riskliydi ama koskoca şeyhin yatını kimse aramazdı. İçi tıkış tıkış Dolar olan Bond çantanın kapağını kapattı. En güvendiği adamını çağırdı:
"Akdeniz'de uluslararası sularda Saddam'la buluşacaksın; takası yapacak; kokain ve kızın karşılığında bu çantayı vereceksin; içinde 3. 000.000 Dolar var. Sonra kızı bana getireceksin."
*****
Sabah olduğunda, internet "Ünlü feminist yazar ve araştırmacı gazeteci kaçırıldı." haberiyle çalkalanıyordu. Yeşil gözlü müdür için Serap, torunu kadar kıymetliydi. Hemen harekete geçti. Kız, zaten sevilen, ünlü biri olduğundan; emir de en yukarıdan yani Adalet Bakanlığı'ndan gelince, kıytırık uyuşturucu kaçakçısının hiç şansı kalmamıştı. Operasyonu, Mehmet'in dostu, Özel Kuvvetler'den Kartal yönetecekti. Şehir dışındaki çiftlik evi Serap yüzünden deşifre olduğundan, başka bir yere taşınmıştı. Mobese görüntüleri, uydu ve dron takibi, polisin muhbirleri, hapisteki adamlarının cezada indirim karşılığı ötmesiyle, inlerini bulmaları zor olmadı.
Ne kadar ünlü de olsa, narkotik ve terörle mücadelenin ortaklaşa baskınına kimse bir gazeteciyi almazdı ama arkadaşının sayesinde bir çelik yelek de Mehmet'e verdiler. Yine de Kartal,
"Mehmet, bekle önce biz girelim, söz: Saddam'ı bulursak senin."
dedi. Az sonra koçbaşıyla kapıyı açıp, kendilerini Escobar'ın adamları sanan birkaç salakla çatışmaya girdiler. On beş dakika içinde çoğu
"Teslim oluyorum! Ateş etmeyin!"
diye, silahları attılar. Bir ölü, üç de yaralı vardı.
"Yat yere! Yat! Yat!"
denmesiyle eğitimli köpek gibi - gerçi dört ayaklı sevimli dostları bunlara benzetmek haksızlık olur - yere yattılar. İçlerinden en ödleği bülbül gibi öttü:
"Komiserim itirafçı olursam cezam azalır di mi? Saddam, kızı ve malları tekneye götürdü. Kızı bir Arap şeyhine satacakmış. Valla benim bi suçum yok abicim."
Rıhtıma vardıklarında, tekne çoktan uzaklaşmıştı. Kartal, Sahil Muhafaza'yı aradı ve uydu takibiyle "Dalgıç1" isimli tekneyi takibe başladılar. Mehmet'in beyni
"Ya yetişemezsek? Ya şeyhin sarayına gittiyse? Yabancı bir ülkenin topraklarında izinsiz operasyon yapamayız...Diplomatik çabalar? Belki...ya şeyh suçlu bulunmamak için her şeyi inkar edip, kızı yok ederse? Kendi gazetecilerini konsoloslukta yok edip, asitlerde eritmiş vahşiler sonuçta.... Allah'ım düşünmek bile istemiyorum...."
gibi sorularla yanıyor; arada Nil'in telefonlarına çok kısa cevaplar veriyor; merak etmemesini, iz üzerinde olduklarını söylüyordu.
*****
Nil'in evindeyse, Şehnaz, Asuman, Ayşe ve Madam Angela, papatya çayı, kolonya ve sakinleştiricilerle Serap'ın annesini yatıştırmaya çalışıyorlardı. Eylül,
"Nil teyze merak etmeyin, babam kaç kere çoook uzak yerlere gitti, taaaa Irak'a gitti, Afganistan'a gittiiii, babişkom kötü adamları böööle döver, - minik elleriyle havaya hayali yumruklar attı - Serap ablayı da kurtarır, dedem de öyle diyoo."
deyince, kadıncağız, burnunu çekerek
"İnşallah canım, inşallah. Asumancığım, buzdolabında dün akşamdan kalan çikolatalı pasta var, çay da yapın ben iyiyim. Benim yüzümden siz de sabahladınız. Ayşe hanımcığım siz de eve gitmediniz, eşiniz siz olmadan..."
"Ay, merak etme ayol o pintiyi....dün gece adamlar ellerinde silahlarla geldiğinde, cebine pizza dilimleri tıkıştırıyordu. Boşayacağım da Mıstık, küçük..."
" Haklısınız, boşanmayın, üzülmesin. Ne yaparsınız; herkesin bir huyu var işte. Rahmetli annem koca piyangodur derdi. İyisi de çıkar, kötüsü de."
Bahçe kapısının önünde de tv kameramanları, muhabirler vardı. Serap ve Mehmet, sağ salim eve dönerlerse, görüntüleri kaçırmak istemiyorlardı. Bir kadın muhabir evin önünde canlı yayın yapıyor ve seyircilere bilgi veriyordu.
"Sevgili izleyiciler, ünlü feminist yazar, araştırmacı gazeteci Serap Arda'nın evinin önündeyiz. Son aldığımız habere göre Serap Arda'yı bulmak için özel bir operasyon düzenlendi ama gizli olduğu için bu konuda bizim de bilgimiz yok tek bildiğimiz yine ünlü köşe yazarı ve savaş muhabiri Mehmet Foçalı'nın da operasyona katıldığı. Bildiğiniz üzere iki yazar eskiden deyim yerindeyse kanlı, bıçaklı düşmandı ama birbirlerine aşık olduklarını açıklamışlardı ve ikiliye yakın kaynaklar yakında evleneceklerini söylüyorlardı. Şimdi reklamlar. bizden ayrılmayın."
Mehmet'in endişesi boşunaydı. Uyduyla takip sonucunda tekneye yetiştiler. Sahil Güvenlik'in güvertesinde en sağlam zırhı bile parçalayan, MK38 makineli tüfeğinden, 25 mm kalibre mermilerle, gümbür gümbür uyarı ateşi açıldı, başlarında gri kask, kulaklarında koruyucu kulaklık, üzerlerinde can yeleği olan iki kişiden biri, mermi şeridini namluya yüklüyor, diğeri ateş ediyordu, birinci namludan yağmur gibi kurşun yağarken, ikinciden boş kovanlar patır patır denize düşüyordu. Bir diğeri megafonla
" Dalgıç1, motorları durdur ve teslim ol. Kaçamazsınız."
diye anons yaptı.
"Amanın bu ne! Saddam! Yandık!"
"Allah kahretsin! Ner'den haber aldılar? Kim öttü lan?"
" Kim ötebilir ki Saddam? Bizden kimse konuşmadı."
Saddam salak değildi, çatışmaya girerse öleceğini biliyordu ve canı tatlıydı. Tek çaresi kokainleri denize atmaktı.
"Çocuklar malı denize atıyoruz. Çabuk, delil yoksa suç da yok."
"Ya kız ne olacak?"
"Lan! Sahi bir de kız vardı! Elini, ayağını bağlayıp denize at. Sorguda, 'Bilmiyoruz, gözdağı için kaçırmıştık, dün gece serbest bıraktık, ötesini bilmeyiz diyeceksiniz. Anlaşıldı mı?"
"Anlaşıldı Saddam."
Onlar panikle kokain çuvallarını denize atarken, Kartal, Mehmet ve çakı gibi iki özel tim görevlisi, çelik yeleklerini giyerek, Zodyak bota atladılar.
Serap, kapının kilidinde anahtarın döndüğünü duydu, silah seslerini duymuştu, ya kurtarılacak ya da adamlar tarafından öldürülecekti. Bir gün önce bahçedeki partiyi basan Saddam,
"Seni değil, o gün işime burnunu sokup, her şeyi mahveden şu sarışını istiyorum."
dediğinde pasta tabağındaki çatalı fark ettirmeden alıp kot pantolonunun cebine tıkıştırmıştı. Üzerinde hâlâ çikolata, krema olan çatalı alıp, arkasında sakladı; kapı açıldı. İçeri giren tipsiz
"Gitme vakti geldi güzelim." dedi.
"Yakalandınız, nereye gideceksiniz ki açık denizde?"
" Valla üzülüyorum, şeyhin beşinci eşi olacakken, balıklara yem olacaksın."
"Gerzek! Balıklara yem olmak daha iyidir, çok istiyorsan şeyhin eşi sen ol."
diyerek, bütün gücüyle adamın iki bacağının tam ortasına tekme attı, acıdan iki büklüm olup, haykıran ve elleriyle apış arasını tutan adama çatalı sapladı, boynundan kan fışkıran adam
"Aahhh!"
diye bağırırken, koşarak odadan çıkan kız kapıyı da arkadan kilitlemeyi ihmal etmedi. Ayak sesleri duydu ve merdivenlerin altına saklandı, kimse aşağı inmeyince tekrar yukarı çıktı. Deniz, dalgalı olduğundan ayağının altı sürekli sallanıyor, yaz da olsa rüzgâr iliklerine işliyor, uzun saçları darmadağın havalanıyor, gömleği yelken gibi şişiyordu. Düşmemek için küpeşte korkuluklarına tutuna tutuna yürüyordu ki, bir çift güçlü el ağzını kapatıp, belinden kavradı.
"Bittim."
diye düşünürken, Victor&Rolf traş losyonunun kokusunu tanıdı. Aynı anda Mehmet
"Şşttt! Benim canım. Sesini çıkartma."
diyerek elini yavaşça kızın dudaklarından çekti. Serap, kurtarıcısına sarıldı. O da ona. Ama zaman öpüşüp koklaşma zamanı değildi.
"Sana bir şey yaptılar mı?"
"Hayır, iyiyim."
"Beni üzmemek için söylemiyorsun değil mi?"
"Hayır, hayır, iyiyim."
"Off! Çok şükür, sen şu cankurtaran sandalına saklan, başını eğ, çıkma."
"Ya sen?"
"Şşt...beni merak etme, dört kişiyiz, sen saklan, ben diğerlerinin yanına gidiyorum."
"Ben de işe yararım! Bir tanesini çatalla hakladım bile."
"NE?"
"Evet, ben de geliyorum."
"Hayır! Hepsi silahlı söz dinle! Saklan!"
"Seni yalnız bırakmam!"
"Valla şeytan diyor yatır dizine bas köteği!"
"Neee? Yok artık?"
Mehmet, baktı olmayacak, kızı tuttuğu gibi filikanın içine pek de nazik olmayacak biçimde attı. Poposu tahtalara ve küreklere çarpan kız, doğrulmaya çalışırken Mehmet gözden kaybolmuştu. Arkasından bağırdı:
"Maço! Maganda! Annem haklıymış dünyada evlenmem seninle!"
Adamlar ise o esnada ellerindeki kokainden kurtulmuşlardı.
"Son çuvalı da attık. Artık kanıt bulamazlar."
"Vay, vay, vay, ne salakça bir plan! Tam sana göre."
"Foçalı? "
Kartal ve iki adam ellerindeki silahları çetenin elemanlarına doğrulttular.
"Teslim olun! Aptalca bir şey yapmayın, silahlarınızı yere atın."
Sahil güvenliğin uyarı ateşinden zaten yeterince tırsmış olan adamlar silahlarını atıp, ellerini kaldırdılar. Bir, ikisi nereye yüzecekse, kendini denize attı. Geriye elinde hala silah, Recep kalmıştı.
"Kartal, bu pisliği bana bırak"
"Zevkle, yalnız dikkat et gebermesin, adam yerine koyarlar, hapis yatmanı istemem."
Ondan sonrası Recep için cehennemdi. Çakma Saddam, silahının tetiğine davranmadan Mehmet'in uçan tekmesiyle neye uğradığını şaşırdı. Sol kroşe, sağ kroşe derken, çete reisi, gözleri mosmor, kaşı patlamış, burnu yamulmuş, iki büklüm yere yuvarlanınca, Kartal, yakışıklı adama müdahale etti.
"Mehmet, yeter! Elinde kalacak yoksa..."
Yakışıklı adam, Saddam'ın konuşacak hali kalmadığından öteki suratsızlardan birine döndü:
"Şu Şeyh'le nerede buluşacaksınız? Denizde mi? Limanda mı?"
" Denizde buluşacaktık. Şeyh'in adamı bizi teknesinde bekleyecekti."
Kartal, Mehmet'e döndü:
" Gözünden ne planladığını anlıyorum ama iki ülke arasında krize sebep olursun koçum."
Mehmet gülümsedi ama önce Serap, sağ salim karaya çıkmalıydı. Kartal'a
"Bir fikrim var ve sana söz: İki ülke arasında kriz çıkmayacak."
" Sen öyle diyorsan...."
Tüm adamların elleri kelepçelenmiş, operasyon başarıyla sonuçlanmıştı. Güzel haberi alan Nil, Asuman ve annesi, Mehmet'in annesi Şehnaz, Madam Angela ve küçük Eylül, sevinç çığlıklarıyla evi inletirken, birbirlerine sarılıp sevgi yumağı oluşturdular. Madam Angela
"Demedim mi ben size ayol? Boşuna korktunuz, aslan gibi çocuk, sözünü tuttu."
derken, kıyıya çıktıklarında Serap, Mehmet'in kendisiyle gelmeyeceğini öğrenerek şaşırdı.
"Ne demek ben gelmiyorum?"
"Küçük bir işim kaldı."
"Ne işi? Yakalandılar işte."
"Gelinlikçiye gideceğim."
"Gelinlikçi mi?"
"Şeyhe gelinini götüreceğim. Madem söz vermişler adamcağız hayal kırıklığına uğramasın."
"Ne gelini? Hangi gelin? Saçmalama! Mehmet? Mehmeeeet! Gitme! Hayır! Mehmeeeett!"
" Dalgıç1, motorları durdur ve teslim ol. Kaçamazsınız."
diye anons yaptı.
"Amanın bu ne! Saddam! Yandık!"
"Allah kahretsin! Ner'den haber aldılar? Kim öttü lan?"
" Kim ötebilir ki Saddam? Bizden kimse konuşmadı."
Saddam salak değildi, çatışmaya girerse öleceğini biliyordu ve canı tatlıydı. Tek çaresi kokainleri denize atmaktı.
"Çocuklar malı denize atıyoruz. Çabuk, delil yoksa suç da yok."
"Ya kız ne olacak?"
"Lan! Sahi bir de kız vardı! Elini, ayağını bağlayıp denize at. Sorguda, 'Bilmiyoruz, gözdağı için kaçırmıştık, dün gece serbest bıraktık, ötesini bilmeyiz diyeceksiniz. Anlaşıldı mı?"
"Anlaşıldı Saddam."
Onlar panikle kokain çuvallarını denize atarken, Kartal, Mehmet ve çakı gibi iki özel tim görevlisi, çelik yeleklerini giyerek, Zodyak bota atladılar.
*****
Serap, kapının kilidinde anahtarın döndüğünü duydu, silah seslerini duymuştu, ya kurtarılacak ya da adamlar tarafından öldürülecekti. Bir gün önce bahçedeki partiyi basan Saddam,
"Seni değil, o gün işime burnunu sokup, her şeyi mahveden şu sarışını istiyorum."
dediğinde pasta tabağındaki çatalı fark ettirmeden alıp kot pantolonunun cebine tıkıştırmıştı. Üzerinde hâlâ çikolata, krema olan çatalı alıp, arkasında sakladı; kapı açıldı. İçeri giren tipsiz
"Gitme vakti geldi güzelim." dedi.
"Yakalandınız, nereye gideceksiniz ki açık denizde?"
" Valla üzülüyorum, şeyhin beşinci eşi olacakken, balıklara yem olacaksın."
"Gerzek! Balıklara yem olmak daha iyidir, çok istiyorsan şeyhin eşi sen ol."
diyerek, bütün gücüyle adamın iki bacağının tam ortasına tekme attı, acıdan iki büklüm olup, haykıran ve elleriyle apış arasını tutan adama çatalı sapladı, boynundan kan fışkıran adam
"Aahhh!"
diye bağırırken, koşarak odadan çıkan kız kapıyı da arkadan kilitlemeyi ihmal etmedi. Ayak sesleri duydu ve merdivenlerin altına saklandı, kimse aşağı inmeyince tekrar yukarı çıktı. Deniz, dalgalı olduğundan ayağının altı sürekli sallanıyor, yaz da olsa rüzgâr iliklerine işliyor, uzun saçları darmadağın havalanıyor, gömleği yelken gibi şişiyordu. Düşmemek için küpeşte korkuluklarına tutuna tutuna yürüyordu ki, bir çift güçlü el ağzını kapatıp, belinden kavradı.
"Bittim."
diye düşünürken, Victor&Rolf traş losyonunun kokusunu tanıdı. Aynı anda Mehmet
"Şşttt! Benim canım. Sesini çıkartma."
diyerek elini yavaşça kızın dudaklarından çekti. Serap, kurtarıcısına sarıldı. O da ona. Ama zaman öpüşüp koklaşma zamanı değildi.
"Sana bir şey yaptılar mı?"
"Hayır, iyiyim."
"Beni üzmemek için söylemiyorsun değil mi?"
"Hayır, hayır, iyiyim."
"Off! Çok şükür, sen şu cankurtaran sandalına saklan, başını eğ, çıkma."
"Ya sen?"
"Şşt...beni merak etme, dört kişiyiz, sen saklan, ben diğerlerinin yanına gidiyorum."
"Ben de işe yararım! Bir tanesini çatalla hakladım bile."
"NE?"
"Evet, ben de geliyorum."
"Hayır! Hepsi silahlı söz dinle! Saklan!"
"Seni yalnız bırakmam!"
"Valla şeytan diyor yatır dizine bas köteği!"
"Neee? Yok artık?"
Mehmet, baktı olmayacak, kızı tuttuğu gibi filikanın içine pek de nazik olmayacak biçimde attı. Poposu tahtalara ve küreklere çarpan kız, doğrulmaya çalışırken Mehmet gözden kaybolmuştu. Arkasından bağırdı:
"Maço! Maganda! Annem haklıymış dünyada evlenmem seninle!"
Adamlar ise o esnada ellerindeki kokainden kurtulmuşlardı.
"Son çuvalı da attık. Artık kanıt bulamazlar."
"Vay, vay, vay, ne salakça bir plan! Tam sana göre."
"Foçalı? "
Kartal ve iki adam ellerindeki silahları çetenin elemanlarına doğrulttular.
"Teslim olun! Aptalca bir şey yapmayın, silahlarınızı yere atın."
Sahil güvenliğin uyarı ateşinden zaten yeterince tırsmış olan adamlar silahlarını atıp, ellerini kaldırdılar. Bir, ikisi nereye yüzecekse, kendini denize attı. Geriye elinde hala silah, Recep kalmıştı.
"Kartal, bu pisliği bana bırak"
"Zevkle, yalnız dikkat et gebermesin, adam yerine koyarlar, hapis yatmanı istemem."
Ondan sonrası Recep için cehennemdi. Çakma Saddam, silahının tetiğine davranmadan Mehmet'in uçan tekmesiyle neye uğradığını şaşırdı. Sol kroşe, sağ kroşe derken, çete reisi, gözleri mosmor, kaşı patlamış, burnu yamulmuş, iki büklüm yere yuvarlanınca, Kartal, yakışıklı adama müdahale etti.
"Mehmet, yeter! Elinde kalacak yoksa..."
Yakışıklı adam, Saddam'ın konuşacak hali kalmadığından öteki suratsızlardan birine döndü:
"Şu Şeyh'le nerede buluşacaksınız? Denizde mi? Limanda mı?"
" Denizde buluşacaktık. Şeyh'in adamı bizi teknesinde bekleyecekti."
Kartal, Mehmet'e döndü:
" Gözünden ne planladığını anlıyorum ama iki ülke arasında krize sebep olursun koçum."
Mehmet gülümsedi ama önce Serap, sağ salim karaya çıkmalıydı. Kartal'a
"Bir fikrim var ve sana söz: İki ülke arasında kriz çıkmayacak."
" Sen öyle diyorsan...."
Tüm adamların elleri kelepçelenmiş, operasyon başarıyla sonuçlanmıştı. Güzel haberi alan Nil, Asuman ve annesi, Mehmet'in annesi Şehnaz, Madam Angela ve küçük Eylül, sevinç çığlıklarıyla evi inletirken, birbirlerine sarılıp sevgi yumağı oluşturdular. Madam Angela
"Demedim mi ben size ayol? Boşuna korktunuz, aslan gibi çocuk, sözünü tuttu."
derken, kıyıya çıktıklarında Serap, Mehmet'in kendisiyle gelmeyeceğini öğrenerek şaşırdı.
"Ne demek ben gelmiyorum?"
"Küçük bir işim kaldı."
"Ne işi? Yakalandılar işte."
"Gelinlikçiye gideceğim."
"Gelinlikçi mi?"
"Şeyhe gelinini götüreceğim. Madem söz vermişler adamcağız hayal kırıklığına uğramasın."
"Ne gelini? Hangi gelin? Saçmalama! Mehmet? Mehmeeeet! Gitme! Hayır! Mehmeeeett!"
BÖLÜMLER